Emine Baştuğ

Emine Baştuğ

Nefsim çok yaşa!

Nefsim çok yaşa!

Merhaba Sevgili Okuyucum;

Yukarıda sayılan nefsin aşamalarını bu sefer alışılmışın dışında “Didaktik şiir” türünde yazmaya çalıştım. Nefsin mertebelerinin “Hafızalarda nasıl kalabilir?” düşüncesinden yola çıkarak oluşturduğum bu şiirimi umarım ilgiyle okursunuz...

Haydi! insan nefsinin çocukluğuna/derecelerine bir bakıp çıkalım:

İnsan doğduğunda ne kadar saf ve temiz olarak hayata başlarsa

Nefs-i emmarede tam tersi bir durum zuhur eder oysa.

O kadar kirlidir ki, hayvan nefsin de aşağıda,

Hayvan, yine nerde duracağını bilir ara sıra da olsa.

Bu ego, bayılır sağa sola emir yağdırmaya

Zanneder, ancak onun etrafında döner dünya...

Hedefi öyle bir vurur ki, kendini oluşturan on iki sıfatıyla!

Sıfatları mı? Burada bitmez saymakla...

Şirk, küfür, kibir, şehvet perestlik, günah-ı kebair...

İlacı mı? Var elbette, çaresiz dert yakışmaz haşa Allah’a

Bu nefsin ilacı, kelime-i tevhit imiş, ama çokça ha!

“La ilahe illallah Muhammeden Resulullah.”

 

İnsanoğlunda yavaş yavaş pişmanlık, kınama, özeleştiri başlar,

Emir altındaki egoda durarak, ihlası bulamayacağını nihayet anlar

Ha bu arada insan, ne hikmetse ibadete de başlar...

Yaşasın! Dik burunlu nefs, tekâmül mü ediyor ne?

Dur be Emine! yine erkenden sevinme!

Bir nevi, içgüdülerin sarhoşluğundan ayıkmaktır bu sadece.

Bir de denilebilir ki; nefsi-i emmaredeki yanılgıdan çıkıştır,

Öyle ki; nefsi levvamede insan hakikati bulduğunu sanır

Oysa bu sadece, hakikat kapısına gelindiği manasınadır.

İşte o kapıya gelende değil, girende bambaşka algı uyanır.

Hırs, kibir, şehvet, şüphe, vazgeçme, sorgulama, ayıplama...

Bakar mısınız? İkisinin de sıfatlarına 

Levvame de emmareden geri kalmazmış bu konuda...

Bu cihetle denir ki;

“Nefsi-i levvamede, her an fabrika ayarlarına dönmek mümkündür.”

Hemen şifa-i esması yetişir imdada: “Ya Allah, yani Lafza-i Celal.”

 

Tam da burada mutasavvıf  Ken’an Rifai’nin dediğine kulak verelim:

“Bu nefsin var yedi babı, üçünde hiç de eğlenme

Sakın emmarede levvamede hiç durma dinlenme.”

 

İki nefste de bekleme yapmadan hemen geçelim nefs-i mülhemeye;

İşte bu aşamada nefs gerçekten tekâmül ediyor.

Levvamedeki  sarhoşluk hala bünyede olsa da

Her an Hak'tan gelen ilhamlarla

İnsan artık sığamaz olur kabına,

Hatta tüm borçlar, dönüşüverir alacağa.

Hayat ve olaylar aynı ama izleyici gün be gün değişir,

Keşfe çıkan kâşif misali, insan kendini her an ifşa edebilir.

O kadar ki; boyut değiştirip, surete bürünmeyi dahi ister.

Büyük bir nedamet içinde, ilham perileri yardımıyla

Kendini Hakk’a döndüren nefste, hemen yerini bulur ahlak da...

Fakat tehlike henüz geçmiş değildir daha.

“Ben” kendini hala ruhun merkezi saysa da

Engel olamaz manevi gelişimin artmasına.

Ben ve ruh doğrudan temasta bulunmasalar da

Bir de mana çocuğu (*) doğmuştur dünyaya.

En önemli gelişme nedir derseniz?

Nefs hayvani dürtülerden azat olmuştur.

İşte beklenen ve özlenen aşk sahnesi

İlham ve aşk şehri mülhemede,

Ne yazık ki hala tehlike çanları çalmakta

Negatif ego, henüz aktif, nefs her an aşağıya düşebilmekte...

İşte burada tek çare, kâmil bir mürşide varıp

İlhad uçurumuna düşmekten kurtulmaktır.

Nefs-i mülhemenin ilacı mı?

Elbette var, şifa-i esması: “Hu, Ya hu”

 

Özgüveni tavan, sükûnet sahibi, huzurlu, emin olan

Adeta Türk'lerin Ergenekon’dan çıkışını anımsatan

Allah’tan uzak kalmaya asla dayanamayan

Renkten renge boyanmaktan kurtulan,

Artık kararlılık ve sükûn makamına kavuşan

İşte böyle bir mertebedir  nefs-i mutmaine!

Nasıl ki bir anne, evlatlarına eşit mesafededir,

Bu nefse sahip olanlar da tüm insanlara aynen böyledir.

Arı ne yese bal olur derler, insan artık iyileşmek üzeredir.

Onun yegâne işi barış ile hemhal ve salih kul olmaktır.

Ama bu kendisiyle barış, halk ile barış, Hak ile barıştır.

Kısaca bu nefs insana, ölmeden önce ölmeyi yaşatan

İçi dışı Allah olup, gayrısını asla duymayan,

Her duyduğu söz ayet-i Kur’an

Her gördüğü yüz artık olur Rahman.

Kıyamet alameti güneş battığı yerden doğacaksa

Batmayan güneş bir bilinince nefs, ruhla

Şayet benliğin sahte, cehaletin kapkara da olsa

Apaydınlık olur her yer mutmain nuruyla.

Bak yine de sen havalara girme bence,

Al sana reçete: “Hak, Ya Hak.”

 

” Hoştur bana senden gelen/İster hırka ister kefen

Ya taze gül yahut diken/Kahrın da hoş lütfun da hoş.”

Diyen Yunus Emre'nin Allah’tan razılığı ile 

Haydi girelim biz de nefs-i raziyye.

“İhlas, zikir, züht, keramet, terk-i malayani, fazilet...”

Öncelikle sıfatlarına bakıp, sonra idrak et.

Bunca iyi insanı bir arada asla bulamazsın.

Tatmin psikolojisini, özgüven halini aşacaksın,

Yok efendim, her arzunun kaynağından, ma’sivadan

Bile isteye ama seve seve vazgeçeceksin...

Allah aşkına, içtenlikle söyler misin?

Şu alemde kaç babayiğit yapar bunu dersin?

Cennet ehli veliler, seyrana çıkmış gibi değil mi?

Bir aradaki insanların her şeyinden razıysan

Beraberce iş kurup, ortaya bir şey çıkaracaksan

Sen de şayet onların rızasını alacaksan 

İşte bu nefs tam senin yerindir,

Kal burada, dinlen, eğlen, keyfine bak!

Güzel şeyler ne kadar kısa sürse de,

Nefs-i raziyenin de şifa-i esması: “Hay, Ya Hay” dır.

 

Nefs-i marziye, varlık kalmayan, razı olunan nefstir.

Aslında, yolun adabında “rıza” karşılıklı bir histir.

Bu mertebede, razı olan da razı olunan da

Bilinmelidir ki sadece Allah’tır!

Hatta O’nsuz hiçbir şeyin olmadığını bilmektir.

Buyurun: “La faile illallah” ne müthiş bir söz değil mi?

“Her işin faili Allah’tır” diyebilen insanda

Ne kin ne hırs ne de kalır mı kötü heva?

Üstelik insana hizmet eden, cansız tüm eşyanın bile

Rızasını alma gereğinin sadece

Nefs-i marziyye nasip olduğu biline.

Bu nefsin sıfatlarına bir bakıp çıkalım isterseniz:

“Allah’tan gayrı her şeyi terk etmek,

Cümle varidatı Allah’tan bilmek,

Nefsini öldürüp, Allah ile diriltmek,

Hakkın marifetini, marifetiyle bilmek

Allah’tan razı olmak, tefekkür etmek...”

Ee bunun üstüne daha ne söylenebilir ki?

Gelelim bu nefsin şifa-i esmasına: “Kayyum, Ya Kayyum”

 

“Her şeye her istediğini yapacak şekilde

galip ve hâkim olan ” manasındaki

Şifa-i esması: “Kahhar, Ya Kahhar” olan

Son mertebe nefs-i safiyedir.

Nefs, kalp, akıl, ruh ve sır hepsi

Bu makamda ruh-u kutsi ile cem olup

El-cami olan insanı bulup,

Bir olup, birlikte birliğe birikirler.

Bunca yolculuktan sonra nefs,

Allah’ın varlığı içinde yok olmaktan geçip,

O’nun varlığında sonsuz yaşama ulaşmayı

Hak etmiştir artık Yaradan'la var olmayı...

İşte bütün bunlardan anlıyoruz ki!

Nefsi asla öldürmeli değil, tekâmül ettirmeli

Sadece ve sadece üzüme dönüştürmeli.

Nefs-i emmare mi? Bence onun hiçbir şansı yok

Zaten Allah’ın yanında da yok hükmündedir ki!

O çoktan ölmeyi hak etti!

Nuru ancak nur, kemali ancak kâmil

Allah’ı ancak Allah bileceğinden

Şimdi burada susmak daha hayırlıdır...

Demem o ki; Allah herkese

O’nda yok olmayı, O’nda hiç olmayı nasip etsin,

Öyle ki; nefsin bile seni ayakta alkışlayıp, gıpta ile seyretsin.

 

(*) mana çocuğu: Çocuğun kalpten doğup

orada büyümesi (veled-i kalp, tıfl-ı kalp)

1- Nefsi-i Emmare    2- Nefs-i Levvame    3- Nefs-i Mülheme    4- Nefs-i Mutmaine                5- Nefs-i Raziye         6- Nefs-i Marziye     7- Nefs-i Safiye

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Emine Baştuğ Arşivi