Bahattin Demiray

Bahattin Demiray

Kalbim temiz hastalığı

Kalbim temiz hastalığı

Zamanın insanları, "Benim kalbim temiz, zira ben insanları çok seviyorum, hep onlar için hayra koşuyorum." Diyenler vardır, bu sadece kendini avutmadır; İman ve ibadet etmemiş ve Allah c.c.emirlerini yerine getirmemiş, haram, günahlar ilee inkâr içindeki bir kalb kat'iyyen selim ve sâlim olamaz. Allahın emirlerini yapmayan gafletin, cahilliğin, küfrün kol gezdiği bir kalp ne kadar insanca davranışlar içinde de bulunursa bulunsun Îmân olmayınca bütün iyilikler, güzellikler, faziletler de yalan olur.

Selim kalp, insanlara zarar veren şeylerden salim olan kalptir. "Müslüman, müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kişidir." Buyurulmaktadır. Müslüman, eliyle ve diliyle kazancıyla, kimseye zarar vermemelidir.

Hz. Âişe Validemize sorarlar: "Allah Rasûlü'nün ahlâkı nasıldı?" Cevap verir: "Siz hiç Kur'ân okumuyor musunuz?” "Okuyoruz", derler. Hz. Âişe validemiz sözüne devam eder: "O'nun ahlâkı Kur'ân''dı.. Evet, müslüman, eliyle ve diliyle kimseye zarar vermeyecektir.

Bazen aile içinde olan, gerek erkeğin ve gerekse kadının ve iş yerinde olan huzursuzluklar ve geçimsizlikler Allah’ın ayet ve hadisi yaşamımıza koymamızın ve işimize geldiği gibi anlamamızdandır.

İş yerinde, evde İslami bir hayat yaşanmazsa, eşler ve diğer aile bireyleri, iş yeri arkadaşları devamlı birbirleriyle sürtüşme ve çekişme içinde bulunuyorlarsa, stres, psikolojik sorunlar, nefsin arzuları ve şeytanın vesvesenin hakim olması ile hayat son bulur. Böyle bir ortamda yetişen çocukların da ileride onlar gibi hırçın, kavgacı ve huzursuz ve topluma zararlı insanlar olması, kaçınılmazdır.

Kalp yaratacımıza ait bir merkezdir. Parayla, servetle, makamla ve değişik şeylerle tatmin olması mümkün değildir. Bu hususta ayeti kerime bunu çok açık bir şekilde ifade etmektedir: “İşte onlar iman edip gönülleri Allah’ı zikretmekle O’nu anmakla huzur bulan kimselerdir.

İyi bilin ki, gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur” Onlar, iman etmiş ve kalbleri Allah zikriyle yatışmış olanlardır. Evet, iyi bilin ki, kalbler Allah'ın zikri ile yatışır. Onlar ki, iman etmişler ve salih ameller işlemişlerdir, ne mutlu onlara, varacakları yer de ne güzeldir.) Yüce Rabbimizin hoşnutluğunu kazanma gayretiyle yaşamımızı iyi tanzim ederek, ebedi olan ahret hayatını kazanma uğraşısı içinde olalım.

Cebrail Aleyhisselâm, aklı, hayâyı ve imam Âdem Aleyhisselâm’a getirip, “Yâ Âdem! Allah Teâlâ sana selâm ediyor. Getirdiğim şu üç hediyeden birini kabul etmeni emir buyurdu.” dedi. Âdem aleyhisselâm, “Getirdiğin bu üç hediyeden aklı kabul ediyorum.” deyip aklı aldı. Bunun üzerine Cebrâil Aleyhisselâm îmân ile hayâya, “Siz gidebilirsiniz.” dedi.

İman, “Allah Teâlâ bana emreyledi ki, akıl nerede ise, sen orada ol! Bunun için ben akıldan ayrılıp gidemem!” dedi.

Hayâ da, “Allah Teâlâ bana da aynı şekilde emreyledi. Ben de, akıldan ayrılıp gidemem.” dedi. Allah Teâlâ kime akıl verirse, hayâ ile iman da onunla beraber bulunur. Aklı olmayanın ne hayâsı ne de imanı bulunur.

Allah'ın zikri ile Gönüller huzura erer, içsel acılar, sancılar şifa bulur, sükuna kavuşur, yatışır. Çünkü her şeyin başlangıcı ve sonu Allah'a bağlıdır. Bütünüyle sebepler zinciri Allah'dan başlar ve yine dönüp dolaşır O'nda son bulur. Allah deyince, düşünceler hareket hedefinin son noktasına erişmiş, mantıklar durmuş, bütün duygular, bütün korkular ve ümitler son durağına dayanmış bulunur.

Gönüller O'nun dışında hangi dünya nimetine meylederse etsin, hangi isteğe ulaşırsa ulaşsın, onların hepsinin daha iyisi ve daha üstünü, daha ötesi bulunduğundan, hiçbirinde karar kılamaz.

Bundan dolayıdır ki,Allah'ı zikretmeyen cahil ve gafil kalpler, hiçbir zaman ıstıraptan kurtulamaz, kalb huzuru, gönül huzuru veya "cemiyyet-i dil" denilen mutluluğu tadamaz. Huzur bulamaz, çırpınır da çıpınır durur. Üstelik bu çırpınış bir aşk neşvesinin uyandırdığı vuslat heyecanı da değildir, geçici sebeplerin, boş emellerin sarsılıp yıkılışından kaynaklanan bir hicran acısıdır ki, "Allah" demedikçe sürekli olarak devam eder gider. Allah'ın zikri ile kalbleri tatmin bulmuş olarak iman edenlerdir.

İman etmek için Allah'ın bir hatırlatması, özel bir bildirisi, en açık seçik tebliği olan Kur'ân'dan daha büyük, daha faydalı bir âyet, bir mucize olamayacağını bilirler ve kalpleri bununla tatmin mutluluğa ulaşır.

Birincisi, doğrudan doğruya zikir işini kalblerde yaratmasıdır ki, bu fiilî bir hidayettir.

İkincisi de Allah'ı hatırlatacak âyetlerle delilleri yaratması veya göndermesidir.

Bu ve deliller,  asayı ejderha yapmak, ateşte yaktırmamak, dağları yerinden oynatmak, ölüyü diriltme, gökten sofra indirmek, ayı ikiye bölmek gibi duyularla idrak olunabilecek âyetlerdir ki bunların etki gücü, olayın meydana geldiği ana ve orada bulunanların gözlemlerine bağlı kalacağından, geçici ve sınırlıdır.

Vicdan da özelliğini yitirmiştir, çürümüş ve bozulmuştur. Onun için Kur'ân'ın düşündürücü âyetlerinden istifade edemezler de cebir ve azab âyetlerini gözetirler. Baskı, şiddet ve zorbalıktan anlarlar. Dünya hayatında Allah zikri ile tatmin olamayanlar"Yürekleri bomboş" (İbrahim 14/43) (44 - Ey Peygamber! İnsanları, azabın geleceği gün ile korkut. O gün, zalimler şöyle diyecekler: "Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar ertele de senin davetine uyalım ve peygamberlere tâbi olalım." Onlara: "Daha önce ahirete intikal etmeyeceğinize dair yemin etmemiş miydiniz?" denilir.)âyeti gereğince gönülleri boş heva ve heveslere kapılmış kalmış, kalpsiz ve vicdansızdırlar.

Bir gün, Hasen-i Basrî hazretleri, “Din temizliği nedir? Din cevheri nedir? Din hazînesi nedir?” sorusuna şöyle cevap verdi: “Din temizliği abdest almaktır. Din cevheri, Allah Teâlâ’dan korkmak ve hayâ etmektir. Din kuvveti ise, na¬mazdır. Çünkü Allah Teâlâ, hayâ eden kulunu methetmiştir. Din hâzinesi ilimdir. Çünkü her kimin abdesti ol¬mazsa, dini temiz olmaz. Her kimin hayâsı olmazsa, onda dinin cevheri olmaz. Kimde Allah Teâlâ’nın korkusu olmazsa onda dinin cevheri olmaz. Her kimin ilmi olmazsa dinin hâzinesi olmaz.”

Yüce kitabımızda, şura suresi 8(87-89) (Ve insanların kabirlerden diriltilip kaldırılacakları gün beni zelil etme. O gün, ne mal faide verir ve ne de oğullar. Ancak Allah'a selim bir kalp ile varan kimse müstesna.») buyurmuştur.

İyi yaşamış, İyi ölmüş ve iyi dirilebilecek miyiz? Livaül-Hamd'in yolunu, Kevserin başına ulaşabilecek miyiz? Efendimiz, bizi tanıyacak mı? Allah Rasûlü: "Ben benimkileri tanırım" buyurur. Nasıl tanıyacağı sorulunca da: "Sizin alnı beyaz, ayakları sekili atı, yüzlerce ve binlercesi arasından tanıdığınız gibi ben de benimkileri abdest azalarından tanırım." cevabını verir. Allah Rasûlü sizi, alnınızdaki "Sîmahum fî vücuhihim min eseris-sücûd" (Feth, 49/29) âyetiyle mühürlenen damgadan tanıyacaktır. Ebû Hureyre (r.a.), kollarını omuzlarına kadar yıkıyordu. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulunca da: "Abdest azalarının nurunu arttırmak istediğim için" cevabını veriyordu. İşte bütün bunlar selim bir kalbe sahip olmanın görüntüsüdür.

Kaderde ne ise o olur etme merak, Nefsine uyma, Hakk’ın emrine bak. Altından ağacın olsa, zümrütten yaprak. Akıbet, gözünü doyurur bir avuç toprak selam ve duayla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bahattin Demiray Arşivi