20 Ocak Türklerin kanlı günüdür. Ruslar Azerbaycan Türklerini yok etmeye kalktılar
Mihail Gorbaçov, Azerbaycan’ı işgal etmek için Tuzak Kurdu. 20 Ocak 1990 yılında ben Bakü’deydim. Kanlı günlerin canlı şahidiyim. Ruslar, tıpkı 1918 yılında olduğu gibi yıllarla dede-baba topraklarında yaşayan Azerbaycan Türklerini yok etmek istediler. Etnik temizleme yapmak amacıyla Kremlinde tuzak planı hazərlandı. Ve planın baş mimarları Ermeni Daflnaksütün Partili, Kremlin kilit isimleri, Mihail Gorbaçov’un siyasi danışmanları, Agambekyan ve Şahnazarov idiler. Yani hiç ne tesadüfü olmamıştır, her şey planlı olarak, düşünülmüştür ve gerçekleşmiştir.
Ermeni Daşnaksütün partili üyeler, fikir merkezi sayılan, Fransa’daki Ermeni lobisinin desteği ve ideası gereği, Azerbaycan Türklerine karşı başlattıkları soykırım planı devam ediyordu. Planı daha önce de gerçekleştire bilirlerdi. Amması vardı, çünkü tek sorun büyük önder Haydar Aliyev idi. Politibüro’da Gorbaçov’un Garabağ planına karşı direniyordu, siper olmuştu. Buna göre de plana göre ilk önce büyük devlet ve siyaset dehası, merhum Haydar Aliyev’i Politbüro’dan istifaya zorladılar. Büyük Önderin istifasından tam 20 gün sonra Gorbaçov’un siyasi danşmamı ve azizi olan Agambekyan (ki onlarca Azerbaycanlılara Tez Danışmanlığı yapmıştır ve bu Azerbaycanlı öğrencilerde milli kururu ve ruhu zayıflatmayı başarmıştır), Fransa’da Daşnaksütün partili lobileri karşısında, “Garabağ Ermenilerindir”, konulu ilk Konuflmas› dünyada yankı uyandırdı ve Gorbaçov’u hareketlendirdi. Bu konuflması ile bin yıllarla Batı Azerbaycan topraklarında (Lenin’in 1920 yıllarında kurmuş olduğu oyuncak Ermenistan devleti), ta Osmanlıdan önceleri burada yaşayan soydaşlarımızı zor kullanarak göç etmeye başladılar. Daha sonra Garabağ topraklarında meskûnlaşan soydaşlarımız, Rusların teşviki ve yardımlarıyla öldürülmeye, kovulmağa başlandı. Böylece, Garabağ’da yerleşen 336. Rus Tugay Komutanlığı ve Ermenistan Silahlı Kuvvetleri güç kullanarak Azerbaycan Türkleri öldürmeye, evleri yakımaya ve topraklarımızı işgal etmeye başladılar. Dikkat ederseniz, ne zaman? Haydar Aliyev’e Karşı Gorbaçov Politbüroda Tuzak Kurdu. Ulu Önderimiz, Haydar Aliyev, Politbüro Üyeliğinden SSCİ Başbakan Birinci Yardımcısı görevinden istifa ettikten sonra Ermenilerin baskısı ve Gorbaçov’un düğmeye bastığı günden sonra bafllamış oldu. Bu çok önemli noktadır, buna dikkat etmeliyiz. Daha önceleri bunu yapamazdılar. Çünkü Politbüro’nun tepesinde ikinci isim olarak Aliyev iradesi, Aliyev gücü ve Aliyev direnişi vardı. Ona irade gücüne ve dehasal kudretine karşı kimse gelemiyordu. Çok-çok sonralar Politbüro’nun saygın Üyelerinden, Akademik, Yakovlev, gerçekleri yazmaya baıladı ve şöyle diyor: “Haydar Aliyev onurlu bir simaydı. Yüksek kültür adamı, kibar, fevkalade bilgili ve deneyimli siyaset ve devlet adamıyd. Dehasal akla, derin mantığa, akıllı ruha sahipti. Politbüroda onun kadar deneyimli ve gülcü şahsiyet yoktu. Ve onun dışında hiç kimse Gorbaçov’a karşı gelemiyordu. Bana göre Gorbaçov ondan çekiniyordu, hatta korkuyordu bile.
AZERBAYCAN’I HAYDAR ALİYEV KURTARMIŞ OLDU…
Gorbaçov’un almış olduğu yanlış kararlara karşı sadece Aliyev direniyordu. Eleştirilerini korkmadan birbaşa yüzüne karşı, mertçe yapyordu. Garabağ konusunda ise son toplantıda Gorbaçov ona yüklendi ve şöyle dedi: “Hadi yoldaş Aliyev, verelim Garabağı Ermenilere, bununla da olay bitsin. Ve söz veriyorum ki, bu konu bir daha gündeme gelmeyecektir”, dediğinde Haydar Aliyev, sert hareketleriyle yerinden fırladı, yüzüne karşı sakince, dürüstçe, büyük siyaset adamına uygun biçimde, mantıklı biçimde, cesaretle şöyle dedi:
-Bu mümkün değil, bu olamaz, tarihi topraklarımızı vermeye izin veremem. Ben, evet söylersem bile halkım buna karşı çıkacaktır… Tarihte hep böyle yapılmıştır, topraklarımızı, bütün Batı Azerbaycan, dede-baba topraklarımız Ermenilere peşkeş edilmiştir. Yeter artık… Bunu yapamazsınız…” dedi. O zaman Gorbaçov gücüydü, kararına karşı kimse duramıyordu, hepsi susuyordu, Aliyev ise direnişine devam ediyordu… Gorbaçov, Sayın Aliyev’i kıskanıyordu. Ayriyeten Ermeni danışmanları Agambekyan ve Şahnazarov’un etkisi altında hareket ettiğini hepimiz biliyorduk. Fakat, kimse bir şey yapamıyordu. Elimiz kolumuz bağlıydı. Elbette ki bütün bunlar yanlış idi. Haydar Aliyev Politbüro’dan onuruyla ayrıldı ve halkının safında direnişine devam etmeye başladı. O çok cesur, fevkalade dürüst bir devlet adamıydı. Hak yerini buldu ve halk kendi evladını avcına almış oldu”.
Garabağ olayları patlak verdi, Azerbaycan Türkleri dede-baba topraklarından sürülmeye başladı. Evler yakıldı, hayvanlar öldürüldü, insanlar tacize maruz kaldılar. Sovyet adı altında gaddar Rus Ordusu Azerbaycan’ın her yandan çembere aldı. Hazar Denizi tarafından bile ablukaya alındık. Kaçış ve çıkış yolu yoktu. Ruslar ve vahşi Ermeni Teröristleri Azerbaycan’ı işgal ettiler. Garabağ’daaskeri eğitimi zayıf olan askerlerimiz ile Rus Ordusu ve Ermenistan Silahlı Kuvvetleri arasında 24 saat savaş gidiyordu. Bu bir ölüm kalım savaşıydı, fakat biz çok zayıftık. Silahlarımız fazla değildi. Azerbaycan topraklarını terk eden Ruslardan para karşılığında alınmış az miktarda silahımız vardı. Öte yandan yüksek donanımlı Rus Silahlı Kuvvetleri, Azerbaycan’ı Kuzey’den, Batıdan, Güneyden, Doöu’dan (Denizden) ablukaya almış, Politbüro’dan topraklarımıza girmek için izin bekliyorlardı. Azatlık Meydanında ise diktatör Lenin’in heykeli halk tarafından, linç edildi, dağıtıldı. Bu meydana her gün milyonlarla insanlarımız burada gece-gündüz demeden keşik çekiyordu. Rus Ordusu’na ve Ermenistan Silahlı Kuvvetlerine tribünden lanetler yağdırıyordug. Topluluğun arasında ben ve dostun Abdulgeni de vardık…
BÜTÜN AZERBAYCAN YUMRUK GİBİ BÜTÜNLEŞTİ
Her gün Garabağ’da şiddetli savaşlar hakkında brifingler veriliyordu ve şehit olan gençlerimiz için meydanda taziye kurulurdu. Hepimiz diz üste oturup dualar ediyor, şehitleri sırtımızda bir başa şehitler Hıyabanına götürüyor, tüm şehitlerimizi orada defn ediyorduk. İzdiham arasında bütün dostlarımız, tanıdıklarımız vardık. Bütün Azerbaycan halkı meydandaydı.
Bütün avcılardan silahları önceden topladılar. Hiçbir şahısta silah yoktu. Polis evime geldi, ovcu silahını verin, dedi. Direndim, veremem silahımı dedim, kendi paramla avcı silahımı almışımdır, neden vermeliyim? Vermem, dedim ve beni iyi tanıyan polis memuru bana, “Zaten aydın adamsınız, silah sizde kalsın, ama ben aldım yazacağam.” Onurlu bir polisti, dedi evimden gitti. Sanki Tanrıya emanet olunmuştuk. Rayonlardan (illerden) kamyon dolu gıda, mahsulleri meydana taşınıyordu. Aslinde bütün Azerbaycan halk bir bütün olmuş, Rus Ordusuna ve Ermeni teröristlerine karşı direniyorduk. Ama nereye kadar? Eli boş insanlarımız zavallı durumdaydılar. Rusların Azerbaycan’ı işgalinden önce tribunda her gün konuşmacılalar oluyordu; şair, Milletvekili dostum, Sabir Rüstemhanlı, aziz dostum, merhum Akademik, Ziya Bunyadov savaşlar hakkında halka bilgi aktarıyordu. Biz Azatlık Meydanında geceleri de ateş yakıp, kalıyorduk. Burası halkın dövünen kalbi haline gelmişti. İktidarda olan Vezirov, gizlice kaçıp gitmişti, toz olmuıtu Moskova’ya. Yerine yeniden Mutalibov gelip tahtta oturmuştu ve Rusların diktesiyle davranıyordu. Halkın azatlık ve ba¤ğmsızlık isteğine karşı cephedeydi, Rusların safında yer almıştı ve sonu da hücranla bittiğini biliyoruz. Satkın, hain Vezirov gibi Mutalibov da Moskova’da ikametgâh ediyordu, Rusların ekmeğini yiyorlardı. Önce vatanı sattılar, sonra da Azerbaycan’dan kaçırdıkları paralar sayesinde Moskova’da rahatca yaşamlarını sonuna dek sürdürdüler.
Aslında canlı ölülerdi, çünkü halkın arasına çıkamazlardı. Son günü iyi hatırlıyorum. Yani 19 Ocak gününü… Sabah erkenden meydana geldiğimde, ilk olarak, “Rus Ordusu Bakü’nün on kilometreliğinde duruyorlardı ve her an Bakü’ye gire bilir”, haberini duydum. Rahmetlik dostum Abdulgani Kadirov, Asker Kerimov, Alirza Balayev, Babek Kurbanov ile birlikteydim. Öğlen yemeğini beraber yedik. Abdulgani bana şöyle dedi: “Arabanla pek dolaşma, çolum-çocuğunu al rayona git, kalma. Bu gün, yarın girecekler. Ruslar kesip doğrayacaklar, bilirim…” dedi. Ben:
VATANIMIN CESUR VE YİĞİT EVLATLARI ŞEHİT OLDULAR…
- Neden reyona gidiyim ki, anlamıyorum, zaten Ruslar köyleri de basacaklar, köy ve kasabalar da alacaklar. Hep böyle olmuşltur. Tıpkı 1918 yılında olduğu gibi. Evimde olacağım. Sen de eve git, geç kalma”. Onu metroya dek yola saldım. Teyzem oğlu Asker Kerimov’u da yanıma aldım arabamla eve geldik. Akşam tahminen on civarında yemek yiyorduk. Eşim, iki çocuğum da yanımdaydı. Sonra teyze oğlu Askeri yola saldım, aradan bir saat geçmişti. İçimde rahatsızlık vardı. Daktiloda yazmak istedim, yazamadım, elime kitap aldım, okuyamadım. Huzurum yoktu o dakikalarda. Eflim de bunu duyuyordu, fakat bir fleyler yapam›yorduk. Her şey bir anda oldu… Bir anda semada ışıklar parladı, yer, gök apaydın ışıklandı.
Oğlum Tale pencereye yaklaştı: -Baba, ışıklara bak, bayramdır, baba. - Hiç anlamadan, balkona çıktım ve derhal da içeriye fırladım. Rus Ordusu’nun sırayla, binamızın önünden, Bakıxanov Caddesinden Azatlık Meydanına doğru yürüdüklerini gördüm ve peş-peşe silahların sesini duydum. Rastgele ateş ediyorlardı: binalara, sokaklara, insanlara. Çocuklarla birlikte yere yattk… Tanrıya dua ettim, hepimiz yere, halının üzerine uzandıkk. Silah sesleri aralıksız duyulurdu. Binamıza da ateş ediyorlardı. Yerimden kalktm, ışıkları kapattım. Kitap rafndan el fenerini aldım. Çocuklaı› yatak odasına aldık. Eşimi yanlarında oturttum. Yan odadan çifte silahımı aldım, kurıunlaı yerleştirdim ve demir kapı arkasında yerimi aldım. Düşünüyordum: “Eğer kapıya gelmiş olsalar ateş edecektim, yapacak başka çarem yoktu. O anda ölümü düşünmüyordum. Çocuklarımı korumak için canımı feda edecektim. Bu gün de olsa aynısını yapacaktm… Başka ne yapa bilirdim ki? Kapya yaklaşan Rus askerlere ateş edecektim…
Devamı vardır…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.