İstanbul’da manevi ve tarihi yerleri ziyaret-2 (Eyyub Sultan, İdris-İ Bitlisi)
İstanbul’da manevi ve tarihi yerleri ziyaret-2 (Eyyub Sultan, İdris-İ Bitlisi)
AHMET SANDAL
Bir önceki yazımda, 5 kardeş olarak İstanbul'un manevi ve tarihi mekanlarında 26-30 Eylül 2022 tarihlerinde 5 günlük ziyaretlerde bulunduğumuzu ve bereketli, hikmetli ve faziletli seyahat ve maneviyat dolu ziyaretler gerçekleştirdiğimizi belirtmiştik.
Bir önceki yazımda Sultanahmed ve Ayasofya Camiileri hakkında seyahat notlarımı sizlerle paylaşmıştım.
Bu yazımda, Eyyub-el Ensarî Hazretlerinin türbe ve camiini ziyaret ve İdris-i Bitlis-i Tepesi’nden İstanbul’u temaşa ile ilgili notlarımı ve gözlemlerimi sizlere anlatacağım.
İstambul’daki 5 günlük ziyaretimi 5 yazı ile, inşallah, ikmal edeceğim. Üçüncü yazımın başlığı “Aziz Mahmud Hüdayi ve Hazreti Yuşa”, dördüncü yazımın başlığı “Şeyh Yahya Efendi ve Süleymaniye” ve son yazımın başlığı “Telli Baba ve Taksim Camii” şeklinde olacaktır.
Tabi ben 5 günde gezdiğimiz yerleri gözlemlediğimiz hususları bu başlıktaki muhteva ile anlatacağım. Elbette ki İstanbul’daki manevi ve tarihi yerler benim 5 günde gezdiklerimden ve 5 yazıda anlatacaklarımdan ibaret değildir. Benim o 5 günde gezmeye ve görmeye fırsat bulamadığım nice nice manevi ve tarihi eserler İstanbul’da mevcuttur. İnşallah başka vesile ile yazmadığımız ve anlatamadığımız yerleri de anlatırız.
Manevi ve tarihi yerleri görmek ve tefekkür ile dua eylemek için gerçekleştirdiğimiz gezimizin ikinci gününde ilk durağımız Eyyub-el Ensari’nin türbe ve camii oldu.
Önce Eyyub-el Ensari hakkında bilgi verelim.
Eyyub-el Ensari, Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolundandır. Hicretten iki yıl kadar önce hanımı Ümmü Eyyûb ile birlikte Müslüman oldu ve ensardan İslâmiyet’i ilk kabul edenler arasında yer aldı. Resûl-i Ekrem Medine’ye hicret edince Medineli müslümanların her biri onu evinde misafir etmek istedi. Ancak Hz. Peygamber, bir tercih yaparak onları gücendirmemek için devesinin çökeceği yere en yakın eve misafir olacağını söyledi. Kendisini taşıyan devenin önce bir yere çöktüğü, buradan hemen kalkıp biraz ileride tekrar çöktüğü görüldü. Resûlullah oraya en yakın olan ve dedesi Abdülmuttalib’in annesi tarafından kendisine yakınlığı da bulunan Ebû Eyyûb’un evine yerleşerek burada yedi ay misafir kaldı. Bundan dolayı Ebû Eyyûb “Mihmandâr-ı Nebî” unvanıyla anılır. 622 yılında Nübüvvetin 13. yılında yapılan İkinci Akabe Biatı’nda bulundu Hicretten sonra Resûl-i Ekrem onunla, ileri gelen sahabilerden Mus‘ab b. Umeyr arasında kardeşlik bağı kurdu. Hz. Peygamber’le birlikte Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke’nin fethi ve Huneyn başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Savaşlarda ona zarar gelmemesi için yanından ayrılmaz, hatta bazı geceler çadırı etrafında nöbet tutardı. Vahiy kâtiplerinden olması sebebiyle Hz. Peygamber zamanında Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin bir araya getirilmesine hizmet etti. Ashap arasında ilmiyle de tanındığı için kendisine sorulan dinî konularda pek çok fetva verdi. İslam Orduları ile birlikte birçok savaşa katıldı. İlerleyen yaşına rağmen İslam için fetihlere hep dahil oldu. Katıldığı seferlerin sonuncusu Müslümanların ilk İstanbul kuşatmasıdır. Bu savaş sırasında İstanbul’un Müslümanlar tarafından kuşatılmasında 669 yılında vefat etti. Vasiyeti üzerine bir askeri birlik tarafından surlara yakın bir yere götürülerek oraya defnedildi. Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra kabrin yerinin Akşemseddin tarafından keşif yoluyla belirlenmiştir.
İstanbul’da Haliç’in kenarında bulunan Eyyub-el Ensari’nin mübarek mekanını ziyaret ederek dua ve niyazlarda bulunduk ve türbenin yanındaki camiide namaz kıldık. Allah kabul eylesin.
Bu mübarek yeri ziyaretimizin anısına şu şiirimi ithaf ediyorum:
EYYUB-EL ENSARİ
Çok yaşlı olsa da bindi atına yine.
Fetih için geldi İstanbul önlerine.
Miskin oturmak yakışmaz bir mü’mine.
Yaşı geç, ruhu genç mücahid sahabidir o.
İslam’ı kabul etti, Peygamber’e biat etti.
En son nefesine dek hep hep cihat etti.
İstanbul’un kuşatılmasında vefat etti.
Yaşı geç, ruhu genç mücahid sahabidir o.
Mü’minlerin muhteşem sonu, encamı var.
Eyyub-el Ensari’nin unutulmaz namı var.
İstanbul’da en mübarek bir makamı var.
Yaşı geç, ruhu genç mücahid sahabidir o.
Son nefesimize dek olsun bizde bu şuur.
Sonsuza dek aydınlatacak bizi bu Nur.
Eyyub-el Ensari ruhumda büyük huzur.
Yaşı geç, ruhu genç mücahid sahabidir o.
Yaşı geç, ruhu genç mücahid sahabidir o.
Eyyub_el Ensari’nin Haliç kıyısındaki makamı kabri ve türbesini ziyaretten sonra, aynı gün ikinci durağımız İdris-i Bitlisi Tepesi’ne teleferik ile çıkarak oradan muhteşem İstanbul manzarasını temaşa eylemekti. İdris-i Bitlisi Tepesi’nde bir çay bahçesinde çay içerek İstanbul’un tam bir silueti olan sol tarafta Galata Kulesi, ortada Haliç’teki birkaç köprü, sağ tarafta Ayasofya ve Süleymaniye manzarasını büyük bir huşu ve onur ile izledik.
O manzarayı izlerken ve temaşa eylerken bu şehri fethederek bizlere bırakan Ecdadım Fatih Sultan Mehmed Han’a olan sevgim ve minnettarlığım arttı. Allah (cc) kendisinden ebeden razı olsun.
Yazımın bu noktasında şu hususu da belirtmek istiyorum. Bu yazıda İdris-i Bitlisi Tepesi diye adlandırdığımız yer, resmi kayıtlarda “Piyer Loti Tepesi” olarak geçmektedir. Bu tepe adını 1876 yılında İstanbul'a gelerek buraya yerleşen ve sık sık bu tepedeki bir kıraathaneye gelmesiyle tanınan Fransız roman yazarı ve Doğu Bilimci (Oryantalist) Julien Viaud'dan almıştır. Bu Oryantalist hakkında Osmanlı ve Türk Düşmanı olduğuna ve daha başka olumsuz tarafları (yüz kızartıcı halleri) olduğuna dair iddialar çoktur. Bunların doğru ya da yanlış olduğunu bir kenara bıraksak, adamın Oryantalist olması bile başlı başına olumsuzluktur. Çünkü Osmanlı’yı inceleyen Oryantalistler, esasında kendi Ülkeleri adına bilgi toplayıcı ve en başta Osmanlı Devleti ve halkı olmak üzere tüm Doğu toplumlarının sömürülmesine zemin hazırlayan bilim kisvesi altındaki istihbaratçılardır. Yalnız bu nedenle bile Piyer Loti Tepesi’nin isminin değiştirilmesi ve İdris-i Bitlisi Tepesi olarak, tekrar eski haline getirilmesi gerekir. Çünkü o tepe 1934 yılına kadar İdris-i Bitlisi’nin orada köşkü olmasından dolayı o adla anılmaktaydı.
İnşallah yetkililer bu yazım üzerine harekete geçerek Piyer Loti Tepesi’nin ismini İdris-i Bitlisi olarak değiştirirler. Bu hususta asıl görev İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığına düşmekte ise de elbette bu noktada Merkezi İdarenin de yetkisi vardır. Merkezi İdare halkın konudaki taleplerini dikkate alarak re’sen hareket edebilir. Merkezi İdare olarak da İçişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İstanbul Valiliği yetkilidir.
Tekrar belirtiyorum, Piyer Loti Tepesi’nin isminin İdris-i Bitlis-i Tepesi olarak değiştirilmesi mühimdir. Bu talep şahsi değil Milli bir taleptir. Bu talep yalnızca benim talebim değildir. Milyonlarca vatandaşımızın bunu talep ediyor. Bunu öğrenmek zor değil. Sosyal medyaya bir baksanız dahi halkımızın büyük çoğunluğunun Piyer Loti Tepesi isminden rahatsız olduğu açıktır. Ben bunu genel olarak sosyal medyada ve özel olarak da yakın çevremden bizzat gözlemledim. Bir ziyaretim sırasında “Piyer Loti Tepesi’nde olduğumu” belirttiğim bir sosyal medya paylaşımımda o kadar çok fazla tepki aldım ki, halkımız Piyer Loti Tepesi’nin isminden rahatsız olduğunu o vesileyle bir kez daha anladım. Halkımızın büyük çoğunluğu Fransız bir Yazarın ve Osmanlı’ya ve kültürümüze düşman birisinin değil, bizzat Osmanlı ve Türk Dostu İdris-i Bitlisi’nin isminin o Tepe’ye verilmesini istiyor. Bir de şunu düşünelim, Fransa’nın başkenti Paris’te herhangi bir meşhur mekana ve çok kişinin ziyaret ettiği bir yere bir Türk’ün ismini verirler mi? Mesela Yunus Emre’nin adı, Necip Fazıl’ın adı, Mehmet Akif’in adı Fransa’da her hangi bir mekana, herhangi bir alana isim olarak verilir mi? Bu mümkün değildir. Peki, biz niye bir Fransız’ın adını İstanbul’un en meşhur tepesine isim olarak veriyoruz? Bu soruyu düşünmekte fayda vardır.
İstanbul Eyüpsultan İlçesindeki o meşhur tepeye isminin verilmesini talep ettiğimiz zatı tanıyalım: İdris-i Bitlisi Yavuz Sultan Selim Han Döneminde yaşamıştır. O dönemde Osmanlı siyasetinde aktif bir rol üstlenmiş, Doğu ve Doğu Anadolu’daki halkın Osmanlı’ya bağlanmasında etkili bir görev üstlenmiştir. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim Han ile birlikte Şah İsmail’e karşı Çaldıran Savaşına katılmış ve komutanlık görevi icra etmiştir. 1516 yılında ihdas edilen ve merkezi Diyarbakır olan Doğu Kazaskerliği rütbesi ve görevi İdris-i Bitlisi'ye tevdi edilmiştir. İdris-i Bitlisî, ömrünün son yıllarını İstanbul’da ilmi çalışmalara ve eser yazmaya ayırmıştır. Dini ve Fenni İlimlere ait 30 civarında yazılı eseri mevcuttur. İdris-i Bitlisî, 12 Kasım 1520 yılında İstanbul’da, Yavuz Sultan Selim Han’ın vefatından kısa bir süre sonra Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Ruhu şad olsun.
Evet yazımın en sonunda yüksek sesle haykırıyorum ki, “o tepenin adı İdris-i Bitlisi Tepesi olmalıdır.”
Haydi hayırlısı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.