“Tamburalı Paşa”
Güneydoğu'da terörle mücadelenin önemli isimlerinden; efsane komutan Emekli Korgeneral Hasan Kundakçı, nam-ı değer ‘Tamburalı Paşa”nın vefat haberini duyunca üzüldüm doğrusu.
Gazetecilik yaptığım dönemde kendisiyle tanıştım; Mayıs 1998’de Hergün Gazetesi’nde, 2004 yılının Eylül ayında da evinde röportajlar yapmıştım.
PKK ile mücadele eden birliklere komutanlık yapan, korkusuz, atak, dağlarda askeri operasyonları bizzat yöneten Kundakçı Paşa ile o dönem de birçok gazeteci görüşmek istiyordu.
Ev telefonundan aradım, Hergün Gazetesinde görev yaptığımı belirterek görüşme talebimi ilettiğimde; hangi konuda röportaj yapacağımı sordu.
1998 de, PKK ile mücadele her zaman ki gibi büyük bir kararlılıkla sürüyor; örgütün önemli ismi Şemdin Sakık bir operasyonla Türkiye’ye getiriliyor, APO’nun yurda getirilip getirilemeyeceği ise konuşuluyordu.
Komutandan terör olaylarına ilişkin genel bir değerlendirme yapmasını talep ettim.
İki gün sonra aramamı söyledi.
Sorularım hazırdı, iki gün sonra aradığımda da bir gün sonra aramamı belirtti.
Görüşmeyi önce kabul edip sonra randevuyu ertelemesi, ben de bir şüphe oluşturdu. Vaz mı geçti konuşmaktan, arayıp, arayıp usanmamı bekliyor acaba diye düşündüm.
Ama, bu ertelemelerin benim ve gazeteyle ilgili güvenlik araştırması olabileceğine dair kendimce yorumlar getirdim.
Üçüncü aradığımda, görüşmenin yarın ve gazetede olmasını istedi. “Saat: 15.00 de geleceğim” dedi.
Hergün gazetesi, Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Alaattin Aldemir’in yönetiminde yayımlanıyordu.
Ben de hafta da bir röportaj yapıyorum gazeteye.
Aldemir’e Kundakçı Paşa’nın geleceğini söylediğim de, heyecanlandı; “O cesur, devletini, milletini seven bir komutan” dedi.
Görüşmeden yarım saat önce gittiğimde, Kocatepe Camiine çok yakın mesafedeki gazetenin bulunduğu sokakta manzara şu: Apartmanın girişinde 30 kadar ülkücü genç sağlı sollu sıralanarak bir koridor oluşturmuşlar bekliyorlar.
Aralarından geçip Aldemir’in odasına girdiğimde camda gençleri işaret ettim;
-Gençler neyi bekliyor...
-Komutan gelecek ya, küçük de olsa bir karşılama töreni yapalım istedik.
Kundakçı Paşa tam zamanında geldi, yanında koruması da vardı.
Aldemir’in odasında bir süre sohbet ettik, konu; elbette Türkiye.
Türkiye'nin jeopolitik önemi, Ortadoğu’da yaşanan karmaşa, sınır kapılarının güvenliği ve terör olaylarının neden bitirilemediğine dair görüş ve düşünceler.
Komutan gerçekten çok donanımlı, Türkiye ve dünyadaki gelişmeleri çok yakından takip ettiği konuşmasından hemen anlaşılıyor.
Bir ara korktum, sohbet böyle devam ederse; hem röportaja zaman kalmayacak hem de hazırladığım bazı soruların cevabını şimdiden anlatamaya başladı bile.
Neyse, çaylar içilip arkadaşlar da bizi yalnız bırakınca, beklediğimden de iyi bir söyleşi oldu.
Tüm sorularımı açık yüreklilikle cevaplandıran Kundakçı Paşa, özellikle teröre destek veren devletlere vurgu yaptıktan sonra şunları söyledi:
“1996’da PKK ile mücadelede çok iyi sonuçlar alıyorduk. Bölücü örgüt içinde yılgınlık başlamıştı. Teröristlerin önemli bir kesimi teslim olmayı düşünüyordu. İşte o günlerde Ankara’da HADEP Kongresi’nde Türk Bayrağı indirildi. Bu durum üzerine militanlar teslim olmaktan vaz geçti. Yani bayrak indirme olayı PKK’nın ömrünü 5 yıl uzattı....”
Komutan gazeteden ayrılırken, kendisini her zaman arayabileceğimi söyledi.
Röportaj tam sayfa olarak gazetede yayınlandı.
Kundakçı Paşa ile ikinci görüşmemin adresi ise eviydi.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin kararlı duruşu ve hiçbir hal ve şartta durmadan, gece-gündüz, soğuk-sıcak demeden operasyonlara devam etmesi karşısında teröristler paniklemeye başlamıştı. 2004 yılının ortasından itibaren terör eylemleri sivilleri hedef almaya başlamıştı.
Bu kez de görüşme talebimi; terör ve bölgenin güvenliği hakkındaydı.
Röportaj, Başkent İktisatçılar Derneği’nin üç ayda bir yayımlanan “Başkent İktisatçılar Haber Bülteni” nde yayınlanacaktı.
Komutanın verdiği adese gittiğimde anladım; burası emekli generallerin lojmanıydı. Oldukça iyi korunan sitenin nöbetçi kulübesinden telefonla geldiğim haberi verildi.
Kapıyı, güler yüzüyle Kundakçı Paşa açtı.
Evin salonuna davet etti, bir süre hal hatır sordu.
Sonra, salona gelen hanımefendiyle tanıştırdı. İkisinin birden ne içersin tekliflerine teşekkür etsem de komutan birer kahve içeriz dedi.
Bu kez sorularım; teröre desten veren ülkeler, AB uyum yasaları dahilinde idamın kaldırılmasının teröristlere nasıl bir etki yaptığı, Ortadoğu’da devam eden kargaşa ve gelişmelerin ülkemizi nasıl etkilediği şeklindeydi.
Özel Harp Dairesi Başlığı yapmış, iki yıl Güney Doğu Anadolu’da Asayiş Komutanlığı görevi de bulunmuş Kundakçı Paşa bölgeyi, bölgenin insanlarını, sosyo-ekonomik durumları çok iyi analiz etmiş biriydi.
Sorularımın tamamını yine cevapladı.
Kendisine teşekkür ettim, röportajın yayınlandığı sayıdan da kendisine göndereceğimi söyledim.
Artık ses kayıt cihazımı kapatmıştım.
“Yıllarca önemli görevlerde bulundunuz unutamadığınız bir anınız var mı ?” dediğimde ise güldü. “Anı çok ama ben birini anlatayım” dedi.
Başladı anlatmaya;
“1973-1976 yılları arasında Atina’da askeri ataşe olarak görev yaptım. Rütbem binbaşıydı. O yıllarda hain Ermeni terör örgütü ASALA, Türk diplomatlarına yönelik düzenlediği silahlı ve bombalı saldırılarla gündemdeydi.
Teyakkuzdaydık, tedbirleri elden bırakmıyorduk.
Bir gün; Birlikte görev yaptığımız deniz albayı karargahtan ayrılınca, aracının peşine takılan bir araçtan söz etti arkadaşlar... Hemen araca binip son sürat yola çıktım. Kısa bir süre sonra onlara yetiştim; dört kişiydiler, arkadaşımızın aracını durdurmuşlar ve acımasızca saldırmışlar. İyi bir yakın dövüş ustasıydım, aralarına daldım... Yumruk ve tekmelerle vurduğum yere düşüyor, kalkamıyordu bir daha...Kalkmak isteyenlere bir daha, bir daha vuruyordum... Neye uğradığını şaşıran saldırganlar, ağızları burunları kan içinde araçlarına binip hızla uzaklaştılar...”
Komutan anlatırken fark ettim; olayı öylesine içten anlatıyordu ki oturduğu koltuktan hafifçe kalkıp, yeniden otuyordu...
Daha sonra, neden “Tamburalı Paşa” adıyla anıldığını, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri komutanı olarak görev yaparken Türk bayrağını indirmeye çalışan bir Rum protestocu için 'vur' emri vermesini de anlattı.
Röportajım dergide yayımlandı.
Bir daha yüz yüze görüşmedik ama “Güneydoğu'da Unutulmayanlar” kitabı yayınlandıktan sonra telefonla arayarak tebrik etmiştim.
Kim nerede, hangi görevde bulunursa bulunsun; Türk Milletine gönül veren, karşılık beklemeden hizmet eden herkese derin saygı duydum. Bu hep böyle oldu.
“Tamburalı Paşa” ya Allah’tan rahmet diliyorum, ruhu şad, mekanı cennet oldun inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.