“Şah İsmayıl” Operası Gara Garayev’in yeni müzik redaktesinde (2. yazı)
EFLATUN NEİMETZADE
…Arabama atladım, evin yolunu tuttum. O günden İsmayıl provalarıma korkusundan gelmedi. Anladım ki, bana yaklaşması, kendini sahtekarca samimi göstermesi, ikiyüzlülük yaparak güzel laflar, tarifler etmesi - benden Besteci orijinali Notaları alıp evine götürüp yok etmek olmuştur… Nedeni de şudur: Babası Cevdet Hacıyev, daha önceleri Gara Garayev’le “VATAN” operasını birlikte yazmıştır (II. Dünya Harbi yıllarında). Sonraki yıllarda Garayev’in dünyada tanınmasından kıskanarak uzaklaşmış ve kenardan onu feci şekilde kıskanmaya başlamıştır... Eşi Emine Dilbazi beni aradığını daha önce yazmışımdır. Bana: -Garayev ölmüştür… Biz ise sağ kalmışız. Siz daha önceki haliyle “Şah İsmayıl” operasını sahneye koyun, biz sizi destekleriz…dediğinde, üzerine gittim , pek hoş olmayan sözler söyledim kendisine… “Beni bir daha rahatsız etseniz Polisle evinizi basacağım…” deyip, telefonu üzerine kapatmıştım… Şimdi hain ve sinsi oğlunu provalarıma ve evime mahsus, ajan olarak göndermişler. Utanmadan evime dek gelerek Operanın El yazı Notalarını elde etmek istediler…Nitekim arabamla evleri önüne gelip Notaları getirmesini talep ettim ve getirmiş oldu da. Aksi halde İç İşleri Bakan Yardımcısı arkadaşımı arayacaktım ve evlerini basacaktım… Ve bunu mutlaka yapacaktım, evet! Bu sinsi, hain adamların kötü niyetli olduklarını çook sonralar bana anlattılar... Sinsi oğlunu da telefonda güzel sözlerle “bezedim…”, nefret ettim bu aile bireylerine...
Haince Besteci orijinalini benden almak ve geri vermemek olduğunu sonralar öğrenmiş oldum… Çok çirkin ve ailece art kişiler olduğuna bir daha şahit oldum… Garayev’in gölgesi bile olamayan bu çirkin ruhlu insanlar Azerbaycan sanatına ve kültürümüze büyük zarar vereceklerdi, ben onların niyetlerini pozdum, kendilerine nefretler yağdırdım… “Zayıflar kıskanç oluyorlar…”(K. Stanislavski). Hayatta kendileri yükselemeyen, zayıf, cılız zavallılar –karşılarında kendi yetenekleri sayesinde yücelen sanat adamlarını mutlaka kıskanırlar. Çünkü bu zavallı kimseler, karşılarında Güneş gibi yükselen, sanatta harikalar yapanlara tepkili oluyorlar. Tıpkı Garayev’in göklere yükselen başarılarını hazım edemiyorlardı – ona karşı kötülükler yapmaya kalktılar. Ne diyor usta Halk Şairimiz Samet Vurğun:
-Güneşi örtse de siyah bulutlar,
Yine kıymetini kendinde saklar…( “Vagif” dramından)
Bir zaman Gara Garayev’in sayesinde Devletimizden daireler, Fahri adlar, yeni, daha etkileyici görevlere, makamlara yükselen bazı kötü ruhlu insanlar, sonralar Gara Garayev’e “Cephe yarattılar”, onun şerefine, “yükselişine gölge salmaya kalktılar”, daha neler-neler yapmadılar ki? Bu sözleri bana 1979 yılında, Moskova Bolşoy Operasında “Sneguroçka’ temsilini izlediğimizden sonra yürürken, büyük besteci, rahmetlik, Gara Garayev bizzat kendisi bana söylemiştir, “Tek kelimem yeterli oldu, o eski “dostum” Cevdet’i rektör yaptırdım, Konservatuarda pek çoğuna Devletin Fahri adlarını talep ettim, kimisi için Doçent, Profesör kadrosunu aldırdım, kirada oturanlara devletten Daireler aldırdım, Konservatuara Hoca olarak işe aldırdım ve saire… ve saire, daha neler, neler yapmadım bu kişiler için… Hep iyilikler yaptığım bu kişiler daha sonralar bana karşı düğümlendiler ve cephe aldılar… Ben onlara sadece iyilikler yapmışım, bu kadar… -Temsilden sonra Moskova “Bolşoy” Operasından çıktık ve Mayakovski “Metro” İstasyonu’na doğru yürürken Gara muallim konuşmalarına devam ediyordu. Kendi evi Metronun hemen yanındaydı. Daha önceleri de kendisini evine dek yolcu etmiştim… Ben sadece onu dinliyordum, sanki içini dağıtıyordu Gara muallim… Bir ara kendisinden yeni Opera yazmayı düşünüyor musunuz, sordum. Aniden durdu, bana dikkatle baktı ve: -İdayetzade de opera yazmamı istiyordur. Aralıklarla bana, “Hadi, yeni Opera yazınız”, diyor. Ben de kendisine ciddi bir konu olsa düşüneceğim cevabını veriyorum… Ben fırsatı hemen yakaladım ve: - Gara muallim, Hüseyin Cavıd’in dramları güzel opera konusu ola bilir. Örneğin, “İblis” tam bir opera konusudur. “Seyavuş” da ola bilir.- dediğimde Gara muallim hemen, “Bak, “İblis” gerçekten ola bilkir, neden olmasın…” dedi ve evlerinin önüne gelip çattık.
GARAYEV YENİ OPERA YAZACAKTI
Bana: Eflatun, belki eve kalkalım… “Hemen özür diledim kendisinden: -Gara muallim, eşim evde tekdir, beni aradı, hemen geliyorum, dedim kendisine. Size minnettarım, çok sağ olun, … Hemen de elini uzattı: - İyi geceler, Hanıma selamımı söyleyin, telefon et bana…” dedi ve evine doğru yürüdü…
Gara Garayev”le dopdolu güzel Moskova hatıralarım vardır. Zaman-zaman beni Besteciler İttifakına davet ediyordu, çay içiyorduk, temsillerden konuşuyorduk, daha sonra kendisini Bolşoy temsillerine aralıksız davet ediyordum. Seve-seve temsilleri izliyorduk, tartışıyorduk… Her defasında da, - Pokrovski Hocana benden selam söyle, - diyor, ayrılıyorduk…
Şimdi bu deha bestecinin “Şah İsmayıl” operası orkestrasını elvan ruhla yeniden bezediğine hayran kalıyor, bu Yüce Dağın önünde baş eğiyor, ona Tanrıdan rahmetler diliyorum. Deha Garayev bana: “Ben temennasız, hiç para almadan bu operanın Orkestrasını yeniden işlediğimden dolayı gurur duyuyorum. Bunu yapmaktan mutluyumdur…, diyordu. –Fakat hayatında hiç opera yazmayan ve böyle hayırseverlik bir çalışmayı yapamayan bazı kimseler benden ne istediklerini bilemiyorum. Ben kötü bir şey yapmadım, zayıf bir Orkestra Partisyonunu daha da mükemmel bir üslupta Revanlaştırdım ve zenginleştirmişim… Kendilerinin yapa bilmedikleri bir çalışmayı bitirmişimdir… Teşekkür etmelerine bile ihtiyacım yoktur… Gitsinler kendiişleriyle uğraşsınlar…- Gara muallim bu sözleri bile kibarca, samimi bir üslupta ifade etmiş oldu.
Şimdi aradan uzun yıllar ötmüştür. Bolşoy’dan Yemen Cumhuriyeti Başkenti - Aden”de Milli Devlet Tiyatrosu’nu kurmaya gönderildim. Orada çalışırken Büyük besteci Gara Garayev’in vefat ettiğini duydum ve Sovyet Besteciler İttifakına Yemen Sefirliği vasıtasıyla Başsağlığı dileklerimi yazılı olarak gönderdim… Ne büyük Mutlu bir halk olmuşuzdur ki, Gara Garayev gibi deha bir bestekârımız vardır. Onunla iftihar duymanın başka bir özelliği vardır… Bunu da gurur ve iftiharla söylemek isterim ki, onu yakından tanımaktan çok-çok mutluyumdur…
Şimdi böyle deha bir bestecinin şeffaf parmakları sayesinde M. Magomayev”in “Şah İsmayıl” operasının yeni “orkestrasyonu” ve Orkestra şahane bir profesyonel düzeye ulaşmış bulunuyor. Ve operada Orkestrayı pek anlamayan ve nasıl yapıldığından haberi bile olmayan bazı kişi ve zevatlar Garayeve karşı cephe almış, hey makam-makam dolaşıyorlar ve lâfazanlık yapmaya kalkmışlardır…
Garayev’in yeni Orkestra düzenlemesine karşı olan muhalif grubun başında - besteci Cevdet Hacıyev’in, Gülhar Hasanova’nın olduğunu operada her kes biliyordur. Karşı duranlar arasında ne yazık ki, sınıf arkadaşım - Arif Babayev kimi deneyimli, yetenekli müğenni de vardı. Arif, sahne provalarıma tam zamanında geliyordu; dost olduğumuzu vurguluyor, arkada Gülhar Hasanova ve başkaları ile de diyalogda olduğunu öğrenmiş oldum. Arifle beş yıl birlikte Tiyatro Üniversitesinde okuduğuma da pişman oldum.
MUHALEFETİN ÇİRKİN YÜZÜ…
Diploma temsilimizi 1965 yılında, “Arşın Mal Alan” operetini Opera sahnesinde gösterdik. O tacir Askeri, ben ise uşak Veli rolünü oynadım. Şimdi tanınmış sanatçı olmuş ve sahnede de inanılmaz bir performans sergiliyordu. Caneli Akperov ile kast olarak çalışıyordu. Çevremizde hasta ruhlu muhalefet, kobralar gibi dolaşıyor, ilk fırsatta saldırmaya kalkmışlardı.
Dekorlarımızı Tiflis’ten getirdik, sahnede Akış provalarını yapmaya başladım. Temsilin Genel Müzik Direktörü, Rauf Abdullayev idi, ikinci şef - Tale Ganiyev idi. Son Akış provasının birinde giyimli, süslü bir kadın izin almadan salona girdi, ön saflarda oturdu. Tiyatrolarda kural vardır. Son Akış provalarında onuncu sıradan önde oturulmaz. Neden mi? Çünkü rejisör ve ressamlar her köşeden temsilin akışını dolaşarak izliyorlar, eksilikleri görmek zorundalar. Buna göre önde oturmak etik açıdan hoş bulunmuyor. Fakat bu kadın kurallara uymadan önde oturdu. Yaklaştım kendisine: -Siz kimsiniz?” sordum.
-Ben Akademik Püste Azizbeyova’yım. Burada yanlış temsil sergiliyorlar, tarihi değişiyorlar”, - dediler. Beni davet ettiler, geldim ki, izleyim.
-Sizi kim davet etmiştir?
-Güzhar Hasanova.
-Bakın Püste Hanım, burası Gülhar Hanımın evi, bahçesi değil… Yanlış yapmıştır. Ben temsilin rejisörüyüm. Bu Akış provasıdır ve kenar şahıslar izinsiz salona giremezler. Provaları durduruyorum, değişiklikler yapıyorum. Şimdi lütfen, kalkın ve hemen salonu terk edin. Ben kenar şahısların izlemesine şimdilik izin vermiyorum. - Hanım Azizbeyova konuşmadan etmeden salondan çıktı. Çıkışta Rauf Abdullayev’le karşılaşan Püste Hanım:
-Rejisör beni salondan dışarı attı,” diye şikâyette bulundu. Rauf Bey de cevabında:
“Şöyle haklıdır, bu rejisörün Akış provasıdır, bazı düzelişler yapıyor. Bu bir nevi mutfaktır ve kimse rejisörün izni olmadan mutfağına giremez. Kural böyledir ve kimse onu rahatsız etmemelidir” diye cevap verdi. Bana anlattığında hayret ettim...
Daha sonra Müdür, Azer Rzayev’e de beni şikâyet etmişdir. Azer Bey de kendisine aynı cevabı vermiş… Muhalifteki yanlış kişiler Komünist Parti Genel Sekreteri, A. Vezirov’a da yazılı müracaat ederek, güya ben besteci orijinalini değişiyorum, diye şikâyette bulundular.
Temsilin Genel Provasını yaptık ve salonda Azerbaycan’ımızın bütün bestecileri, öncelikli muhalif grup, Bakan, Sayın, Prof. Dr. Zakir Bağırov, Bakan Yardımcısı, Memmed Ziyadov ve basın mensupları iştirak ettiler. Bütün sanatçılar sürekli alkışlandılar ve büyük tezahüratla karşılandılar. Bakan tüm sanatçıları salona topladı ve sevinerek kutladı “Fevkalade güzel oynadınız” dedi. “Bütün sanatçıları, Koroyu tebrik ediyorum. Orkestra şahane seslendi. İşte Garayev’in şahane yeni Orkestra düzenlemesi çok başarılı olmuştur” dedi.
Son Genel Provamızı yaptık ve salon dolup-taştı… “Bravo”, “bravo” sesleri aralıklarla sesleniyordu. Devlet Komisyonu sonunda karar aldı: -Bu harika temsil seyircilere gösterilmelidir. –Tüm olaylar bundan sonra başlamış oldu. Akşam evdeydim ve yeni temsilin seyirciler tarafından nasıl karşılanacağını düşünüyordum. Telefon çaldı. Açtım, Bakan, Zakir Bağırov idi: - Aşağıda araba seni bekliyor, hemen konuşmamız lazım, bekliyorum…- Sesinde hüzün ve yorgunluk his ettim. Alil-acele giyindim, aşağıya fırladım. ...Araba Devlet Evinin önünde durdu. Sayın, Bakan beni güler yüzle kapıda karşıladı ve derinden nefes aldı.
-Gel otur, Eflatun, -dedi. -İkinci Genel Provayı yapmalısın. Bu gün beni Başkan, A. Vezirov yanına davet etti. Temsilin yeniden Genel Provasını yapın, dedi; -Rejisör operada ciddi değişikler yapmıştır, dedi ve saire… Ben senin çok doğru ve güzel çalışmandan söz etsem de, bana: -Tüm rektörler, besteciler, yazarlar, Devlet adamları bakmalılar. Elimde şikâyet mektupları vardır, -dedi: -Alın, okuyun. Ben tümünü okudum. Başkana:
-Yazılanlar bühtandır ve yanlıştır. Rejisör Gara Garayev’in yeni Müzik Orkestrasyonu üzerinde çalıştığı için bazı nankörler mani oluyorlar rejisöre. Yazılanlar tümü gerçek dışıdır, dedim… Başkan beni de uyardı: -Yeni Komisyon karar verecektir, -dedi ve son noktayı koydu.
-Sayın Bakanım, Vezirov müzisyen değil ve Garayev’in yeni müzik Orkestrasyonunu da anlamaz. –Ben senin yanındayım, bunu bilmelisin. Fakat Devlet Başkanıdır, diyorsa yapalım Genel Provamızı. Ama unutma ki, rejisör olarak seni seviyorum ve sözünün de ağasısın. Yapalım Genel Provamızı…Susturalım bu adamı…
-Peki, yapalım. Ama bu Vezirov’un iyi düşünce adamı olmadığını da söylemem lazım…
… O gece çok rahatsız uyudum. Şef, Raufa telefon ettim ve iki gün sonra yeniden Genel Provamızı tekrar edelim… Sustu ve nasıl istersin, dedi. –Hemen yazdırırım, iki gün sonra…
Ertesi sabah ilk işim 1 NO’lu Postaya gütmeliydim Oradan Başkan A. Vezirova Postadan ivedi olarak tutarlı bir yazı gönderdim: -Siz operadan, özellikle deha Garayev gibi yüce besteci çalışmasından ne anlarsınız? Hiç anlamazsınız ve ne hakla Temsili durduruyorsunuz? Ben gidiyorum, bu siz ve sizin temsiliniz… İstediğinizi yapınız… Ve saire… Sonra Operaya geldim, Rauf’un önünde oturdum. Olanları anlattım… “Doğru yapmışsın, dedi. –Vezirov parti işleriyle uğraşsın. Hala Garayev gibi deha önünde de baş eğmelidir “dedi.
Operadan çıktık. Deniz kıyısında oturup yemek yedik… Beni teselli ediyor, moralimi yükseltiyordu. –Hadi, moralini bozma, yapalım ikinci Genel Provamızı. Gelsinler baksınlar ve utansınlar… Böyle güzel temsili kimse, ama kimse yapamaz. Bunu biz birlikte yarattık…
İkinci Genel Prova çook yüksek seviyede sergilendi. Salonda her kes ayaktaydı ve uzun süre sanatçıları alkışladılar… Sanatçılar adeta coşmuşlardı, her kes – şancılar, koro, bale – üst seviyede temsili sergilediler. Orkestra şahane düzeyde seslendi ve Garayev’in orkestraya getirmiş olduğu dolgunluk ve taravet sıcak alkışlarla karşılandı…
Aynı günün akşamı Bakan, Zakir Bağırov beni evden aradı: “Eflatun Bey, bu gün Vezirov beni yanına davet etti. Senin yazmış olduğun resmi mektubu ben de okudum. Adam çılgına dönmüştür… Ben tüm gerçekleri kendisine anlattım ve senin doğru yolda olduğunu bir daha kendisine ilettim. Bana dedi ki, Eflatun Bey gitmesin, ona ihtiyaç vardır… Siz, lütfen bana gelin, hemen, şimdi. Ben araba gönderiyorum…
Araba geldi, beni alıp Bakanlığa götürdü. Bakan beni kapıda yeniden sıcak karşıladı, kucaklaştık: -Yaman keskin yazmışsın… Adam çıldırmış gibiydi, -dedi. –Önünde oturdum: -Seninle konuşmak istiyor, lütfen sakin konuş, dedi ve telefona el attı:
-Sayın Vezirov, Eflatun Bey yanımdadır, telefonu kendisine veriyorum. –Bana rica etti: -Lütfen sakin konuş…
TELEFONDA VEZİROV’UN DERSİNİ VERMİŞ OLDUM
-Sevgili Eflatun, ben senin o güzel “Prens İgor” temsilini eşimle birlikte izledim. Harika bir temsil idi ve seni de Müdürün odasında şahsen tebrik etmiştim. Hatırlıyorsun, elbette.- Evet, iyi hatırlıyorum, Sayın, Vezirov, dedim. –Şimdi sanatçılar şikâyet ediyorlar, güya operada değişiklikler ediyorsunuz. Ben bu alanın uzmanı değilim, doğru yazmışsınız… Fakat gerçekleri bu gün Sayın, Bakandan dinledim ve senin ne kadar haklı olduğunu bu gün anlamış oldum… Ama senin mektubunu da hiç beğenmedim doğrusu…
- Sayın Vezirov, şimdi beni de lütfen dinlemenizi rica ediyorum. –He, elbette ki, buyurun, dinliyorum. Ben: -Aslında daha önceden beni davet edip dinleyecektiniz. Neyse… Bakınız, Sayın, Vezirov, beni Bakü Operasına Sayın, Haydar Aliyev davet etmiştir. Benim atamam Sverdlovsk Operasına olmuştur ve ben her an oraya döne bilirim. Zaten biletimin alınmasını Bakanlıktan talep etmişim. Ben kasap değilim, vatan haini de değilim ki, klasik operamızı kesip, doğurayım... Başkaları kasaplık yapmışlar, besteci orijinalini param-parça etmişler, bunu da bilmenizi isterim. Onlardan hesap soracaktınız…
Ven: - Bana sizin böyle söylediğinizi dediler: “Operayı kesip doğruyor”, demişsiniz… Buna göre size yazılı müracaat ettim… Men gerçeklerin peşindeyim ve besteci orijinalini yerine koymak üzerinde çalışıyorum. Bu benim sanatımdır ve halkıma dürüstçe hizmet ediyorum. Fakat uzun yıllardır Magomayev’in operasının orijinalini küstahça, haince, hatta gaddarca değişmişler ve vatanımda kimse bunu konuşmuyor, düşünmüyor bile? Bunu yapanlar neden cezalanmıyorlar, lütfen söyleyin bana? Size saygım vardır, ama siz de bu alanın uzmanı değilsiniz ve zayıf, yeteneksiz adamların sözlerine neden inanıyorsunuz? Bu olayların muhatabı benim, neden gerçekleri bizzat benden sormuyorsunuz? İkinci defadır siz, Genel Provamı durduruyorsunuz? Ama neden; Sanatçılarımızın performansını zedeliyorsunuz ve ben buna dayanamıyorum. Benim Hocam, dünya rejisörü, Boris Pokrovski’dir. Ona tüm olayları anlattım, çok hayret etti ve bana, hemen Bolşoy’a dön, yanımda çalışacaksın, dedi. Sayın, Vezirov, ben bu günden itibaren temsili ve tüm yetkilerimi şahsen size bırakıyorum. Siz profesyonellere değil, amatörlere, zayıf ruhlara inanıyorsunuz ve temsilin seyircilere sunmayı yeniden durduruyorsunuz. Neden Parti işlerini sahneye sokuyorsunuz, Sayın, Vezirov? Bunu kabul etmiyorum, protesto ediyorum, lütfen… -Vezirov, olayın vahametini anladı, şöyle dedi:
-Bakın, sevgili Eflatun Bey. Siz kıymetli sanat adamısınız ve ben sizin gitmenizi kesinlikle istemiyorum ve sizi Moskova’dan resmen talep de edeceğim. –Onun sözünü hemen kesmeli oldum:
-Lütfen, Sayın Vezirov, sizin sözünüzü kesiyorum, lütfen dinleyin. Ben siyaset adamı, yahut da parti memuru değilim ki, beni talep edeceksiniz? Ben böyle karmaşık, sahipsiz, zayıf ve yeteneksiz insanların ortamında, deneyimsiz insanların ortamında çalışmak istemiyorum. Ve hiç kimse, hatta siz de dâhil, beni burada kalmaya mecbur edemezsiniz. Vatanımda yaratıcı insanlara saygı gösteren, arka çıkan ne yazıktır ki, siz de dâhil, kimseyle karşılaşmadım. Lüzumsuz davranışlardan, yersiz baskılardan doğrusu bıktım ben. Yeter artık. Sizi bir daha rahatsız etmeyeceğim. Ben yarın Bakü’yü terk ediyorum. Zaten bensiz de Genel Provayı izleye bilirler. Çok sağ olun… -Telefonu Bakan, Bağırov’a uzattım ve kalktım. Bakan şaşırmış, bana hayretle bakıyordu. Hemen elimden tuttu. Telefona sarıldı:
-Sayın, Vezirov, ben Sayın, Neimetzade ile konuşacağım, siz hiç endişe etmeyin, lütfen. –Sonra Vezirov’u dinledi-dinledi ve telefonu kapattı… Beni kucakladı…
Devamı vardır…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.