İlk rejisörlük denemelerim başarılıydı (5)
Kazakistan topraklarında çok tahıl ekiyorlar. Buğdayı bir an evvel toplamazsın yağmur başlayacaktır. Ona göre Sovyetlerin on beş ülkesinden öğrencileri seferber ediyorlar ki tahılı yağmura yakalanmadan toplasınlar. Biz Haziran ayında trenle on iki gün yol gittik. Kuzey Kazakistan Vilayetinin Petropavlsk şehrinin Nalobino reyonunun Dubrovke İlçesine yerleştik. Bizim amacımız Bakü’den yola düşen üç yüz seksen beş Üniversite öğrencileri için konserler vermek, eğlenceli geceler organize etmekti. Haftada bir defa Konser veriyorduk ve öğrenciler sevinerek bizleri alkışlıyorlardı. Sonra Dans başlıyordu. Fakat bir ay sonra bizleri de işe aldılar. “Size ihtiyacımız vardır”, deyip beni Çocuk Esirgeme Yurdunda Yönetici görevine atadılar. Sahne Hocam Soltan Dadaşov’un oğlu Faik’le birlikte Yurdun yöneticisi olduk ve orada kötü şartlarda yaşayan, babasız, annesiz 189 çocuğa babalık yapmalıydık, şefkat göstermeliydik. Çocuklara kötü davranan, yemeklerini çalan, giyimlerine el koyan kötü insanları, eski yöneticileri işten atmalıydık. Nitekim ilk olarak bunu yaptık ve çocuklar etrafımızı sardılar. Onlarla eğlenceli oyunlar, küçük vodviller sergiledim. Filmler izledik, onlara yeni elbiseler, kış giyimleri verdik ve bizi çok sevdiler. Kitap okuma, film izleme, müzelere gitme saatlerini yazıp astık duvara. Kış hazırlıkları için ormandan odun kesip getirmek ve saire. Kısa zamanda Vilayet Parti Komitesi çalışmalarımızı denetledi ve minnettarlık ettiler. Bizim için özel izin alındı ve Ekime dek orada bulundum. Tiyatro kulübü yarattık ve çocuklar ile oyunlar sergiledik ve Parti Başkanlarını davet ettik. Beni ödüllendirdiler. Çok romantik ve eğlenceli bir gezi oldu benim için.
Bakü’ye döndüğümde Azerbaycan Komsomol Komitesi Fahri Fermanı ve ödülleri bana verdiler.
İLK REJİSÖRLÜK DENEMEM BAŞARILIYDI
Respublika Muallim Evi’nde bekçiliğim devam ediyordu. Orada amatör tiyatro topluluğunu kurdum. Kısa zamanda Cafer Cabbarlı’nın “Vefalı Seriye” piyesini sahneye koydum ve bu ilk yönetmenlik denemem oldu. Temsilde Ahund rolünü de ben oynuyordum. 1965 yılında beni Bakü’de tanımağa başladılar ki, Ramana Kültür Merkezine Sanat Yönetmeni görevine atadılar. Artık maaşım vardı ve bekçilikten kurtuldum. Ramana Kültür Merkezine trenle gidiyordum. Orada Dram Topluluğu yarattım ve ilk olarak C. Memmedkulizade’nin “Kemanca” dramını sergiledim. Yerli insanların Kültür seviyesi yüksek olmasa da sanata, müziğe, edebiyata meraklıydılar. Tiyatro Topluluğuna merak arttı ve büyük ilgi topladı. Ramanada büyük çalışmalar yaptım ve yerli insanların sevgisini topladım. Daha sonra orada çok sevilen garmon, tar kurslarını açtım ve kendim dersler veriyordum. Aralıklarla Bakü 7 no’lu İnternat okulunda (Narimanov Caddesinde) da Tiyatro Topluluğu yarattım ve piyesler, vodviller sergiledim. Sahne beni her yönüyle kendine bağlıyordu ve saatlerce çalışmaktan, prova yapmaktan zevk alıyordum.
Derslerime devam ediyordum ve Musikili Komediye Tiyatrosu’nun Başrejisörü Aliheyder Alekperov üçüncü sınıfta bizimle S. Aleskerov’un “Yıldız” operetini hazırladı. Biz bu temsili Operet Tiyatrosu’nun sahnesinde oynadık. Ben Kolhoz Başkanı Gadir rolünü oynadım. Çok da beğenildi. Temsil büyük başarı topladı ki beni ve Sefa İsmayıloğlu dostumu Tiyatroya aktör olarak davet ettiler. Artık Devlet Tiyatrolarının kapıları yüzüme açılmaya başladı. O zamanın Rus rublesi ile bana altmış manat maaş bağladılar.
ARTIK DEVLET TİYATROSU SAHNESİNDE ROLLER OYNUYORDUM
İkinci diploma temsilimiz Ü. Hacıbeyli’nin “Arşın Mal Alan” opereti idi. Bu güzel temsili ise Akademik Opera ve Balesi sahnesinde sergiledik. Temsilde Asker rolünde Arif Babayev, Veli rolünü ben oynuyordum. Bütün sınıf arkadaşlarım gibi ben de rolümü başarıyla oynadım. Hocamız bizleri tek-tek kutladı, övgü dolu sözler söyledi. Operet Tiyatrosu’nda repertuvarda olan temsillerdeki rollere sarıldık ve sahnede performansımızı kanıtlamaya çalıştık. S. Aleskerov’un “Kendimiz Biliyoruz” operetinde Gitaracı, “Milyoncunun Dilenci Oğlu” operetinde I. Hizmetçi, II. Hizmetçi Polis reisi rollerinde sahneye çıktım. Artık Devlet Tiyatrosu sahnesinde çalışıyorduk. Maaş çok düşük olsa da benim için büyük sahnede oynamak önemliydi.
Bir gün müdür Şemsi Bedelbeyli’ye maaşımı artırmak için dilekçe yazdım. Üzerine on manat artırılsın, yazmıştı. O dilekçe arşivimde duruyor. Ben itiraz ettim, çünkü altmış manattan vergi falan kesilmiyordu. Ama yetmiş manat aylıktan sekiz manat vergi kesilecekti. İstemedim. Bu olayı Tiyatroda “Diken” adlı duvar gazeteme yazdım. Müdür Şemsi Bey beni makamına çağırdı ve uyardı: “Beni duvar gazetesinde eleştiriyorsun, Eflatun! Kadro ve para yok ki artırayım maaşını?”, sert konuştu.
“Ben genç uzmanım, Üniversiteyi yeni bitirmişim, atamam da Operet Tiyatrosu’nadır. En azından yüz yirmi ruble almalıyım. Dram Tiyatrosu’nda sınıf arkadaşım yüz yirmi manat alıyor. Siz bana çöpçünün almış olduğu maaşı veriyorsunuz. Bu adaletli mi, Şemsi muallim? Roller oynuyorum, sabah-akşam çalışıyorum. Karşılığı bu mu, yani?”
-Az bekle, kadro alacağım ve maaşın yükselecektir”, cevabını aldım. Ben 1968 yılına dek bekledim, çoklu roller oynadım, ama maaşımı artırmadı Şamsi muallim. Sonra kesin kararımı verdim. Yüzülerek sevdiğim Tiyatrodan ayrıldım.
NESİR MUALLİM BANA BABALIK YAPTI
Yazdığım makalelerden iyi para kazanıyordum. Bana yetiyordu. O yıllarda bütün gazetelerde, özellikle “Bakü”, “Azerbaycan Gençleri”, “Edebiyat ve İncasanat”, “Azerbaycan”, “Gobustan”, “Yıldız” dergi ve gazetelerinde peş peşe yazılarım basılıyordu. Hayatımda üç insanın bana olan sevgisi içimi ısıtıyordu.
“Bakü” gazetesi Baş redaktörü Nesir İmanguliyev her küçük makaleme büyük paralar yazıyordu. “Bakü” ve Bakı” gazetelerinin Genel Yayın Yönetmeni idi. Oraya siparişle makaleler yazıyordum. Bir gün yarım sayfa yazıma az para yazmışlardı. Canım sıkıldı, gözlerim yaşardı aniden.
Koridorda bir gölge önümde dayandı. Başımı kaldırdım. Nesir muallimdi.
“Eflatun sensin?” Başımı aşağıya salladım, “Evet benim, dedim.
“Arkamca gel,” dedi. Yer gösterdi. Oturdum. “Seni kim incitmiştir, açık söyle”. Kendimi topladım: “Nesir muallim, bu günkü yazıma az para yazmışlar. Ben kiramı ödeyemiyorum. Neden paramı kesmişler?”
“Bakı’da eviniz yoktur?”. “Hayır, babam Erdebil’den gelmiştir. Astara’da yaşıyor. Büyük aileyiz, babam okul öğretmenidir, bana para gönderemiyor.”
“Kalk ardımca gel”. Kalktım, Nesir muallimin arkasınca yürüdüm. Doğru şube müdürü Şakir Abdullayev’in odasına geldik:
“Şakir, Eflatunun bu günkü yazısını çok beğendim. Ona bundan böyle parayı ben yazacağım. Eflatun talebedir. Ona konular ver, kalemi iyidir. Üniversitede okuyor”.
Şakir muallim kalktı ve bana yer gösterdi. Ben oturmadım. “Her gün yanıma gel, oldu mu? Sana yeni, konular vereceğim”. Nesir muallim çıktı bana da, “Gel Eflatun”, dedi. Yeniden odasına geldik. “Eflatun, yarın dersten sonra yanıma gel, beklerim”, dedi, güler yüzle beni kapıya dek yolcu etti. Ertesi günü dersten sonra yanına geldim, kapısı açıktı. Beni gördü: “Gel içeri, Eflatun”. Odasına girdim. Kalktı, görüştü ve kasadan bir zarf çıkardı, bana uzattı.” Bundan böyle paranı ben yazacağım. İyi kalemin vardır, yaz, çekinme, yanıma gel”. Elini uzattı bana. Görüştüm ve odasından çıktım. Caddeye çıktım ve Denize doğru koştum. Binanın arkasına gittim. Cebimdeki zarfı açtım. On adet on manatlık para gördüm. Tam dört aylık ev kiramı almıştım. Seksen manattı. Sevincimden gözlerim yeniden sulandı. Nesir muallime dua ettim. Olağanüstü insandı…
O günden yazdığım her konuya iyi paralar yazdılar. Her iki gazeteden ve tiyatrodan aldığım para ev kirama ve yemeğime yetiyordu. Nesir muallim hiç zaman hafızamdan gitmiyor. Çok sevimli, hayırsever, samimi insandı, hiç kimse ile kıyaslanamaz. Hiç unutamıyorum. Sadece kalemimden tanıdığı için benimle doğma babam kimi ilgilendi. Sağ olsun. Nur içinde yatsın.
NESİR MUALLİM BANA SİPER OLMUŞTUR
Bir defasında da Şube müdürü Şaban beye yanımda aynen şöyle dedi: “Eflatun öğrencidir, yaşamalıdır… Orijinal, meraklı makaleler yazıyor, onu desteklemek borcumuzdur”. Bu sözleri duyduğumda gururlandım ki, beni de savunan kişiler vardır. Elini sırtıma koydu aynen şöyle dedi. “Bura senin de evin sayılır. Her konuda yaz, seni okuyorum ve beğeniyorum”. Yanımda şube müdürü Fazil Rehmanzade de vardı. Zaten en çok Fazil dostumun siparişlerini yazıyordum. O yılları unutamıyorum.
Yeri gelmişken ileri yılların bir hatırasını anlatayım. Çünkü hiç unutamıyorum bu olayı. Bir gün fikirli halde gazeteye yazı götürüyordum. Dalgınlıktan yorgun halim vardı. Tesadüfen koridorda karşılaştık. Selam verdim, durdu ve keyfimi sordu: “Hayrola Eflatun, rahatsız gibisin, bir şey mi oldu?” “Beni yurttan atıyorlar Nesir muallim, nereye gittiğimi bilemiyorum”. Tiyatro Enstitüsünün yurdunda kalıyordum. Enstitüsünü bitirdim, beni atıyorlar”. Nesir muallim fevkalade nezaket, ahlak ve insan kimi insandı. Çok sade ve zarif insandı. Elini sırtıma koydu ve odasına davet etti: “Gel odama gidelim, orada her şeyi anlat bana. Seni yurttan kim atıyor. Söyle sana yardım edeyim”. Aldı odasına. Sekreterine “Çay getir”, dedi ve kapıyı kapattı. “Şimdi anlat bana, seni kim atıyor yurttan?”
“Tiyatro Enstitüsünün rektörü, Rahip muallim yanına çağırdı. Sen Enstitüyü bitirdin, dedi, yurttan çıkmalısın. Kendisine, “Şimdi dissertasiya (doktora) yazıyorum, bana izin verin de bitireyim. Yok, diyor, odayı boşalt vesselam”. Nesir muallim devlet telefonuna sarıldı ve Rahip muallimi aradı, selamdan sonra aynen şunu söyledi: “Eflatun biliyorsunuz yetenekli gazetecidir, araştırmacıdır. Bütün gazete ve dergilerde yazıları basılıyor, çok aktiftir, başarılıdır. Bakü’de evi olmadığını şimdi öğrendim. Şimdi doktorasını bitiriyor. Ben onu destekliyorum. Mümkünse müdafaaya kadar yurtta kalsın. Ona destek olalım, lütfen”. Rahip muallim Nesir muallime bir şeyler anlattı ki her ikisi güldüler. Teşekkür etti desteği yerine koydu.
“Hiç merak etme. Müdafaa kadar izin veriyorum, dedi. Sadece dedi ki orada bir de evlenmesin ha, ekledi de... Rahatsız olma bir problemin olsa hiç düşünmeden odama gel. Keyfini de bozma”. Son sözünden sonra kurur hissi yaşadım o anda. Sevincimden gözlerim yeniden ateşlendi, başım istemeden aşağı indi. İçimdeki düşünceler aldı götürdü beni. “Adam bana resmen babalık yapıyor. Babamdan görmediğim sıcaklığı, samimiliği Nesir muallimden görüyordum. Dünyada hakiki, dürüst, samimi insanların varlığına bir daha inandım, emin oldum. Kendimi toparlamak istedim ki, kendisine teşekkür edeyim. Ağzımı açtım, sesim çıkmıyordu. Sonunda kalktım ve: “Bana babalık ettiğiniz için size minnettarım. Bana siper oldunuz. Çok sağ olun. Bunu unutmayacağım”, dedim. El işaretiyle otur dedi. Oturdum. Fazil Rehmanzade’ye telefon etti: “Fazil, dinle, Eflatun yanımdadır. Ona yeni konular ver. Sonra dosyayı al, yarım saat sonra yanıma gel”. Artık gitmeliydim. Kalktım. Nurani, samimi güler yüzüyle kapıyı açtı bana. Elini sıktım. Gülüyordu. Koridorda olduğu gibi yeniden sağ elini sol sırtıma koydu: “Ne problem olsa kimseye gitme, çekinmeden bir başa yanıma gel”, dedi ve kapıyı kapattı. Büyük iftihar hissi duydum. İçimde ise “Çok büyük bir insandır. Hayatımın neşesini kaytardı özüme”.
Allah Nesir muallime rahmet etsin. Nur içinde yatsın”.
Devamı vardır:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.