İsmail Akgün

İsmail Akgün

Vefa

Vefa

Anadolu, çilelerin hamur olup yoğrulduğu bir coğrafyadır. Malazgirt Zaferi ile kapılarını açan bu verimli (mümbit) coğrafyada, mücadele durmaksızın devam ediyor. "Haçlı Orduları" bizzat ya da süslü kavramları kılıf yaparak saldırmaktan bir an bile geri durmuyorlar. Değişen sadece yöntem ve şekilden ibarettir.

Saldırılara karşı bin yıllık mücadele de durmaksızın devam etmektedir. Son iki yüz yılımızın yaklaşık 70 yılı savaşsız gibi görünse de “Batılı Dostlarımız (!)” tarafından beslenip semirtilen sağ-sol, daha sol, daha sağ, etnik köken ya da falanca kişi milliyetçiliği, İslamcılık kılıfı altında din düşmanlığı, Alevi-Sünni gibi mezhep ayrılıkları üzerine kurulan "terör örgütleri" ile durmaksızın saldırıyorlar. Bunlara karşı mücadelemiz de durmaksızın devam etmektedir. Binlerce can, milyarlarca kaynak heba oldu. Uyanmazsak olmaya devam edecek…

Yakın tarihimizde; 93 Harbi olarak bilinen 1878 Osmanlı-Rus Harbi, büyük acılar yaşatmıştır. Hele de “Sarıkamış Şehitleri” değil yaşamaya, okuyarak duygudaşlık (empati) bile kurulacak gibi değildir. Balkanlar, Trablusgarp Cephesi, Yemen ve Hicaz Cepheleri, Çanakkale Savaşı ve daha nice cephelerde savaşabilecek 18 yaş üstü erkek kalmadığından bıyıkları bile henüz çıkmamış, 15 yaşında ergenlik çağındaki lise öğrencileri savaşmak üzere cepheye sevk edilmek zorunda kalınmıştır. Hasret, yokluk ve acılara rağmen mücadele eden Anadolu insanı başta olmak üzere, Osmanlı çatısı altında yer alan farklı etnik kökendeki hemen herkes bu mücadelede yer almıştır. Çanakkale Şehitliğine bakmak, bunu anlamak için yeterli olacaktır.

***

Tarihimizi okuyarak öğrenmemiz gerekiyor. Bunun en iyi yollarından biri de kitap fuarlarıdır. Fuarların yazar ile okuyucuyu buluşturması, gelişim ve aydınlanma bakımından özel bir öneme sahiptir. Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Ankara Şubesi Şube Başkanı Sn. Mehmet Sait Uluçay’ın daveti ile 17. Ankara Kitap Fuarı’na katılma fırsatım oldu. “İmza günü” adı altında ilk etkinliğim olması, dostlarımın ziyaretleriyle verdikleri destek, benim için güzel ve unutulmazlar arasında yerini aldı. Bu vesileyle “Tüm Yönleriyle Mobbing ve Siber Mobbing” kitabım bir fuarda ilk kez okurla buluşmuş oldu.

Kendisi eski bir bürokrat olmanın yanında şair ve yazar olan Uluçay, TYB üyesi olup standa gelen emekli iş başmüfettişi ve yazar Mehmet Sami Şepitçi Beyefendi ile de tanışmamıza vesile oldu. Kitap ve kitap Fuarları sıkça kullandığım “Okumak özgürlüktür. Yazmak ise özgürlüğe giden yolu aralayıp aydınlatmaktır” sözümün adeta harman olduğu yerlerdendir. Bu yönüyle birçok güzelliklerin kapısını aralar. Tıpkı geçmiş fuarların birinde; emekli öğretmen, yazar, şair Songül Dündar ve sanatçı, ünlü halk ozanı, eğitimci, yazar, şair Selahattin Dündar gibi ender bulunan isimlerle tanışıp engin dostluklar kurma bahtiyarlığı da yaşatmaktadır.

Yazar Şepitçi ile tanışmamızı daha da anlamlı kılan adıma imzalama lütfunda bulunduğu "Yemen Sızısı" adlı tarihi romanıdır. İki günde ve adeta bir solukta okudum. Okurken kâh gurur duydum, kâh kahırlandım, kâh gözyaşı döktüm. Kitapta, dedesi “Gazi Mehmet Çavuş” “Yemen Cephesinde” iki kez ve 11 yıl savaşmış. Ardından da Çanakkale Savaşında yer almış bu isimli ve diğer isimsiz kahramanları konu edinmektedir. Akıcı bir şekilde kaleme alına kitapta ibretlik dersler bulunmaktadır.

Farklı örneklere de yer veren Şepitçi, bir kadının asker uğurlarken tren istasyonunda biriken kalabalığa “dedesinin 93 Harbine" katıldığını, oğlunun "Yemen'de yıllarca çarpıştığını” anlatmaktadır. Can paresinin oradan da "Çanakkale geçilmesin” diye “bedenini siper et evladım, sağlıcakla git, sağlıcakla gel” diye dualar ve tembihlerle uğurlama sahnesi ibretlik bir şekilde anlatılmaktadır. Ayrıca kitapta, kahramanlar ve kahramanlıkları duygulu ve öğretici (didaktik) birçok örnekle anlatılmaktadır.

Yazar, ülkenin dört bir yanına açılan cephelerde çoğu zaman aç ve susuz bir şekilde savaşmaları yetmezmiş gibi özellikle İngilizlerin her zamanki fitne ateşi ile kışkırtılan ahali ile mücadelesine de yer vermektedir. Savaş ve yokluk nedeniyle baş gösteren kolera, tifo, veba gibi pek çok hastalık, açlık ve susuzluk nedeniyle vücutları bitkin düşmüş binlerce askerin savaşamadan şehit olmasına yol açmıştır. Genel Kurmay Başkanlığı kayıtlarına göre sadece Yemen'e gidip çoğu dönemeyen 1.000.000 (bir milyon) asker olduğu, “Ah o Yemen'dir gülü çemendir. Giden gelmiyor acep nedendir?” Türküsüyle de çarpıcı bir şekilde anlatılmaktadır. Diğer cephelerde ölen milyonları da düşündüğümüzde bugünlere ne büyük fedakârlıklarla geldiğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

Savaşlardaki tehlikelerle birlikte açlık ve susuzluk sorunu, hastalıklar, güneş çarpması ya da soğuktan donma ile hıyanetlere uğramalara rağmen kurtulup memleketlerine dönebilenler, en şanslı olanlardandı. Lakin döndüklerinde en sevdiklerini bulamayanların yaşadıklarını söz ya da yazı ile anlatma imkânı yoktur. Hiçbir vefa bu bedeli ödeyemez. Geleceğe ata yadigârı olan bu kutsal vatan emanetini salimen ulaştırmak ve geliştirmek hepimizin kaçınılmaz tarihi görevleri arasındadır.  

Bugünü daha iyi anlamak ve kıymet bilmek için düne bakmak gerekir. Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Dost kim, düşman kim? Kültürel yozlaşma ile hayran bırakıldığımız "Batı Medeniyeti (!)" atalarımıza ve dünyanın birçok coğrafyasında nice mazlumlara neler yaşatmış? Hangi bedeller ödetmiş? Sömürmek için neler yapmış? Halen neler yapıyor? Bilmek zorundayız. Unutturulsa bile bugün yaptıklarına dikkatlice bakmak, anlayabilenler için yeterli olacaktır.

Bilmek için okumak, okudukça gelişebileceğimizi unutmamak gerekir. Dününü bilmeyen bugünün kadir-kıymetini de bilmez. Ata yadigârını hoyratça kullanan, gelişmenin önüne beceriksizlikleri ve EGO’larıyla ya da satıldıkları bedeller nedeniyle set vuranlar, hainlerin yoldaşıdırlar. Dünden bugüne ve yarınlarda; canları ve malları ile fedakârlık yapanlara selam ve hürmetlerimle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İsmail Akgün Arşivi