Nefsim çok yaşa!
Merhaba Sevgili Okuyucum;
Yukarıda sayılan nefsin aşamalarını bu sefer alışılmışın dışında “Didaktik şiir” türünde yazmaya çalıştım. Nefsin mertebelerinin “Hafızalarda nasıl kalabilir?” düşüncesinden yola çıkarak oluşturduğum bu şiirimi umarım ilgiyle okursunuz...
Haydi! insan nefsinin çocukluğuna/derecelerine bir bakıp çıkalım:
İnsan doğduğunda ne kadar saf ve temiz olarak hayata başlarsa
Nefs-i emmarede tam tersi bir durum zuhur eder oysa.
O kadar kirlidir ki, hayvan nefsin de aşağıda,
Hayvan, yine nerde duracağını bilir ara sıra da olsa.
Bu ego, bayılır sağa sola emir yağdırmaya
Zanneder, ancak onun etrafında döner dünya...
Hedefi öyle bir vurur ki, kendini oluşturan on iki sıfatıyla!
Sıfatları mı? Burada bitmez saymakla...
Şirk, küfür, kibir, şehvet perestlik, günah-ı kebair...
İlacı mı? Var elbette, çaresiz dert yakışmaz haşa Allah’a
Bu nefsin ilacı, kelime-i tevhit imiş, ama çokça ha!
“La ilahe illallah Muhammeden Resulullah.”
İnsanoğlunda yavaş yavaş pişmanlık, kınama, özeleştiri başlar,
Emir altındaki egoda durarak, ihlası bulamayacağını nihayet anlar
Ha bu arada insan, ne hikmetse ibadete de başlar...
Yaşasın! Dik burunlu nefs, tekâmül mü ediyor ne?
Dur be Emine! yine erkenden sevinme!
Bir nevi, içgüdülerin sarhoşluğundan ayıkmaktır bu sadece.
Bir de denilebilir ki; nefsi-i emmaredeki yanılgıdan çıkıştır,
Öyle ki; nefsi levvamede insan hakikati bulduğunu sanır
Oysa bu sadece, hakikat kapısına gelindiği manasınadır.
İşte o kapıya gelende değil, girende bambaşka algı uyanır.
Hırs, kibir, şehvet, şüphe, vazgeçme, sorgulama, ayıplama...
Bakar mısınız? İkisinin de sıfatlarına
Levvame de emmareden geri kalmazmış bu konuda...
Bu cihetle denir ki;
“Nefsi-i levvamede, her an fabrika ayarlarına dönmek mümkündür.”
Hemen şifa-i esması yetişir imdada: “Ya Allah, yani Lafza-i Celal.”
Tam da burada mutasavvıf Ken’an Rifai’nin dediğine kulak verelim:
“Bu nefsin var yedi babı, üçünde hiç de eğlenme
Sakın emmarede levvamede hiç durma dinlenme.”
İki nefste de bekleme yapmadan hemen geçelim nefs-i mülhemeye;
İşte bu aşamada nefs gerçekten tekâmül ediyor.
Levvamedeki sarhoşluk hala bünyede olsa da
Her an Hak'tan gelen ilhamlarla
İnsan artık sığamaz olur kabına,
Hatta tüm borçlar, dönüşüverir alacağa.
Hayat ve olaylar aynı ama izleyici gün be gün değişir,
Keşfe çıkan kâşif misali, insan kendini her an ifşa edebilir.
O kadar ki; boyut değiştirip, surete bürünmeyi dahi ister.
Büyük bir nedamet içinde, ilham perileri yardımıyla
Kendini Hakk’a döndüren nefste, hemen yerini bulur ahlak da...
Fakat tehlike henüz geçmiş değildir daha.
“Ben” kendini hala ruhun merkezi saysa da
Engel olamaz manevi gelişimin artmasına.
Ben ve ruh doğrudan temasta bulunmasalar da
Bir de mana çocuğu (*) doğmuştur dünyaya.
En önemli gelişme nedir derseniz?
Nefs hayvani dürtülerden azat olmuştur.
İşte beklenen ve özlenen aşk sahnesi
İlham ve aşk şehri mülhemede,
Ne yazık ki hala tehlike çanları çalmakta
Negatif ego, henüz aktif, nefs her an aşağıya düşebilmekte...
İşte burada tek çare, kâmil bir mürşide varıp
İlhad uçurumuna düşmekten kurtulmaktır.
Nefs-i mülhemenin ilacı mı?
Elbette var, şifa-i esması: “Hu, Ya hu”
Özgüveni tavan, sükûnet sahibi, huzurlu, emin olan
Adeta Türk'lerin Ergenekon’dan çıkışını anımsatan
Allah’tan uzak kalmaya asla dayanamayan
Renkten renge boyanmaktan kurtulan,
Artık kararlılık ve sükûn makamına kavuşan
İşte böyle bir mertebedir nefs-i mutmaine!
Nasıl ki bir anne, evlatlarına eşit mesafededir,
Bu nefse sahip olanlar da tüm insanlara aynen böyledir.
Arı ne yese bal olur derler, insan artık iyileşmek üzeredir.
Onun yegâne işi barış ile hemhal ve salih kul olmaktır.
Ama bu kendisiyle barış, halk ile barış, Hak ile barıştır.
Kısaca bu nefs insana, ölmeden önce ölmeyi yaşatan
İçi dışı Allah olup, gayrısını asla duymayan,
Her duyduğu söz ayet-i Kur’an
Her gördüğü yüz artık olur Rahman.
Kıyamet alameti güneş battığı yerden doğacaksa
Batmayan güneş bir bilinince nefs, ruhla
Şayet benliğin sahte, cehaletin kapkara da olsa
Apaydınlık olur her yer mutmain nuruyla.
Bak yine de sen havalara girme bence,
Al sana reçete: “Hak, Ya Hak.”
” Hoştur bana senden gelen/İster hırka ister kefen
Ya taze gül yahut diken/Kahrın da hoş lütfun da hoş.”
Diyen Yunus Emre'nin Allah’tan razılığı ile
Haydi girelim biz de nefs-i raziyye.
“İhlas, zikir, züht, keramet, terk-i malayani, fazilet...”
Öncelikle sıfatlarına bakıp, sonra idrak et.
Bunca iyi insanı bir arada asla bulamazsın.
Tatmin psikolojisini, özgüven halini aşacaksın,
Yok efendim, her arzunun kaynağından, ma’sivadan
Bile isteye ama seve seve vazgeçeceksin...
Allah aşkına, içtenlikle söyler misin?
Şu alemde kaç babayiğit yapar bunu dersin?
Cennet ehli veliler, seyrana çıkmış gibi değil mi?
Bir aradaki insanların her şeyinden razıysan
Beraberce iş kurup, ortaya bir şey çıkaracaksan
Sen de şayet onların rızasını alacaksan
İşte bu nefs tam senin yerindir,
Kal burada, dinlen, eğlen, keyfine bak!
Güzel şeyler ne kadar kısa sürse de,
Nefs-i raziyenin de şifa-i esması: “Hay, Ya Hay” dır.
Nefs-i marziye, varlık kalmayan, razı olunan nefstir.
Aslında, yolun adabında “rıza” karşılıklı bir histir.
Bu mertebede, razı olan da razı olunan da
Bilinmelidir ki sadece Allah’tır!
Hatta O’nsuz hiçbir şeyin olmadığını bilmektir.
Buyurun: “La faile illallah” ne müthiş bir söz değil mi?
“Her işin faili Allah’tır” diyebilen insanda
Ne kin ne hırs ne de kalır mı kötü heva?
Üstelik insana hizmet eden, cansız tüm eşyanın bile
Rızasını alma gereğinin sadece
Nefs-i marziyye nasip olduğu biline.
Bu nefsin sıfatlarına bir bakıp çıkalım isterseniz:
“Allah’tan gayrı her şeyi terk etmek,
Cümle varidatı Allah’tan bilmek,
Nefsini öldürüp, Allah ile diriltmek,
Hakkın marifetini, marifetiyle bilmek
Allah’tan razı olmak, tefekkür etmek...”
Ee bunun üstüne daha ne söylenebilir ki?
Gelelim bu nefsin şifa-i esmasına: “Kayyum, Ya Kayyum”
“Her şeye her istediğini yapacak şekilde
galip ve hâkim olan ” manasındaki
Şifa-i esması: “Kahhar, Ya Kahhar” olan
Son mertebe nefs-i safiyedir.
Nefs, kalp, akıl, ruh ve sır hepsi
Bu makamda ruh-u kutsi ile cem olup
El-cami olan insanı bulup,
Bir olup, birlikte birliğe birikirler.
Bunca yolculuktan sonra nefs,
Allah’ın varlığı içinde yok olmaktan geçip,
O’nun varlığında sonsuz yaşama ulaşmayı
Hak etmiştir artık Yaradan'la var olmayı...
İşte bütün bunlardan anlıyoruz ki!
Nefsi asla öldürmeli değil, tekâmül ettirmeli
Sadece ve sadece üzüme dönüştürmeli.
Nefs-i emmare mi? Bence onun hiçbir şansı yok
Zaten Allah’ın yanında da yok hükmündedir ki!
O çoktan ölmeyi hak etti!
Nuru ancak nur, kemali ancak kâmil
Allah’ı ancak Allah bileceğinden
Şimdi burada susmak daha hayırlıdır...
Demem o ki; Allah herkese
O’nda yok olmayı, O’nda hiç olmayı nasip etsin,
Öyle ki; nefsin bile seni ayakta alkışlayıp, gıpta ile seyretsin.
(*) mana çocuğu: Çocuğun kalpten doğup
orada büyümesi (veled-i kalp, tıfl-ı kalp)
1- Nefsi-i Emmare 2- Nefs-i Levvame 3- Nefs-i Mülheme 4- Nefs-i Mutmaine 5- Nefs-i Raziye 6- Nefs-i Marziye 7- Nefs-i Safiye
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.