Altmış sene önce köylerde bir kış sabahı
Çocuk boyumuz yüksekliğinde kar yağar, dona çekerdi. Anadolu’daki unutulmuş şehirlerin, kasabaların köylerin ara sokaklarından “ÇIĞIR” denilen ancak bir insanın geçebileceği genişlikte yollar açılırdı. Bu çığır yollar, şehirlerde mahallelerde çarşıya pazara ulaşımı sağlardı. Çığırlar, köylerde komşudan komşuya, dükkanın önüne, hayvanları sulamak, az da olsa günlerdir ağılda, ahırda kapalı kalan hayvanların hareket etmelerini sağlamak amacıyla arazi çeşmelerine kadar devam ederdi...
Köylerden arazi çeşmelerine kadar uzanan, köy içinde komşudan komşuya ulaşımı sağlayan bu çığırları köylüler birlikte açarlardı.
Günlerce yağan kar dona çeker, çatısız kara örtü denilen evlerin üstlerinin kürenmesiyle oluşan kar yığınları, bazen pencere boylarına ulaşır, odalara soğuk gri yabanıl bir aydınlık verirdi...
Kahvesi olmayan köylerde ahırın içini gören köylüler, omuzlarında paltoları, paltolarında sası ahır, ağıl kokuları, ayaklarında kara lastik ayakkabıları, ayakkabılarının altında üstünde hayvan dışkısıyla karışık sap saman tozlarıyla eve doğru;
"Öoo ben dükkanın önüne gediyom!" diye bağırarak dükkanın önüne giderlerdi.
Dükkânın önü, köylülerin omuzlarında iğreti paltoları, ellerinde tütün tabakasından sardıkları sigaralarla, sigaralarından saldıkları halka halka dumanlarla günün değerlendirilmesinin, dedikoduların, av sohbetlerinin ayaküstü yapıldığı yerlerdi. Köylüler, öğlen ezanıyla hayvanlarını çığır yollardan çeşmelere götürüp sulamak için dağılırlar, hayvanlarını köyün çevresinde bulunan çeşitli çeşmelerden suladıktan sonra geri getirirler ahıra, ağıla koyarlardı. Ögle yemeğini yedikten sonra tekrar dükkanın önüne gelen köylüler, ikindi sonrası ayaz çökünceye kadar tekrar ayaküstü dikilip sohbet ederler, gençler gruplaşarak kar topu oynarlar, akşam ayazı çöküp üşümeye başlayınca bakkal dahil herkes tekrar evlerine dağılırlardı.
Üçkıllı sabah erkenden çocuklar uyanmadan karısı Deli Yeter'in dürtmesiyle sıçrayarak uyandı. "Böğrümü deleceksin ne var, n'oluyo? Allah Allah" diye homurdanarak yataktan kalktı. Yastığın altına katlayıp koyduğu ceket ile pantolonunu gönülsüzce aldı, sol koltuğunun altına sıkıştırdı.
Ayağında kaput don, üstünde kaput göynek, başında şapkası, topuğuna bastığı arkası yırtık kara lastik ayakkabısıyla, mabeyinden açılan ve adına “Ortakapı” denilen kapıya yürüdü. Ortakapı, bir insanın zor sığacağı kadar küçüklükte bir kapı olup, hemen hemen ahırı samanlığı olan her evde olurdu. Kapıdan sol koltuğunun altındaki ceketi pantolonu, sağ elinde kendinden ileri tuttuğu çırayla küçük pencerelerinde çul çaput tıkalı ahıra süzüldü.
Ahırın yüksekli alçaklı zeminine ayak basar basmaz başını kaldırdı, ahırın duvarında elindeki çıranın ışığıyla hayvan gölgeleri değişik şekillere girip oynaşmaya başladılar. Ayaklarından saç diplerine kadar bir ürperti yayıldı.
"Cinler ahırda olurlarmış, tövbe tövbe" diye söylendi. Her seferinde de aynı şeyleri düşünür, söylenirdi...
"Şerafettin düğünde içmiş içmiş...Gece ahırdaki atını yoklamaya ahıra girmiş, bir baksaki atı ter içinde, yeleleri belik belik örülü. Cinler gece atlara binerlermiş. Şerafettin'in atına da binip koşturmuşlar. Atını ter, köpük içinde bulmuş, atına ne olduğunu anlamaya çalışırken şıraak! diye yüzüne okkalı bir tokatın inmesiyle kendini dışarı atmış..."
"Bismillah, bismillah" deyip korkusunu bastırmaya çalışırken, kirli! bir şekilde besmeleyi ağzına aldığı için de çarpılmaktan korktu! Çırayı ahırdaki ilk direkte bulunan çiviye astı, pantolonunu ceketini kır eşeğin yanındaki hatılın içine bıraktı. Girdiği ortakapıya gidip, karısı Deli Yeter'in uzattığı sıcak su dolu kovayı alırken Deli Yeter:
"Elini çabıh dut, guvayı geri ver, uşahlar uyanmadan, benim de arınmam ilâzım! Amaan, dur durah bilmiyon, kocadıhca azıyon, sırasımıydı şu soğukta gış günü" diyerek ocağın üstünden alıp soğuk suyla ılıştırdığı içinde dökünme tası olan kovayı fırlatır gibi uzattı.
Üç kıllı, ahır yapılırken kır eşeğin yanındaki zemine, yıkanırken üstüne basma taşı amacıyla yerleştirdiği taşın üstüne çıktı. Üstünde kalan iç çamaşırlarını da çıkardı, kır eşeğin hatılındaki boşluğa bıraktığı elbiselerinin üzerine koydu. Getirdiği suyla yıkanmadan önce; "Niyet ettim gusül abdesti alıp arınmaya" diye yüksek sesle söylenirken önce ellerini üç defa yıkadı sonra ağzına üç defa, burnuna üç defa su çekip sümkürdü. Kovadan doldurduğu tasla sağ omuzundan üç defa, sonra sol omuzundan üç defa su döktü. Kalan suyla başından dökünerek yıkanıyor, başından döktüğü suları vücudunun her tarafına bulaştırırken sürekli "niyet ettim gusül abdesti alıp arınmaya, niyet ettim gusül abdesti alıp arınmaya..." diye tekrar ediyordu!
Ahırın kesif kokusu gözlerini yaşartsa da sıcaklığı huzur veriyor üşütmüyordu. Bedeni yumuşadı kan dolaşımı düştü rahatladı, tatlı bir uyuşukluk çöktü...
"Ulan aslında burada yatmak var ya, gaç gündür idareli tezek yakmaktan sırtımız gızmıyo! Bu gış beyle devam iderse ahırda yatarıh ellam" diye söylendi kendi kendine. Ahırdaki yıkanma işi bitmiş olmasına rağmen sıcaklık cezbediyor, sıcacık ahırdan soğuğa çıkmayı gönlünün bir tarafı istemezken, bir tarafı da, dükkanın önündeki muhabbete yetişmesi yolunda dürtüklüyordu...
Mabeyinde yanan ocağın başına, ortakapı'nın yanında bulunan silindir tezeklerden bir tane alarak oturdu. Çocuklar da uyanmışlar ocağın başına adeta çember oluşturur gibi dizilmişler, sabırsızlıkla ocakta ısınan, ısınırken mis gibi yaban nanesi kokan, kokusu dışarı yayılan tarhana çorbasının önlerine gelmesini bekliyorlar, çorbayı beklerken önlerindeki közde gevrettikleri yufkalarına peynirli dürüm dürüyorlardı.
Üçkıllı, evden çıktı, merdivenlerden indi. Omuzundaki paltoyu düzeltti, yerleştirdi. Bacaklarına dolaşıp kuyruk sallayan Topak'a bir tekme savurdu, elini gözlerine siper ederek Çiçekdağ tarafına doğru baktı..."Hayırlı olsun ya, bu sene yaz gelmeyecek ellam, hayvanların yemi samanı yeter mi bilmem!" dedi.
Yürüdü, evin önünde anbarın dibinde güzden beri yatık duran, bir türlü parçalayamadığı, budaklı iğde kütüğüne sağ ayağını dayadı, sol elinin işaret parmağını burnunun sol tarafına bastırıp sağ tarafa eğilerek sümkürdü. Daha sonra, sağ ayağını kütükten çekip sol ayağını kütüğe dayadı, sağ elinin işaret parmağını burnunun sağ tarafına bastırdı bu kez, sol tarafa eğilerek sümkürdü. Ellerini paltosunun eteklerine sildi...
"Öoo, ben dükkânın önüne gediyom!" diye eve doğru bağırarak dükkânın önüne yürüdü...
Rüzgârsız havada bacalardan eğilip bükülmeden incecik çıkan koyu gri dumanlar, gökyüzüne doğru yükselirken ne bir horoz ötüyor ne de bir köpek havluyordu...
*Hatıl: Hayvan yemliği.
*Mabeyin: Evlerde büyükçe ilk giriş odası.
*Ellam: İçanadolu'da, sanırım, belki anlamında kullanılan sözcük.
*Tezek: Hayvan dışkılarından kurutularak yapılan yakacak.
*Topak: Köpeğin adı.
* Uşaklar: Çocuklar.
*Ortakapı: Mabeyinlerden ahıra açılan küçük kapı.
*Çığır: Kışın karda açılan ince yol.
Saygılarımla...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.