“Şah İsmayıl” Operası Gara Garayev’in yeni müzik redaktesinde (1. yazı)
Dünya bestekârı, Sovyetlerin Devlet Sanatçısı, Prof. Dr. Gara Garayev sanat yaşamında bana göre hiç zaman hata yapmadı. Sanatında ve yaratıcılığı boyunca devamlı zirvelere doğru hep yükseldi, yükseldi… Onun Bale ve Senfonileri dünyanın en gelişmiş Amerika, Fransa, Almanya, ayrıca Kanada, Brezilya, İtalya ve düğer Opera ve Bale sahnelerinde sergilenmiş, Senfoni Orkestralarında bu gün de seslenmektedir… Dünya sahnelerinde tanınmakta olan bu deha bestekar, doğma vatanında bazı zihinsel ve cadı Hastaları tarafından nedense kıskançlıkla eleştirilere sebep oluyordu… Bu hain zihniyet ve taraftarları üzerine hep gittiler, gittiler… Bir örnek veriyim.
1938 yılında Müslim Magomayev’in “Şah İsmayıl” operasının zayıf Orkestrasının olduğunu fark eden deha Garayev opera partisyonunu ele aldı. Tıpkı Pus tarihinde deha besteciler - Rimski-Korsakov, Rubinştayn ve Hocası Dimitri Şostakoviç gibi hayırsever, dürüst kişiliği şahsiyetler gibi buna izin veremezdi. Kendisini şahsen yakından tanıdığım bu muhteşem besteci, Şah İsmayıl” Operasının besteci versiyonunun partisyonunu topyekûn yeniden, çağdaş düzeyde Orkestrasını çalıştı ve üst düzeye getirdi. Çok titiz davrandı ve besteci orijinalini korumuş oldu. Zamanın “ruh hastaları”, eskimiş “kilim” kafalılar üzerine gittiler, deha bestekârı “çağdaşlıkta” eleştirdiler. Kimi dersiniz? Deha Gara Garayev’i!
Moskova Bolşoy Operasında çalıştığım yıllarda (1976-1980) kendisiyle ya Besteciler İttifakında (Gara Garayev Sovyet Besteciler İttifakının Genel Sekreter Yardımcısıydı), ya Bolşoy Operasında pek çok defa buluşmuşumdur ve o yıllar hayatımın en tatlı ve unutulmaz yılları sayılıyor… Zaman-zaman ise Moskova Oteli’nde kahvaltı yaptıktan sonra ta, “Belorus” Metrosu’na dek yürüyorduk ve güzel konuşmalar yapıyorduk. En azından haftada bir defa sadece bu yolu mutlaka yürüyorduk. Belki de on kilometre yolu konuşarak yürüyorduk…
Gara Garayev, fevkalade akıllı, samimi, dürüst ve etiği, manevi kültürü üst düzeyde olan muhteşem bir şahsiyet idi. Küçük, dar kafalı insanlara savaş açmadı. Sakince davrandı, kimseyle diyaloga girmeyi bile lüzum bulmadı. Mütemadi davranışıyla M. Magomayev’in “Şah İsmayıl” Opera partisyonunu özel bir zarfın içine soktu ve üzerine “Elli yıl sonra açılsın”, sözlerini yazdı. Böylece yeni, çağdaş ruha sahip operanın taze düzenlemesi böylece rafa kaldırıldı… Neye göre, kime göre derseniz? İleride detaylı anlatacağım. Beni bu olaylarda rahatsız eden tek konu – Garayev gibi dünya şöhretli bir şahsiyet rencide ediliyordu ve vatanımda hiçbir Devlet adamı onu koruyamıyordu. Ve bu müstesna şahsiyeti korumak yerine ona Devletimiz tarafından hiç kimse sahiplenemedi… Yüksek manevi kültürlü deha Garayev, kendi yüksek yeteneğine, sanatına ve şahsiyetine atılan bühtanlar, iftiralar karşısında sakinliğini korudu, doğup büyüdüğü doğma vatanını ebediyen terk etmek mecburiyerınde kaldı ve Moskova’ya taşındı…
Opera Tiyatrosu’nun o yıllardaki ikiyüzlü, sahtekâr Müdürlüğü ve Besteciler İttifakı Başkanları, besteciler de sustular, iktidarın sert yumruğu, diktatör Stalin’in Azerbaycan’daki çekiç yumruğu sayılan, Azerbaycan Komünist Parti Başkanı, Mir Cafer Bağırov’a hoş görünmek için Opera Müdürlüğü bu menfur ve hain adama resmi yazı yazdı:
-Menfur olay bitmiştir, Opera eski haliyle seyircilerin rağbetini kazanmaya devam ediyor, - ibaresi ile makam sandalyesini korumuş oldular.
Hala Bakü Operasında çalışırken, Müdür, Azer Rzayev bana: -Tüm sanatçıların tek isteği vardır. Senin ‘Şah İsmayıl’ operasını sergilemeyi temenni ediyorlar. Odur ki, sen bu operayı yeniden sergile, diye teklifte bulundu. Librettoyu, şan partisyonu elime aldım ve evime kapıldım. Partisyon üzerinde uzun çalışma yaptım. Opera dramaturgisinde ciddi değişmelerin olduğunu fark ettim. En büyük hata, yanlışlıkla Sefevi Devletinin kurucusu, Şah İsmayıl Hatai’nin ismi zalim Aslan Şahın oğlu olarak değiştirilmiştir. (Dedem ve tüm akrabalarım İran’ın Erdebil, Erzurum ve Sevas kentlerindendir. Rahmetlik nenem İncibeyim Hanım ise Uzun Hasanın kardeşi kızıydı ve bizzat Şah İsmayıl’ın kanını taşıyordu. Ve ben bu akrabalık tarihini iyi araştırmışım ve Erzurum’da, Arşivlerinde çalışmalarım olmuştur, 1990-1992 yıllarında)…
Opera librettosundaki bu değişçilikleri kim tarafından yapıldığını detaylı araştırmaya koyuldum. Bu sahtekârca yapılan rezaleti, hangi nadan ve hain yapmıştır, bilmiyordum. Ama yapmışlar. Af edilmez bir hataydı. İlimler Akademisinin yolunu tuttum ve çok kıymetli dostum, sevdiğim bilim adamı, rahmetlik, Akademik, Ziya Bunyadov’un önünde oturdum ve konuyu detaylı tartıştım kendisiyle. Beni içtenlikle destekledi ve şöyle dedi:
ÜNLÜ BİLİM ADAMLARI BANA SİPER OLDULAR
-Hangi hain bunu yapmıştır, bilmiyorum, ama tarihi bir hataya yol verilmiştir. Bunu neden yapsınlar ki? Şah İsmayıl Hatai nereye, Aslan şah nereye? Bunlar başka-başka Destanlardır, kişilerdir. Eflatun, gel seninle birlikte bir makale yazalım ve “Edebiyat” Gazetesinde basalım. Olur, dedim. Yazıyı yazdım, kendisine götürdüm. Okudu ve tek kelime değişmeden imzasını koydu. Yazı basıldı ve sanki Bakü’de Atom bombası gibi patlak vermiş oldu. Eski kilim ve halıların çürümüş, bozuk “kalıntıları” hala da yaşıyormuşlar, bilmiyordum. Her kes üzerime gelmeye başladı… Ziya muallim beni aradı davet etti yanına:
-Hiç endişe etme, arkandayım. Bunlar çöp kutularıdır. Olur, böyle şeyler. Telefona sarıldı, beni El yazmalar Enstitüsü Müdürü Kahramanov’a gönderdi. Gittim. Orada bulunan beş bin sayfalık notaları tek-tek araştırdım ve vahim bir olayla karşılaştım, yeniden Ziya Bunyadov’un önünde oturdum. Akademideki ender bilim adamları, Ogtay Efendiyev ve daha nicelerini odasına davet etti ve ben onlara ilmi “brifing”, kaynakçalara dayalı maruza sundum. Her kes şaşırdı kaldı.
-Bunu tarihi değişmeleri kimler ve neden yapmışlar? Prof. Dr. Ogtay Efendiyev, dedi. Her kes konuşmaya başladı. Belli oldu ki, eski kafalı hainler, besteci El yazılarını değişmişler ve İran’a hoş görünmeleri için Magomayev’in El yazılarında ciddi değişiklikler yapmışlardır. Bunların düzeltilmesi gerekiyordu. Şef, Rauf Abdullayev, Ferec Garayev’i aradı ve babası Gara Garayev’in mühürlediği zarfın açılmasını rica etti. Bu arada ünlü şan ustası Müslim Magomayev beni evine davet etti. Gittim. Oturduk ve uzunca onunla operayı, değişimcilikleri ve berbat hala düşmüş El yazıları kendisine de gösterdim. Ünlü Müslim dürüst ve saf insandı, şöyle dedi:
-Bana yıllardır diyorlardı. Fakat şimdi beni ikna ettiniz. Ve ben bunların düzeltilmesini için devletten resmen, yazılı talep edeceğim. Sana yürekten destek olacağım. Sana her türlü desteği esirgemeyeceğim. Lütfen bunları düzeltin ve Garayev’in yeni düzenlemesinde sergileyin, dedi.
Daha sonra dedesinin orijinal El yazısı olan, eski, siyah kovluktaki Orijinal El yazısını, şan partisyonu, bütün Notaları bana verdi.
ÜNLÜ ŞARKICI MÜSLİM YANIMDA BAKANI ARADI
Epeyce konuştu ve sonunda ekledi: -Ben rejisör Eflatun Beye güveniyorum ve siz de ona destek olun, lütfen!
-Bak, Eflatun, ben sana kendim gibi güveniyorum. Bu Elyazıları hiç, amma hiç kimseye verme, lütfen. Babamın El yazılarıdır. Sana güvenerek veriyorum… Bir daha tekrarlıyorum, Garayev müzik redaktesi üzerine sergilemenizi istiyorum. Bakana da söyledim. Bunun için ne gerekiyorsa yapacağım. Arkandayım,” dedi.
Bestecinin orijinal Elyazısı Klaviri (Operanın Şan Partisyonu) alıp evime kapandım ve derinden inceledim. Operadaki hainler, küstahça Besteci El yazısını haince değiştiklerine şahit oldum.
Şef, dostum Rauf elimdekileri inceledi ve küfürler söyledi. –Bunu hangi hain, kimler yaptı ve neden?
Rauf Abdullayev, Ferec Garayev’le üçümüz, birlikte usta bestekâr Garayev’in yaşadığı evine gittik. Babasının El yazısı zarfı huzurumda açtı. Alil acele Notaları inceledim ve Müslim Magomayev’in bana vermiş olduğu besteci El yazısıyla kıyasladım. Aynı olduğunu gördük. Seviniyordum. Ferec, tümünü bana verdi: “Sana güvenim sonsuzdur, al bu Notaları ve bunun üzerinde çalış. Hepimiz arkandayız. Ben Bakana da sabah telefonda bunları söyledim…
Ertesi sabah cesaretle Opera müdürü, Azer Rzayev’in önünde oturdum: -Azer muallim, ben Garayev’in yeni müzik redaktesi ile sergileyeceğim. Operadaki notalar yanlıştır ve besteci El yazısına uygun değildir. Birileri Magomayev’in El yazısını haince, gaddarca değişmiştir. Kim bu hain adam, bilmiyorum” dedim.
-Sen doğru söyledin. Önceki değicilikleri şef, Afrasiyab Badalbeyli yapmıştır. Hepimiz biliyoruz ki, bu İsmayıl hiç de Şah İsmayıl Hatai değildir. Ben de sana katılıyorum. Haydi, ben de senin yanındayım. Bak, Eflatun, Gülhar Hasanova yanıma geldi. Bundan rahatsız olduğunu ifade etti. Yanında da Firidun Mehtiyev ve başka zayıf pislikler vardı. Ben onlara aynen dedim ki, bu iş Rejisörün hakkıdır. Besteci orijinali üzerine operayı sergilemek istiyor. Bana göre de doğru olanı yapıyordur, ona inanıyoruz, dedim. Adamlar sinsi ve sert tavırlarıyla seni rahatsız edecekler, lütfen dikkatli ol.
-Çok sağ ol. Ben çalışmalarıma başlıyorum.
Böylece Operamız Gara Garayev’in yeni müzik redaktesinde çalışmalarına hız verdi. Dekorumuzu Tiflis Opera Tiyatrosu’nun Atölyelerinde sipariş verdik. Dekorları ressam Fuad Abdurrahmanov hazırladı. Çok hoş, sevimli ve sade insan idi. Onunla yol yoldaşı olmak da güzel idi. Onunla uzun-uzun özel Atölyesinde dekoru tartıştık, yorumumu anladı ve birlikte Tiflis’in yolunu tuttuk. Ressam gibi onun operada ilk temsili olduğundan her detayı anlatmak durumundaydım. Oğlu Arif de ressamdı ve Kostümleri çiziyordu. Onun da tiyatroda ilk çalışmasıydı. Yeni müzik redaktesi, yeni dekoratör, yeni ressam. İşlerim o kadar da kolay olmadı elbette…. Arkada ise bir yığın “çöp Ordusu”, Garayev’e muhalif kişiler (onlara kişi sözü bile yakışmıyor) karşı duruyorlardı. Neden “Çöp Ordusu” diyorum, çünkü bazı sanat adamları, şair ve bilim adamları da (ünlü şair Bahtiyar Vahabzader, Akademisyen Püste Azizbeyova) konuya müdahil olmadıklarından dolayı kendi tarihlerini tahrif edenlerle birlikteydiler. Tarihi yanlışlıkları düzeltmeye, opera dramaturgisinin daha dinamik, daha gerilimli, dramatik, nizamlı yükselişini korumaya kalkmıştım ve bu cılız, basit, eğitimsiz çöp kutusu kişiler karşı duruyorlardı?! Aralarında sevdiğim şair dostum, Bahtiyar Vahabzade de vardı ki, bir ara bana piyesini getirmişti. Çok zayıf buldum ve kendisine uzun-uzun konuyu, eksikleri anlattım. Beni de sevdiğini biliyordum. Aradım kendisini, konuyu izah ettim:
-Eflatun, dostumsun, seni seviyorum, beğeniyorum. İnan ki, bunları bilmiyordum. Bana metni değişmişsin, dediler. Şimdi olayı anladım ve senden özür diliyorum. Bu günden yanındayım, yoluna devam et. Kimseyi de dinleme…-dedi.
-Sahne provalarım gerilimli, zaman-zaman da duraklamalarla devam ediyordu.
MÜSLİM MAGOMAYEV’İN “EL YAZISI”NI BENDEN ÇALMAK İSTEDİLER
Bu arada Operamızın Korosu’nda İsmayıl Hacıyev (besteci Cevdet Hacıyev’in oğlu) çalışıyordu ve aralıklarla provalarımda oturuyordu, bana yaklaşarak, “Çok harika çalışıyorsunuz, sizi tebrik ediyorum, güzel bir temsil olacaktır”, diyordu. Onun iltifatlarını samimi buldum, çünkü daha öncelerde kendisini tanımıyordum. Sonraki provalarımda devamlı geliyordu ve arka sıralarda oturuyordu. Bana samimi görünmeye çalışıyordu. Bir gün de provadan sonra yanımdan ayrılmadı, “Eflatun Muallim, izin verseniz evinizdeki Magomayev’in El yazısına baka bilir miyim? Bunu ben de öğrenmek istiyorum…”. Adamın samimi olduğuna inandım ve evime davet ettim. Öğlen yemeği yedik ve Magomayev’in orijinal El Yazısını önüne koydum. Bu arada çay içtik ve İsmayıl dikkatle notalara bakıyor, “Harikadır, bu Magomayev’in hakiki el yazısıdır… Eflatun Muallim, atam Cevdet de bu notaları görmek istiyor. İzin verseniz notaları atama gösterim ve bir saat sonra size getireceğim…”
Aklıma hiç ne gelmedi, şüphe falan etmeden: -Olur, ama hemen de getirmen lazım. Çünkü akşam Provasına hazırlanacağım. -Notaları aldı, teşekkür etti ve sevinerek gitti.
Üzerinden bir saat geçti, ama İsmayıl gelmedi ve ben heyecanlandım ve kendisini aradım. Telefonu açan olmadı. Bir daha aradım… Cevap veren olmadı. Heyecanım daha da arttı… Kalktım, giyindim, arabama atladım, evlerinin önüne geldim. Hangi katta, hangi blokta oturduğunu bilmiyordum. Binadan çıkan adama kendimi tanıttım ve Cevdet Hacıyev’in dairesini sordum. Önüme düştü, dairesinin düğmesini bastı. İsmayılı sesinden tanıdım:
-Bak, İsmayıl, şimdi hemen Notaları aşağı getirip kapınızın önünde bana vermesen, evinizi Polisle basacağım. Sen çok ikiyüzlü ve sinsi adamsın. Evime dek geldin, yemek yedik, şimdi de beni buraya gelmeye mecbur ettin… Hemen, şimdi getir, bekliyorum... -Sustu ve ciddi olduğumu anladı ki: -Şimdi, hemen geliyorum, biz hala bakmaya devam ediyorduk. Neyse, geliyorum…
İsmayıl’ın yüzü ben beyaz olmuştu. Baya korkmuştu. Notaları bana uzattı: -Biz hala bakıyorduk, ona göre gelemedim. Özür dilerim, lütfen bağışla, -dedi.
Ben, onun sinsi yüzüne bakmadan, acele etmeden notaları sayfa-sayfa çevirdim, tümüne dikkatle baktım. Notaların yerinde olduğuna emin oldum. Hainin kirli yüzüne bakmadan:
-Sen samimi değilsin, dürüst de değilsin. Bir hata yaptım, sana güvendim… Telefonu neden açmadınız? Sinsi ve hain planınızı anladım. Bu günden sonra provalarıma gelme, dışarı atacağım, yakarım sizi… Babana da, annene de aynısını söyleye bilirsin: -Hepiniz pisliksiniz…
Devamı vardır…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.