İslam’da itilaf olmaz
Mü'min aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz
Peygamber Efendimizin İran hükümdarı Kisra´ya Gönderdiği Mektubu ve Kisrânın İslâma Dâvet Edilmesi..!
Muhacirler: "Sana karşı asla ihtilafa düşmeyiz emrinin dışına çıkmayız, bize emret ve dilediğin yere bizi gönder" dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) efendimiz Hükümdarları İslam’a davet kararı alan Resûl-i Kibriya Efendimiz, ashaptan Abdullah b. Huzafe’yi de İran Kisrâsı Perviz b. Hürmüz’e elçi olarak gönderdi. ´ İran’a gidip Kisra´nın sarayının kapısının önünde durdu. İranlı büyüklerle birlikte kapının önünde, içeri ye girmek için beklemeye başladı. Kisra´ya teslim etmesi gerektiğini ve bunun da Peygamber efendimiz tarafından kendisine verilmiş bir emir olduğunu ifade etti. Saraya kabul edilen Hz. Abdullah b. Huzafe, Bunun üzerine Kisra, yaklaşmasını emretti. Kisra´nın tahtına yaklaştı, Peygamberimizin İslam’a davet mektubunu bizzat Kisrâ Perviz’in eline teslim etti Sonra Kisra, Mektupta şunlar yazılıydı:
“Bismillahirrahmânirrahîm!
“Allah Resûlü Muhammed’den Farsların Büyüğü Kisrâ’ya!”
Bu hitap, Kisrâ’yı son derece hiddetlendirdi. Mektubun devamının okunmasına müsaade etmeden ve muhtevasını öğrenmeden, “Şuna bak! Benim kulum, kölem olan kişi, (hâşâ) kalkıyor da bana mektup yazıyor!” diyerek Hz. Resûlullah’ın mübarek mektubunu alıp üzeri çizdi ,sonra da haddini aşarak, elçi Abdullah b. Huzafe’ye, “Mülk ve saltanat bana mahsustur! Benim bu hususta ne yenilgiye uğramaktan, ne de bana ortak çıkacağından asla endişem ve korkum yoktur!
Firavun, İsrailoğullarına hâkim olmuştu! Siz, onlardan daha güçlü değilsiniz! Sizi derhal hâkimiyetim altına almaya engel olacak ne var? Ben, Firavun’dan daha iyi ve güçlüyümdür!” diye hitap etti ve onu adamları vasıtasıyla dışarıya çıkarttırdı.
Hz. Abdullah b. Huzafe, Peygamber Efendimizin İslam’a davet mektubunu Kisrâ’ya vermekle vazifesini yerine getirmişti. Bu sebeple, saraydan çıkartılır çıkartılmaz hemen bineğine atlayarak Medine’nin yolunu tuttu. O sırada Kisrâ’nın öfkesi bir nebze dinmiş olacak ki onu bulup getirmelerini adamlarına emretti. Ancak Hz. Abdullah çoktan oradan uzaklaşmıştı.
Medine’ye gelen Hz. Abdullah, Resûl-i Kibriya Efendimizin huzuruna çıktı. Olup bitenleri haber verdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Yâ Rabbi! Nasıl o benim mektubumu parçaladı, sen de onu ve onun mülkünü parçala!” diye Kisrâ’ya beddua etti.[ İbn Kayyim]
Bu bedduanın tesiriyledir ki Kisrâ Perviz’in oğlu Şîreveyh, hançerle onu parçaladı. Sa’d İbni Ebî Vakkas Hazretleri ise, İran saltanatını paramparça etti. Sasanîye devletinin hiçbir yerde şevketi kalmadı.[ Babasını öldürüp yerine geçen Şîreveyh, ancak altı ay yaşayabilmiştir. Saltanatın verdiği ihtirasla, kardeşlerini de öldürtmüştü.
Kendisine halef olacak erkek evladı da bulunmadığından, halk Şîreveyh’i kızını saltanat tahtına geçirmişti. Peygamber Efendimiz bunu duyunca, “Mukadderatını bir kadının eline veren millet, felâh bulmaz!” diye buyurmuşlardı. Bu veciz ifadeleriyle Resûl-i Ekrem Efendimiz, İslam’ın âmme hukukunun en mühim bir kaidesini ortaya koymuştur. Bu kâideye göre, İslam hukukunda “âmme velâyeti” denilen devlet teşkilâtı reisliği, ancak bir erkek vatandaş tarafından temsil olunur. Millet otoritesini temsil edecek olan bu mevkiye kadın seçilemez; çünkü, kadının fıtratı birçok cihetten bu çok ağır vazifeyi yüklenip yürütmeye müsait değildir. Bu sebepledir ki İslam hukukunda kadının alış veriş, şehâdet, şirket, vesayet, veraset, vekâlet, hibe gibi her türlü medenî akid ve tasarrufları, sâir milletlerin hukukuna nisbetle en geniş ölçüde muteber ve ticarî sahadaki çalışması meşru olduğu hâlde, devlet Ancak İranlı büyüklere, Onlardan sonra içeriye giriş izni verildi. İçeriye girdikten sonra mektubu Kisra´ya değil de onun adamlarından birine vermesini söyledilerse de bunu bizzat
Peygamberimizin Gönderdiği Mektup
Resûl-i Ekrem Efendimizin İran Kisrâsı Hüsrev Perviz’e gönderdiği İslam’a davet mektubunun tam metni şöyleydi:
“Bismillahirrahmânirrahîm!
“Allah’ın Resûlü Muhammed’den Farsların Büyüğü Kisrâ’ya!
“Doğru yola gidenlere, Allah’a ve Peygamberine iman edenlere, bir Allah’tan başka ilâh olmadığına, O’nun hiçbir ortağı da bulunmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet edenlere selam olsun!
“Ben, seni Allah’ın dinine [İslam’a] davet ediyorum; çünkü ben, bütün insanlara ‘hayatı olan kişilere (gelecek tehlikeleri) haber vermek ve kâfirlere o söz hak olmak için (azap sözü gerçekleşmesi için)’ (Yâsin, 70) peygamber olarak gönderildim.
“Müslüman ol ki selamete eresin! Eğer davetimden yüz çevirirsen, Mecusi kavminin günahı senin boynuna olsun!”
Kisrânın,Yemen Vâlisine Emri,Peygamber efendimizin Öldürülmesi için Kisrâ, Efendimizin mübarek mektubunu yırtmakla da hiddet ve hırsını dindirememişti; Yemen Vâlisi Bâzân’a, “Duyduğuma göre, Kureyş’ten biri ortaya çıkmış, peygamberlik dava ediyormuş! Sen, güçlü kuvvetli adamlarından ikisini gönder; onu bağlayıp getirsinler!” diye haber gönderdi.[ Taberî, Tarih, c. 3, s. 90.] Kisra, Peygamber efendimizin zincirlere vurularak yanına getirilmesini kolay bir şey sanmıştı, Zikar hadisesinde Arapların onun eliyle büyük bir musibete maruz bırakıldıklarını unut muştu. Muhammed (s.a.v.) efendimiz Zikar olayında güçlü bir orduya sahipti. Ama satvet gururu, Kisra´yı yanıltmıştı. Böylece o, anlayan kimseler için bir ibret dersi olmuştu.
Valisi, Kisra´nın amaç bakımından makul olmayan isteğine uydu. Vali Bâzân, emri yerine getirmede gecikmedi: Peygamber Efendimize iki kişi gönderdi; ellerine de, Efendimizin gidip Kisrâ’ya teslim olmasını emreden bir mektup verdi!
Öyle anlaşılıyor ki Kisra´nın Yemen´deki Valisi Bazan, peygamber efendimize eziyet vermek istemiyordu.
Sadece onun durumunu Öğrenmek arzusundaydı. Kisra´nın emrine itaat ederek Peygamber efendimize mektup yazdı. Mektubunda, Peygamber efendimizin kendiliğinden o adamlarla birlikte Kisra´nın yanına gitmesini söylüyordu. Yoldan çıkmış azgınlar, işte böyle aldanırlar.
Kisra´nın Valisi Bazan, mektubu verip Peygamber efendimize gönderdiği adama: "Şu adama (Muhammed´e) git, onunla konuş ve onun haberini bana getir." şeklinde talimat ta verir.
Onun bu talimatı da Kisra´nın bu emrine itaat ettiğini ispatlamaktadır. Ama Kisra´nın gayesi ile onun gayesi aynı değildi. O islamiyetin Mektupta, Peygamber efendimize, bu iki adam refaketinde Kisra´ya gitmesini emrediyordu.
Vali Bazan´ın gönderdiği iki adam Medine-i Münevvereye doğru yola çıktılar.
"Müjdeler olsun size işte Krallar kralı Kisra Muhammed´in karşısına dikili durmuş, onun işini bitirecek ve sizi ondan kurtaracak!". Babeveyh ve Hurre Husre adındaki bu adamlar, Medine’ye gelerek, Resûl-i Ekrem Efendimizin huzuruna çıktılar.
"Krallar kralı şahın şah Kisra, Yemen valisi Bazan´a mektup yazarak seni Kisra´nın yanına göndermesini emretmiştir. Biz de seni Kisra´ya götürmek için vali Bazan tarafından gönderilmiş bulunuyoruz.
Eğer bu buyruğa uyarsan Yemen valisi, Kisra´ya haber salmış, seni koruyacak ve sana ilişmeyecektir. Ama bu emre itaat etmezsen biliyorsun ki o seni de, kavmini de mahveder. Ülkeni harabeye döndürür!" Bâzân da beni sana gönderdi. Eğer benimle gelirsen, Yemen Vâlisi, Kisrâ’ya senin lehinde mektup yazar, seni bağışlatır; eğer benimle birlikte gelmekten çekinirsen, Kisrâ seni de, senin kavmini de yok eder, memleketini de yıkar!” dedikten sonra, Bâzân’ın mektubunu verdi.[ Taberî,]
Elçiler bu sözlerin Peygamber efendimizi korkutacağını zannetmişlerdi. Çünkü böyle bir söz kendilerini ürkütüp telaşa düşürürdü. Ama Resulullah (s.a.v.) efendimiz onların sözlerine iltifat etmedi. Çünkü Cenab-ı Allah onu koruyordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz,mektubun muhtevasını öğrendikten sonra gülümsedi; sonra da onları İslamiyete davet etti.
Aksine onlara yönelip baktı ki sakallarını tıraş etmişler, bıyıklarını da uzatmışlar. Tekrar onlara dönüp baktı ve şöyle dedi: "Yazıklar olsun size sakalınızı tıraş edip bıyıklarınızı uzatmanızı size kim emretti?" Onlar da: "Rabbimiz (yani Kisra) böyle yapmamızı bize emretti" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) efendimiz "Ama rabbim bana, sakalımı uzatmamı, bıyığımı da kısaltmamı emretti" diye karşılık verdi. Sonra da onlara: "Gidin yarın yanıma gelin" dedi. Çünkü Cenab-ı Allah Resulüne, Kisra´nın, oğlu Şireveyh tarafından öldürülmüş olduğunu haber vermişti.
Elçiler, Efendimizin huzurunda mânevî heybetinden dolayı tir tir titriyorlardı; fakat bunu hissettirmemek için cesaretli konuşmaya çalışıyorlardı.
Peygamber Efendimiz sadece, “Ne yapmak istediğimi yarın size haber veririm” deyip onları huzurundan çıkardı.[ İbn Sa’d, Tabakat]
Efendimiz, vahiyle gelen şu haberi onlara iletti:
“Yüce Allah, Kisrâ’ya, oğlu Şîreveyh’i musallat kıldı; Şîreveyh, onu filan ayda, filan gecede ve gecenin de filan saatinde öldürdü!”[ İbn Sa’d,]
Peygamber Efendimiz, ayrıca onlara hitaben, “Bâzân’a deyiniz ki: ‘Benim dinim ve hâkimiyetim, Kisrâ’nın mülk ve saltanatının ulaştığı yerlere kadar ulaşacaktır!’ Yine ona deyiniz ki: ‘Eğer sen Müslüman olursan, şu anda idare etmekte olduğun yerleri sana vereceğim; seni, Ebnalar’dan gelen kavme hükümdar yapacağım!’
Bunun üzerine, Bâzân’ın adamları Yemen’e döndüler; olup bitenleri anlatıp, Peygamberimizden görüp duyduklarını naklettiler.
Vâli Bâzân, “Vallahi, bu, hükümdar sözü değildir; öyle sanıyorum ki bu zât, dediği gibi, bir peygamberdir!”[ Taberî, a.g.e., c. 3, s. 91.]demekten kendini alamadı; sonra da, gönderdiği adamlarına, “Onu nasıl buldunuz?” diye sordu.
Onlar, “Şimdiye kadar konuştuğum kimselerden hiç biri benim nazarımda Muhammed kadar heybetli, hiçbir şeyden korkmayan ve muhâfızsız bulunan bir hükümdar görmedik!
Mütevazı ve yaya olarak halk arasında yürüyordu!” cevabını verdiler.
Bâzân, bir müddet beklemeyi uygun buldu; “Kisrâ hakkında söylemiş olduğu sözün neticesini bekleyelim. Eğer sözü doğru çıkarsa, o gerçekten Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir; şayet dediği doğru çıkmazsa, o zaman gereğini düşünürüz!” dedi.[ Taberî, a.g.e., c. 3, s. 91.]
Aradan birkaç gün gibi kısa bir zaman geçmişti ki Kisrâ’nın oğlu Şîreveyh’ten, Bâzân’a şu mektup geldi:
“Ben, Kisrâ’yı öldürdüm! Bu mektubum sana gelince, benim nâmıma halkın bîatını al!
Hesap ettiler: Gördüler ki Perviz’in öldürülmesi, Fahr-i Âlem Efendimizin haber verdiği aynı günün gecesine ve gecenin de aynı saatine rastlıyor![ İbn Sa’d.]
Bütün bu olaylar Peygamber (s.a.v.) efendimizin davet etmiş olduğu vahdaniyet davetinde sadık bir insan olduğuna, ilahi risaleti tebliğde doğru sözlü bir elçi olduğuna delalet eden bir dizi işaretlerdir.
Bâzân’ın gönül âlemi, bu apaçık mucize karşısında birden aydınlandı! “Muhammed (a.s.m.), muhakkak, Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir” diyerek Müslüman oldu.[ Bunun üzerine Yemen´deki vali Hz. Muhammed´in Resul olduğunu söyledi ve Müslüman oldu. Onunla birlikte Yemen´deki Farslılar da Müslüman oldular. Böylece Yemen mıntıkası da İslam’a girdi ve ora da İslam’a davet eden kimseler de görülmeye başladı. Bâzân, daha sonra da, Müslüman olduklarını, Resûl-i Ekrem Efendimize haber verdi.
Bu haberi alan Efendimiz, onu San’a Vâlisi tayin etti. Bu, Peygamberimizin tayin ettiği ilk vâli idi ve İran vâlilerinden imana gelen ilk zâttı
Beyhaki´nin rivayetine göre babası Kisra´yı öldüren Şireveyh, kendisinden sonra kızı iran tahtına geçti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) efendimizi "idarelerini bir kadına teslim eden bir kavim asla iflah olmaz!" dedi. Taberî, a.g.e., c. 3, s. 91.] Onu, Yemen’de oturan Ebnalar’ın Müslüman olması takip etti..
Birde biz 1992 de kadını başa geçirdik dolar beş katı arttı kriz oldu ikincide de Başbakanlık önünde yazar kasa fırlatıldı..
Dini değerlerin yasaklanması olan 28 Şubat oldu. Birde üstüne üstlük Amerika’dan Kemal Derviş adlı bir Vali geldi. Her alanda üretimi kısıtladı maaşları sınırlandırdı, işten çıkarmalar oldu. Kadın her alanda çalışır ama devletin başına geçerse Sevgili Peygamber Efendimizin sözüyle kavmimizin belalara fitne-fesada, çeşitli şerlere duçar olmasına neden olduğu delillerle görülmektedir. Peygamber efendimizin sözünün asırlar öncesi önemine uygun olarak hareket edelim. Kabre varınca elçilerimizi yalanladılar ile amelleri boşa giden ve ayeti ile bu söz sonu akıbetimiz var! Nerede kaldı kitaplara inandığımız?
Peygamberlere inandığımız?
Ve peygamber sevgisi…
Sözünü dinlemeyen Uhudda ki okçular hem kendilerinin hem de birçok sahabinin ölmesine Sevgili Peygamber efendimizin yaralanmasına sebep oldu ve Salebe de sözünü dinlemedi Yazık oldu salebeye sözüne duçar oldu. Aynı olay Hz Musa as.’ın akrabası Karunda Peygamber sözünü dinlemedi. Hz Adem .as.ın oğlu kabilde dinlemedi. Bu Dünya sevgisidir. Tercih sizin… Bizde bu sözü dinlememezlik etmeyelim.
"Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz. "Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.
Bizler kadın erkek olarak ayet ve hadise bakarak birbirimizden üstünlüğümüz yok Üstünlük takvada demek ayet hadise duyarlılıkta… Peygamber (s.a.v.) mektubu ve etkileri buydu.
Haddimizi bileceğiz, Allahım bizleri İslamı Müslüman gibi yaşayanlardan eylesin..!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.