Siyasî ikbal hevesleri ve ihanetler
İsrail terör örgütünün Gazze’den sonra Lübnan ve Suriye’ye yönelik saldırıları, yaklaşan büyük savaşın ayak sesleridir.
Türk Devleti, gelen tehlike ve tehdidin farkında olarak, gereken siyasî, askerî ve iktisadî tedbirleri almak için çaba gösteriyor. Bu çabaların önemli bir unsuru; savunma sanayimizin, dolayısıyla da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güçlendirilmesi ve tüm donanın ihtiyaçlarının en üst düzeyde karşılanmasına yöneliktir.
Hal böyleyken, mevzuya vatan meselesi yerine siyasî ikbal penceresinden bakan bazı siyasî basiretsizler, sanki önümüzde bir savaş tehlikesi yokmuş gibi davranıyor. Diline hâkim olamayan bazı müptezeller de “İsrail’in bize saldıracağı iddiası deli saçmasıdır…” tarzında zırvalıyorlar. Daha öncekiler de “YPG bize mi saldıracak?” diye saçmalamıştı. Saki YPG, Türkiye’den başka bir ülkeye saldırtmak için kurulmuş gibi… Türkiye, paçalarına zorlatan mahlûkları dikkate almadan, kervanı yürütmelidir.
Bu noktada, tarihimizdeki bazı ihanetleri kısaca hatırlatmak, bugünkü durumu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Hadi buyurun, ihanetler tarihimizden kısa kesitler görelim:
NE KADAR KAHRAMAN O KADAR HAİN
Sultan Alparslan, henüz Malazgirt Zaferi’ne ulaşmadan, kardeşi olan, Kirman Selçuklu Devleti Meliki Kara Arslan Kavurd Bey’in ihanetiyle yüzleşti. Kavurd’un saltanat hırsı yüzünden binlerce Türk evladı birbirini kırdı. Alparslan’dan sonra tahta çıkan Sultan Melikşah da amcası Kavurd’la uğraşmak zorunda kaldı. Nihayet 1073’te, isyan halindeki Kavurd’un öldürülmesiyle bu gaile son buldu.
Henüz devlet olarak ilan edilmemiş Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi’nin siyasî ve askerî hamleleri, her defasında amcası Dündar Bey’in muhalefetiyle karşılaştı. Dündar Bey, aslında Osman Gazi’nin yerine geçme hevesindeydi. Bu durum, beyliğin gelişmesini ve güvenliğini tehlikeye atıyordu. Sonunda Osman Gazi, amcası Dündar Bey’i, 1288’de öldürmek zorunda kaldı.
İstanbul’un Fethi için canını dişine takan Fatih Sultan Mehmet, bir yandan da Bizans elinde rehin bulunan, amcası Musa Çelebi’nin oğlu Orhan Çelebi’nin taht hevesiyle yaptığı ihanetlerle imtihan oldu. Orhan Çelebi’nin çıkardığı karışıklıklar yüzünden Türk Devleti, Bizans’a sürekli haraç vermek zorunda kaldı. Nihayet, Fatih İstanbul’u kuşattığında, Orhan Çelebi, etrafındaki 600 Türk askeriyle birlikte, Osmanlı’ya karşı savaştı. İstanbul’un fethedildiği 29 Mayıs 1453’te, keşiş kılığında şehirden kaçmaya çalışan Orhan Çelebi, yakalanarak idam edildi.
İHANETLERİN BOZGUNLARI
1683’teki İkinci Viyana Kuşatmamız sırasında, Türk oğlu Türk, kahraman sadrazam Kara Mustafa Paşa, maruz kaldığı ihanetler yüzünden bozguna uğradı. Viyana fethine ramak kalmışken, şehrin yardımına gelen Polonya Kralı Leopold emrindeki 100 bin kişilik Haçlı ordusunu, Tuna üzerindeki taşköprüde durdurması gereken Kırım Hanı Murat Giray, kendi siyasî hesapları uğruna bu görevini yapmadı. Leopold ve Haçlı ordusu, taşköprüyü kolayca geçti.
Haçlıları ikinci kademede Kahlenberg’de durdurması gereken Budin Beylerbeyi Arnavut İbrahim Paşa da ihanet edince, Leopold ve ordusu, Türk ordusunu arkadan kuşattı. İbrahim Paşa’nın siyasî ikbal hesabı da; Merzifonlu yenilerek idam edilip, yerine sadrazamlığa kendisinin geçmesi üzerineydi.
Bu iki ihanetin bedeli; 1686’da Budin’in elimizden çıkması ve 1783’te de Kırım’ın Ruslar tarafından işgaliyle ödendi.
’93 Harbi olarak bildiğimiz 1877-1878 Türk-Rus Savaşı sırasında da birçok ihaneti yaşadık. Yeni ilan edilen Meclis-i Mebusan’daki Bulgar, Ermeni, Makedon, Sırp ve diğer gayrimüslimlerin yanı sıra, bazı Türk olmayan Müslüman unsurların da basiretsizlik ve ihanetiyle bu savaşa zorla sokulduk. Tuna ve Kafkas cephelerinde yapılan bu büyük savaşta, tarihimizin en ağır hezimetlerinden birini yaşadık.
İTTİHATÇI TEPİŞMELERİ
1912’deki Birinci Balkan Savaşı sonrasında, Osmanlı yönetiminde bulunan bazı basiretsiz hainler, “Edirne’ye Enver (Paşa) gireceğine Bulgar girsin…” diyecek kadar ihanet çukuruna düştüler. Şükür ki, düşman devletlerin bizden aldıkları parsayı paylaşırken kavgaya tutuşması sebebiyle, Edirne’yi 1913’te kurtarabildik.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, imparatorluğumuzun güneyindeki sıcak ülkelerden çektiğimiz askerleri, Ruslara karşı savaşmak üzere Kafkas Cephesi’ne gönderdiğimizde de bir yığın ihanet yaşadık. İttihatçı paşaların kendi aralarındaki ikbal kavgasının eseri olan bu ihanetlerin en hafifi; sıcak bölgeden gelen askerimizi, sırtına palto bile veremeden, kış ortasında Erzurum dağlarına sürmek oldu. Bir gecede 90 bin vatan evladını soğuğa kurban verdik.
Maalesef, siyasî tarihimizdeki sayısız ihanetler yanında, askerî ve savaş tarihimizde de ağır ihanetler yaşadık. Kimi ihanetler alenî ve siyasî ikbal amaçlı olurken, bazı ihanetler ise gaflet ve dalaletin neticesiydi.
Türk Ordusu’nun güçlenmesi için çabalaması gereken sorumluluk sahipleri, bazen basiretsizlikten, bazen de namussuzluktan dolayı görevi savsakladılar. Düşman karşısına silahsız veya zayıf silahlarla, lojistik desteklerini kurmadan, hatta askerimizin giyineceği uygun kıyafetleri dahi temin edemeden çıktık. Neticede, ya ağır yenilgiler aldık, ya da kazandığımız zaferlerin bedeli çok ağır oldu.
BUGÜN DE DURUM DEĞİŞMEDİ
Bugüne gelirsek… Tüm dünya, çok büyük bir savaşın eşiğindeymişçesine hazırlık yapıyor. Sanki büyük savaşın kum saati, ABD’nin 5 Kasım seçimlerine ayarlanmış gibi… Daha da vahimi, İsrail terör örgütü, ABD ve şürekâsının destek ve ittirmesiyle, sürekli mevzi kazanarak ilerliyor. Köpek önüne gelene saldırırken, sahibi olan irikıyım domuzlar da bu saldırıya engel olabilecek ülkeleri tehdit ediyor.
Kuşkunuz olmasın; bu savaşın en önemli hedefi Türk Devleti’dir. Mesele ne İran’la ne Lübnan’la ne Suriye’yle ne de Ürdün’le sınırlı kalmayacak. Türkiye’nin yapması gereken; vakit yitirmeden, ordumuzun tüm donanım ihtiyaçlarını en üst düzeyde karşılamak ve gücünü zirveye çıkarmaktır. Eğer yeterli gücümüz olmaz veya bu gücü düşmana hissettiremezsek, sıcak savaşa girmek zorunda kalırız. Biz böyle bir savaşı kaybetmeyiz. Fakat kapıya dayanan bu savaşın, Türk Devleti ve Türk Milleti’ne vereceği zararların da çok ağır olacağını bilmeliyiz.
Siyasî ikbal uğruna, devletimizin gündeme getirdiği, savunma sanayimizi güçlendirme hamlelerine karşı çıkmak; hele de bu itirazları ‘bütçeye kaynak sağlama arayışı’ gibi iddialar eşliğinde yürütmek, şayet ihanet değilse, gaflet ve dalaletin işaretidir.
Herkes hesabını doğru yapsın; yakında kapımıza dayanacak savaşın şakası yok. Bu defa karşımıza sadece PKK/YPG/DAEŞ’i çıkarmakla yetinmeyecek; öteki kuduz köpekleri ve irikıyım domuzları da üzerimize salacaklar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.