Torreira yine yedirdi!
Trendyol Süper Lig’in son haftasına girilirken lider ile aradaki puan farkını 3’e indiren Fenerbahçe son haftaya çok küçücük de olsa bir umut taşıdı. Küçücük diyoruz. Çünkü son hafta Galatasaray’ın, Konyaspor deplasmanından 1 puan alması yetecek şampiyonluğu için. Üstelik Konya’nın da ligde kalabilmesi için sadece 1 puana ihtiyacı var. Böyle olunca o maçın berabere bitmesi kaçınılmaz gibi duruyor.
Şimdi bu kurgu olur mu derseniz, olur elbet. Geçmişte olmadı değil. 2000 yılında Şampiyonlar Liginde gruptan çıkabilmek için Galatasaray ve Strum Graz takımlarına oynadıkları maçta beraberlik yetiyordu. Maç 2-2 berabere giderken iki takımada beraberliğin yettiği anlaşılınca maçın sonları al gülüm ver gülüm ile geçmiş, iki takımda birbirine hücumu bırakıp orta sahada top çevirmiş ve maç da berabere bitmişti. Konya-Galatasaray maçı da tam bu senaryoya gebe şimdi.
Pazar akşamı oynanan maça gelince. Aslında her iki takımı da bu yıl müthiş bir şampiyonluk yarışı izlettirdikleri için tebrik etmek gerekir. Fakat Fenerbahçe’yi biraz daha fazla tebrik etmek gerekir. Neden diye sorulacak olursa. Galatasaray sadece rakiplerle mücadele etti, sıkıştığı yerlerde hep arkadan ittirildi, çok iyi oynadığı zamanlar da oldu elbette. Fakat çoğu kötü oynadığı maçlarda ise bir şekilde kazandı veya kazandırıldı. Sarı-Kırmızılılar yaşadığı tek olumsuzluk ise; sadece bu yılki transferlerinden fazla verim alamadığıydı. Hakim Ziyech 3-4 maç dışında fazla katkı veremedi. Zaha yine 2-3 maçında bir artı sağlayamadı, Tete, Ndombele hiç katkı vermedi. İkinci yarı katılan Köhn yine 1-2 maç dışında fazla katkısı yoktu. Vinicus’u hiç saymaya gerek yok. Kısacası Galatasaray’ın eskileri yani geçen yılki iskeleti götürdü yine.
Fenerbahçe’ye gelecek olursak. İsmail Kartal ile sezon başında çok iyi bir ivmeyle oyun üstünlüğü yakalamışken, ilk puan kaybı ve mağlubiyet yaşadığı Trabzonspor maçından sonra üstün oyun gücü yavaş yavaş düşmeye başladı. Aslında 21’de 21 galibiyet yaparken bile birçok kez hakem hatasına maruz kalmıştı. Fakat galibiyetler üst üste geldiği için fazla üzerinde durulmadı bu süreç içerisinde. Ne zamanki Fenerbahçe oyun gücünü yavaş yavaş yitirdi ve hakem hatalarından puan kaybetti, işte o zaman dillendirmeye ve konuşmaya başladı.
Üstelik Fenerbahçe hakem hatalarının haricinde saha dışı olaylar ile de mücadele etmek zorunda kaldı. Süper Kupa krizi, taraftar saldırıları (Trabzon maçı), düşme potasındaki takımların aşırı maç içi oyunları (Pendik futbolcularının sürekli yerden kalkmaması), bazı spor medya grubunun psikolojik saldırıları, TFF ile gerginlikler, tarihte görülmemiş sakatlık problemleri gibi olumsuzluklar ile de mücadele etmek durumda kaldı. Rakibi Galatasaray ise bu tip olumsuzlukların hiç birini yaşamadı.
Bunun yanı sıra Fenerbahçe kendi kendisi ile de bir takım sıkıntılar yaşadı. Keskin sirke küpüne zarardır misali. Başkan Ali Koç’un yanlışları, Teknik Direktör İsmail Kartal’ın yanlışları da Sarı-Lacivertli takıma zorluklar çıkardı. Ali Koç’un yersiz ve aşırı tepkileri olduğu gibi, yanlış zamanlarda yanlış söylemleri dikkatten kaçmadı. Süper Kupa konusunda her ne kadar haklı olsa da U19 takımı ile çıkmak çok büyük bir hata idi. Hatta bu maçın Riyad’da oynanmaması da hata idi. Her ne kadar hem federasyon yetkilileri, hem Galatasaray tarafının ortak görüşleri ile oynanmama kararı alınmış olsa da bu iş de daha sonraki günlerde yine Ali Koç’un yanlış tavırlarıyla kendisine yıkılmış ve tek sorumlusu gösterilmiştir.
İsmail Kartal’ın hatalarına gelince. Her ne kadar aldığı galibiyetler, puanlar ile rekorlar kırıp iyi bir sezon geçirmiş olsa da yarışı önde götürürken yaptığı hatalar ile geriye düşmesini ve Olimpiyakos maçlarındaki hatalarını görmemezlikten gelemeyiz. Devre arası transfer politikasını iyi yönetememesi, elindeki iyi ve katkı sağlayabilecek futbolcuları gönderip, Kuruniç’i ısrarla aldırması ve bu Kuruniç’i yine kötü oynadığı halde ısrarla haftalarca oynatması 3-4 maçın kötü gitmesine ve takımın geriye düşmesine sebep olmuştur. Üstelik Sivas maçında, son dakikalarda Sivas’a verilen uydurma penaltı dışında, maçı önde götürürken yanlış değişiklik yapması, ve maç stratejisini iyi yapamaması, hemen akabinde Konya deplasmanında yine yanlış kadro ve yanlış değişiklikler ile birlikte takımını maça iyi konsantre edememesi, futbolcuların ruh gibi oynayıp çok basit golleri atamamaları İsmail Kartal’a yazar.
Gelelim yine maç analizine. Sarı Kırmızılıların orta sahasında bir oyuncu var. Adı Torreira, Arjantinli. İki yıldır Galatasaray orta sahasında dinamo gibi oynuyor. Kısa boylu, yerden bitme. Ama müthiş enerjisi var, çok koşuyor, her yere giriyor. Oyun şekli rakibi bozma üzerine. Kaptığı topları arkadaşlarına aktarıyor ve hem hücumda hem de defansta iyi katkı sağlıyor. Fakat bu yerden bitme cüce arkadaş, iki yıldır tüm hakemlere tabiri caizse “zoka”yı yutturuyor. Yanından hafif yel esse kendini yere atıyor, bas bas bağırıyor, kafasını tutuyor, yüzünü tutuyor, ayağını tutuyor. Kısacası her yerini tutarak tüm hakemleri bir güzel kandırıyor. Ve bunu da ne kimse görüyor, ne dile getiriyor, ne konuşuyor. Yahu insaf be. İnsan bu kadar mı vicdansız olur. Halbuki Djiku’ya gösterilen kırmızı kartta gidip hakeme “Hocam arkadaş ayağıma basmadı ben kendim düştüm, kart göstermeyin” dese İLAH olurdu. Tıpkı 7-8 yıl önce Gökhan Gönül’ün yaptığı gibi. Fakat o görevini yapıyor. Çünkü Galatasaray’da ona o görev verilmiş, o da her maçta eksiksiz bu görevi yerine getiriyor.
Okan Hoca bu maça hiç iyi hazırlanmamış. Nasıl olsa “Çantada keklik” Fenerbahçe’yi 2 yıldır yeniyorum, yine yenerim demiş. Üstelik 1 puan da yetiyor, nasıl olsa alırım diye düşünmüş. Futbolcularını da buna inandırmış ve hepsi ruh gibi dolaştı sahada, ne yapacağını bilmez ve “başı kesilmiş tavuk” gibiydiler maç boyunca.
İsmail Kartal ise tüm sezonun en iyi hazırlığını ve rakip analizini yapmış. Takımın çok önemli 3-4 futbolcusu olmamasına rağmen. Çok da iyi bir oyun planı ve stratejisi uyguladı dünkü maçta. Çok iyi motivasyonları vardı, iyi konsantre olmuşlar ve gurur meselesi yapmışlardı bu maçı. Maç öncesi haftalardır Galatasaray’ın Fenerbahçe’yi kaç sıfır yeneceği konuşuluyordu hep. Perişan edeceklerdi güya. 6-0’ın rövanşını 7-0’la alacaklardı. Hemen hemen hiç kimse F.Bahçe’nin kazanacağına ihtimal dahi vermiyordu. İşte futbol burada güzel. Hiçbir maç oynanmadan kazanılmaz. Her ne kadar hakemler bir taraftan alıp diğer tarafa vermeye çalışsalar da.
Hakem Arda Kardeşler üzerinde Galatasaray tarafı bir hafta boyunca algı yapmaya çalıştı. Yok Fenerli dediler, yok GS’yi ezecek dediler ve hakemi böylece kendilerine bağlamaya çalıştılar. Maçta gördük ki bağlamışlar da. Torreira başta olmak üzere, Barış Alper ve birkaç GS’li futbolcunun sarı ve kırmızı kartlarını es geçen, ve daha maçın 21. dakikasında uyduruk sarı kartlarla FB’yi 10 kişi bırakan hakemi de yenerek ve ezerek maçı aldı Sarı-Lacivertliler.
Sahadaki Fenerli futbolcular 10 kişi kaldıklarını hiç hissettirmediler, tüm futbolcular 2 kişilik oynadı maç boyunca. Kaleci Livakoviç yere hiç yatmadı, maç boyunca ismini 2-3 kezden fazla duymadık. Hem defans bloğu, hem orta saha çok iyi oynadı Fener’de. Fred maçın yıldızıydı, Syzmanski müthiş mücadele etti. Batshuayi bile gol atamamasına rağmen çok ikili mücadeleye girdi, savaştı. Mert Hakan bile tüm iticiliğine ve uygun olmayan davranışlarına rağmen maçta iyi oynadı. Alınması yerindeydi, hatta ilk 11 de tek yanlış oydu. Yerine Syzmanski orada oynamalı, kanatta King direkt oynamalıydı. İsmail Kartal’ın tek yanlışı da buydu zaten.
Bu kadar olumsuzluklara rağmen hak yerini buldu ve Allah’ın adaleti tecelli ederek maçı hak eden kazandı ve tüm “kişnemiş sesleri” keserek son haftaya küçücük bir umudu taşıdı. Artık olsa da olur olmasa da olur.