Sevgi ve saygımıza sahip çıkalım
Dünya imtihanında insanlık Sevgi saygı etrafında yaşarken örf ve adetlerimiz sahip çıkalım… İmanın insana kazandırdığı hasletlerden biri de ahde vefadır. Yapılan iyilikleri unutmama, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha güzeliyle karşılık vermeye kötülük yapanlara ise, iyilik ile cevap verenlere vefakâr denir.
Bizler de, Evet, Rabbimizsin Yüce Rabbimize verdiğimiz ahdimiz budur. Bizi anne karnından başlayıp kabire kadar terbiye eden, melekleriyle, peygamberleri ve kitaplarıyla hayatımızın nasıl olmasını isteyen, kontrol eden, denetleyen, yasak koyan ve düzenleyen yer yer sıkıntılar, hastalıklar, her türlü belalar, musibetler, savaşlar, ile varlığını hatırlatan, ve tagut olan şeytanın vesvesesine onun taraftarı olan kimselerle hayatımız boyunca mücadele edip kulluğumuzu yalnız Allah’a göstermemizdir.
Verdiğimiz sözün ve kulluk ahdimizin ne olduğunun bilincinde değilsek bizim halimiz vefasızlıktan da öte nankörlük değildir de nedir?
Allah-u Zülcelal’e verdiğimiz sözümüzde iman etmekle ve İmanın derecesi de söz vermiş olduğumuz ahde sadık kalıp kalmamayla ölçülmektedir. Ahzap suresi 23 de; “Mü’minler içinde öyle yiğitler vardır ki, Allah’a verdikleri sözlerine sadâkat gösterdiler. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi çarpıştı, şehid oldu, kimi de sırasını beklemektedir. Bunlar asla sözlerini değiştirmemişlerdir.” Verilen sözün arkasında duran müminlerin Yüce Yaratıcımızın bize vaad ettiği cennet için; aşamayacağımız hiçbir zorluk söz konusu olamayacaktır.
Vefakarlığın da en güzel örneğini;Hz. Peygamber s.a.v. kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymen'i, ücret karşılığı da olsa yıllarca kendisine bakan süt annesi Halime'yi, süt kardeşi Şeyma'yı, çocukluğunu yanında geçirdiği Ebû Talib'in hanımı Fatıma'yı:. ömrü boyunca unutmamış, her fırsatta onlara ilgilenmiş, yardım etmiştir.
Mekke müşriklerinin zulmünden kaçan Müslümanlara kucak açan Habeş Necaşi'sini daima hayırla yad etmiş, öldüğünde gıyabi cenaze namazı kılmış ve dua etmiş, yıllar sonra oğlu Medine'ye geldiğinde, babasına hürmeten bizzat kendi eliyle ona hizmet etmiştir.
Allâh ile ahitleşmiş ve böylece kendisinin hür iradesiyle görev ve sorumluluk bilinci içinde müminin ahlâkî bir kulluk borcudur. İster insanlara, ister Allâh'a karşı verilmiş olsun her ahit, söz, antlaşma ve yükümlülük şartlarını taşıyan insanın, sorumluluğunu yerine getirmesine ahde vefâ veya ahde riâyet denilir (Bakara, 2/177) Kurtuluşa eren o müminler ki, onlar emanetlerine riayet ederler. Hiç bir kimsenin hukukuna, namusuna, haysiyetine tecavüzde bulunmazlar. Kendilerine bırakılan emanetleri yapılan sözleşmeleri, sahipleri adına korurlar. Kendileri için birer emanet sayılan hayatlarını, kuvvetlerini de kötüye kullanmazlar. Onlar vermiş oldukları sözlere, yapmış oldukları mukavelelere de riayet edenlerdir.
Gerek Allah Teâlâ'ya karşı üstlenmiş oldukları ibadetleri, vazifeleri güzelce ifaya çalışırlar ve gerek insanlar ile yapmış oldukları ahit, sözleşme hükümlerini mutlaka yerine getirirler. Bu da o müminlerin vasıflarıdır. Mü'minûn, 23/8) Ahit; Verilen kesin söz, bağlamak sıkıca düğümlemek anlamına gelir. Bir konu hakkında vaat edilen kesinleşmiş söz demektir. Vefa ise; kendisiyle ömrün sonuna kadar muhabbeti, ilgi ve alakayı kesmemek anlamına gelir. Ahid ve Vefa,vaat edilen antlaşma ve söz, kardeşlik şuuru içinde, Allah c.c. sevme, sevgisini, rızasını kazanmadan geçer.
Allah c.c., Davud aleyhisselama buyurdu ki: “Beni kullarıma anlat, Beni sevdir.”
Davud aleyhisselam: “Ey Rabbim! Seni kullarına anlatabilirim” dedi, “Ama nasıl sevdirebilirim?”
Allah c.c. buyurdu ki: “Sen kullarıma, onlara ihsan ettiğim nimetlerimi hatırlat, açıkla; Ben onların kalplerinde sevgiyi yaratırım.”
İman, yalnızca, dille söyleyerek, taklidi ve zihinsel bir inanma olarak değil, bunun yanında kişinin dini kurallara uyacağına severek, isteyerek, gönüllü, aşk ve vecd ile tahkiki iman ve iman hakikatlerine sarılarak ortaya koyması gerekmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Ahdini bozarak hainlik edenler için Kıyamet gününde (halk arasında teşhir olunmak üzere) büyük bir sancak dikilir. Bu, falancanın ahde vefasızlığıdır, hıyanetidir denilecektir. Buhari" ‘Bizi aldatan bizden değildir.’ Müslim
Ahde vefa'nın zıddı "gadr"dır. Tâgûta iman edenler, ruhlar aleminde verdikleri ahdi dünyada bozmuşlardır. Bu gadr, en büyük zulümdür. İnsanın kendisine karşı, ailesine ve topluma, yaratıcısına karşı zulmüdür… Kelime-i Şahadet ve Kelime-i Tevhid’i söylediğimizde Allah’a verdiğimiz söz ile, hiçbir ibadet edilecek, itaat edilecek varlık olmadığını, ancak, Rab olarak Allah’tan peygamber olarak Muhammed a.s.dan din olarak İslam’dan, hidayet rehberi olarak kurandan memnuniyetimizi her halimizle ifade etmeliyiz. Yaratan ve kanun koyucu olan tek Allah’a inanıp O’na verdiğimiz sözü tutmak için O’nun mesajı olan, Kur’ân’ı okuyup, kalben ve ruhen rahatlayıp huzur bulmak için, (13 Ra’d 20 Allah Teâlâ'nın ahdini yerine getirdiler, üzerlerine aldıkları vazifeleri yerine getirmeye çalıştılar, ruhlar âleminde itiraf etmiş oldukları Allah'ın rablığını tasdikde devam ederler ve verdikleri sözü bozmazlar. İmânların’da, sözlerinde, antlaşmalarında doğruluktan ayrılmazlar.) boş lakırtı ve sohbet etmiş olmamak, vaktimizi boşa verip günah kazanmamak, sevabımızı artırıp hayatımızı düzeltmek için, (4 Nisâ 114) Allah’a verdiğimiz sözü yerine getirmek, İyi, güzeli ve doğru olan şeyleri anlatmak ve kötülüklerden sakındırmayı rehber edineceğiz!
Bir menkibe de: Bir savaşın en kanlı günlerinden biridir. Bir asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü görür. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı bir durumda, kurşun yağmuru altındadırlar. Asker, teğmene koşar ve “Komutanım, arkadaşım yaralandı, müsaade ederseniz onu alıp gelebilir miyim?..” diye sorar. Komutan, “Delirdin mi sen?” dercesine bakar ona, “Gitmeye değer mi?.. Arkadaşın delik deşik olmuştur... Yaşaması mümkün değil, çoktan ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atmış olursun, gitme.” der.
Asker çok ısrar edince teğmen “Peki” der.. “Git o zaman…” Vefa abidesi asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaşır. Onu sırtına alıp koşa koşa döner. Birlikte siperin içine yuvarlanırlar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene eder; sonra da onu sipere taşıyan arkadaşına döner ve “Sana, ‘hayatını tehlikeye atmana değmez’, demiştim. Bu zaten ölmüş..” diye söylenir. Bu sitemi işiten asker, “Değdi komutanım, gittiğime değdi; hatta ölseydim, öldüğüme de değerdi.” der. Teğmen sorar. “Nasıl değdi? Bu adam ölmüş, görmüyor musun?..” deyince vefa insanı cevap verir: “Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda arkadaşım henüz yaşıyordu. Kanlar akıyordu; ama beni görünce çok sevindi, tebessüm etti; belki bir cümlelik canı kalmıştı, son nefesinde şöyle dedi: “Geleceğini biliyordum dostum!.. Geleceğini biliyordum..”
“Geleceğini biliyordum” ifadesi aslında vefayı anlatıyor. Dost ikliminde yetişen ahrette dost olmanın aşkıdır.
Allah c.c. karşı vefalı bir kul olmak, emirlerinden dışarı çıkmama ile... Efendimiz’e vefa göstermek istiyorsak O’nun sünnet-i ni hayatımıza uygulamayla….
Maneviyat büyükleri, akraba ve arkadaşlarımıza vefalı olmak istiyorsak onlara doğruyu güzeli, dinleyerek ve anlatarak onlara vefa ile soran, hatırlayan, darlığında yardım eden, kucaklayan olmadan geçer. Hz. Mevlana der ki ; Dostlarını daima vefa ile hatırla can ! Arayan sen ol, bulan sen; Tanıyan sen ol, kucaklayan yine sen. Kula vefası olmayanın HAKK'a vefası olmaz!
Ne olursan ol hep, kutsal değerlerine, hayatına, vatanına, şehidine, atana, evlâdına, akrabana, dostuna, ruhuna vefâlı ol. Emanete sahip çık, Bizlere vaat edilen cennet aşkına sarıl.. Ömrü istediğin gibi değil, istenilen gibi hakkıyla yaşa….
Düşmanlıkları, malayaniliği, öfke ve gayzı, kini, nefreti, ırkçılığı, fırkacılığı, isyanı, sabırsızlık, vefasızlığı, yalancılığı, küfrü, kibri, zulmü, hasedi, fitne ve fesadı, gıybet, nankörlüğü ve su- i zanı unut… Bunları unutmakla ibadette, hayatta, ahrette güzel olur. Unutmamamız gereken, ruhlar aleminde verdiğimiz sözdür. Ziya Paşa :’’ İnsana sadakat yakışır görse de ikrah, Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah ‘’diyor.
Bir genç, peygamberliğinden önce Allah Rasûlü (asv) ile bir alışveriş yapmış, biraz beklerse hemen getireceğini vaad ederek oradan ayrılmış, ama sözünü unutmuş. Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğu yere geldiğinde, onu aynı yerde beklerken bulmuş. Allah Rasûlü (s.a.v.), bu yaptığı karşısında kendisine serzenişte bulunmayıp sadece:"Ey delikanlı! Bana zahmet verdin, üç gündür burada seni bekliyorum." demiştir. (bk. Ebu Davud, Edeb, 82, h. No: 4996) ", "İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz." İbn Mâce, Ruhûn, 4.
Fertleri arasında vefâkarlık olmayan toplumlarda güven ve itimat sarsılır, sosyal bir çözülme başlar. Vefakârlık, dostlukların devamını sağlayacağından, sosyal dayanışmayı, ticareti, evliliği, akrabalık ve komşuluk ilişkilerini daha güçlü kılar. İnsanlar arasında olduğu gibi, cemiyet ve devletin de, kendisine hizmet etmiş kişilere vefakâr davranması, onların kıymetini takdir etmek imanımız gereğidir. Ebu Hureyre radıyallahu anh'ın rivayet ettiği bir hadiste Resulullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur: "İnsanlara teşekkür etmeyen, Aziz ve Celil olan Allah'a da şükretmez."
Selam ve duayla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.