Ü. Hacıbeyli’nin “Leyla ile Mecnun” Operasının yeni reji yorumu üzerine (2)
DEVAMI: Unutmamak gerekir ki, tanınmış rejisör Prof. Dr. Eflatun Beyin esere verdiyi yeni yoruma göre operada önceleri yer almış müzik parçalarının, mizanların vs. yerlerinin bazen değiştirilmesi hallerinin mevcut olmasını söylemek mümkün oluyor. Ve tabiidir ki, böyle bir durum esere yeni bir gözle bakmağı talep ediyor ve müzikal karakterler üzerinde bir kadar yeni pozisyondan çalışmaların yapılması gerektiriyor.
Onur verici haldır haldır ki, genelde Ankara’nın çalışkan opera kolektifi bu yaratıcılık faaliyetinin üstesinden başarıyla gelebilmiştir. Burada Azerbaycan sanatçıları ile birlikte Türkiyeli sanatlılarının birlikteki faaliyetleri kendi meyvesini verebilmiştir. Tabii ki, bu süreçte Prof. Dr. Eflatun Beyin sahne estetiğine ve etiğine uygun olarak üretken münasebetini bir daha görebiliriz. Aktörlerin, müzisyenlerin, koro icracılarının, orkestra şeflerinin (koro şefi Lyubomira Aleksandrova’nıda unutmamalıyız) vs. davet olunmasında onların operanın idea-içeriğinin mantığına uygun olarak bir araya getirilmesinde ve sanatsal faaliyet gösterebilmelerinde onun büyük rolü olmuştur fikrini açık bir şekilde söyleye biliriz. Eflatun Beyin operanın sahne yüzü görmesi yolundaki yeni estetik prensibini de özel olarak kaydetmek isterdim. Nitekim o, eserin uzun tarihi bir süreç içerişinde birçok rejisörler, yönetmenler tarafından yorumlamasına rağmen onları tekrar etmek yolu ile gitmiyor, aksine kendi estetik “kredosunu” ortaya koymaya çalışır ve daha çok operanın müellifi Üzeyir Hacıbeyli’nin kendi prensiplerine yakın olmağa önem vermeyi üstün tutuyor.
Eflatun Bey, 1977 yılında Azerbaycan Devlet Sanatçısı, tanınmış rejisör, Prof. Dr. Mehti Memmedov ile birlikte sergilemiştir. İyi hatırlıyorum, o temsil o yıllarda büyük yankı uyandırdı ve her iki rejisör hakkında basında olumlu eleştiriler yazıldı (ressam Elçin). Fakat o yıllarda da Sovyet ideologları, her iki rejisörün reji anlayışını titizlikle izliyor, Prolog ve Epilogun eklenmesine mani olmuşlardı. Bir gerçek de şudur ki, eski Sovyetler döneminde ateist ideolojisinin egemen olduğu bir dönemde dahi Fuzuli’nin ve Üzeyir Beyin hümanist, sosyal adilliğe dayanan fikirleri gereken ilgi ile karşılana bilmezdi. Bu nedenlerden dolayı eserin yöneticileri çoğu zaman belli bir çerçeve içerisinde, mecburi olarak, önceden çizilmiş normativizm prensipleri sınırlarını geçmeden hareket etmeye çalışmışlardı.
Prof. Dr. Babek Kurbanov ve Prof. Dr. Eflatun Neimetzade Ulus’ta Atatürk Heykeli önünde. Yıl 2008.
Tüm bu olumsuzlar çok-çok geride kalmıştır. Yenilikçi, novator yaklaşımlarıyla ünlenen Eflatun Bey, ilk defa bu stereotipi aşmağa çalışarak esere yeni kol-kanat veriyor, özellikle de saf muhabbetin, ulvi sevginin hiçbir zaman ölmediğini, ebedi olarak var olması fikrinin ağır basmasını opera dili ile ifade etmeye çalışmıştır. Tesadüfî değil ki, esere kendi yaratıcı tahayyülünün ürünü olarak yeni bir Prolog ilave ediyor. Bu Prologda eserin esas kahramanlarının ilahi aşklarına kavuştukları “Şebu-Hicran” korosundaki hakiki, gerçek fikri sanatsal bir şekilde açığa çıkarılır, bu son bölümde seslenen Epilogda - hazin musiki, halkın duaları eşliğinde kahramanların Semanın Zirvelerine doğru yükselmeleri sahnesi bir türlü remzi karakter taşıyor ve bir daha yukarıda zikrettiğimiz fikri ifade etmektedir. Seyirciler, sahnede, hatta seyirci salonunun tavanında yıldızların ve aydın bulutların fonunda hareket ettiğini şaşırarak izlemeleri, iki seven âşıkların ise bulutların ve yıldızların arasından göklerin sonsuz yüksekliklerine doğru yükseldiklerini sevinç, heyecan içinde tatlı-tatlı, coşkuyla izlediklerine şahit oluyoruz. Ankara Operası bu temsil sayesinde tarihi bir olaya imza attığına şahit oluyoruz. Salondaki seyirciler coşkuyla heyecan geçiriyorlardı; ben kendim bile şaşırmıştım, gözlerim aniden sulanmıştı; sahneye, salonun tavanı ve oturacakların tümü bulutlar ve yıldızlarla kapanmıştı. Önümde eski Kültür Bakanı, Sayın Namık Kemal Zeybek resmen ağlıyordu ve hıçkırıkları apaydın duyurdu; “Allahım… bu ne biçim güzellik, ne biçim tezahürat, nasıl bir sevinç gözyaşlarıdır, ilahi…Ben hayatımda böyle bir güzellik görmedim, Tanrım!, diyor göz yaşı sel gibi akıyordu gözlerinden…Ara ilan olunur ve hepimiz salondan çıkıyorduk. Salondakilerin tümü bu tezahüratı konuşuyorlardı: “Böyle güzellik görmedik…”, “Harika bir temsildir”, “Leyla ile Mecnun” temsili işte böyle olmalıdır… “Her ikinci seyircinin elinde mendil vardı, her kes gözlerinin yaşını temizlerken, Sayın Namık Kemal’e yaklaştım. “Babek Hoca, ben ağlıyorum, böyle güzellik, böyle nefis düşünceyle ilk defa karşılaşıyorum. İki aşık el-ele vermiş bulutlar arasında göklerde yok oluyorlar…Bu Eflatun beni ağlattı kardeşim, tüm salon ağlıyor. Lütfen bakın, her kes etkilenmiştir…”, “Ben tüm temsillere geleceğim ve ağlayacağım… Üzeyir Bey’in Doğu’da yazmış olduğu bu ilk opera eseri Ankaralıları büyüledi, ağlattı…”
ANKARA OPERASININ BÜYÜK BAŞARISI
Bellidir ki, sentetik sahne eseri olan opera, birçok karmaşık sanatsal-estetik ve sanat teorisi problemlerinin derinden benimsetilmesini içermektedir. Burada yönetmenin çoksesli müziğe ait birçok janrların (türlerin) ve formların (ariya, ariyette, trio, kuartet, kuintet, koro, uvertür, çeşitli ansambllar, dans müziği, resitatifo, estetik tabiatı, biçim özelliği, ifade-tasvir gücü vs.) teknik-estetik imkânlarını derinden bilmesi oldukça mühimdir. Ayniyle opera eserinin analizini vermek isteyen bazı “eğitimsiz, sahte eleştirmenlerin de bu sorunlardan profesyonelce haberdar olmaları şarttır. Aksi halde eserin derin ve çok yönlü analizinden söz açmak imkânsız gözüküyor. Zannımızca müzik eğitimi almayan, yeteneksiz bazı “yazar”ların, basit gazetecilerin müzik eserlerine, özellikle zor bir sanat alanı - OPERA eserlerine siparişle yazdıkları “tenkiti yazıları” daha çok illüstratif karakter taşımakta ve müzikoloji, “etnomüzikoloji” bakımından inandırıcı gözükmüyor. (Bunu yazanlar utanmalılar, çünkü gerçekleri göremiyorlar, güzellikleri göremiyorlar, çünkü sağırlar)…
Bir daha hatırlatmak gerekir ki, “Leyla ve Mecnun” operasının yeni sahne tecessümü sürecinde temsilin rejisörü, yetenekli sanat adamı, Prof. Dr. Eflatun Neimetzade’in her zaman operada sanatların bedii sentezi ve diyalektiği gibi prensiplerden yaratıcılıkla istifade eden bir şahsiyet olduğunu sergileyebilir. Operanın sahne yüzü görmesi prosesinde onun opera kolektifi ile (koro, muğam icracıları, sanat teknik personeli, dekor kostüm tasarımı, ışık tasarımı vs.) olan uzun süreli yorulmaz ve verimli yaratıcılık çalışmaları (burada Gaziantep Üniversitesinin Öğretim Üyesi, Prof. Dr. İlgar İmamverdiyev’in (Tar) repetitörlük faaliyetini de hususi olarak kaydetmek isterdik) ve zengin sahne tecrübesi sonuçta yeni bir estetik taravete sahip bu eser beğeni kazanmış, ayni zamanda “Leyle ile Mecnun” gibi muhteşem ve ölmez bir operanın yeni reji anlayışında yaratılışına sebep olmuştur.
SAHNE TECESSÜMÜ HAKKINDA
Belki de pek çok sanat adamlarının dikkat etmediği bir gerçeği de söylemem gerekiyor. Temsilin dekor ve kostümleri olağanüstü güzelliktedir. Usta ressam Savaş Camgöz’ü daha önce şahane “Köroğlu” temsilinde dünya insanları gördüler. Bişkek, Almatı, Ankara, Bakü, İstanbul seyircileri Savaş Çamgöz’ün şahane dekorlarını, temsile getirmiş olduğu reji anlayışı çerçevesinde monumental yorumunu gördüler, beğendiler. “Leyla ilke Mecnun” operasının dekor ve kostümleri yenidir, Türkiye’de bir ilktir diye biliriz.
Temsilin rejisörü, Prof. Dr. Eflatun Neimetzade olağanüstü bir değişiliş yaparak, olayların yaşandığı Orta Çağ döneminden, Rönesans öncesine, IX-XI. Yy. aktarmıştır. Buna ne sebep olmuştur derseniz? “Leyla ile Mecnun” konusunu ilk defa Azerbaycan’ın dünya şairi Nizami Gencevi kaleme almıştır ve bu şahane eser, deha şairin “Hamse”(“Beşlik”) toplu eserinde yer alıyor. Böylece bilim dünyasına Rönesans’ın Doğu’da başladığını beyan ediyor. Buna maksatla Ankara Opera temsili için deneyimli, usta rejisör Eflatun Bey, temsilin dekor ve kostümleri için dünyada yeni “tür”, “yeni üslup” olarak Tebriz Minyatür sanatının özelliklerini dekoratörden istemiştir. Bu bakımdan da Ankara operası – günümüze dek sergilenen bütün temsillerden reji anlayışı, reji orijinalliği, tazeliği acıdan tarihi bir olaydır, diye bilirim. Bu bir gerçektir ve her iki deha sanat adamları – rejisör Eflatun Neimetzade ve dekoratör Savaş Camzöz tüm Türk dünyasının sanat kahramanları sayılıyorlar. Bu ikilinin dünya sanat camiasına sundukları - “Köroğlu” ve “Leyla ile Mecnun” temsilleri dünyada benzeri olmayan olağanüstü sanat numuneleridir. Her iki temsil sanat tarihimizin altın sayfaları sayılıyor.
İnanırız ki, “Leyla ile Mecnun”, Türk seyirci-dinleyicilerinin beğenisini kazanmakla birlikte uzun süreli Devlet Opera ve Bale Tiyatrosunun repertuarında kendisine layıklı yeri alacaktır.
Operanın sahne yüzü görmesinde her zaman kültürlerimiz arasındaki tarihsel etkileşim ve karşılıklı zenginleşme prosesine önem veren Azerbaycan Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Abülfes Karayev’e, Azerbaycan Cumhuriyeti Türkiye Büyükelçisi Sayın Faig Bağırov’a, ayni zamanda T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığına, Devlet Opera ve Bale Genel Müdürlüğüne, Ankara Devlet Opera ve Bale Müdürlüğüne her türlü destek ve yardımlarından dolayı teşekkürlerimizi bildirir ve bu kabilden olan kültür alakalarımızın daha da intensif ve aralıksız olarak devamını dileriz.
Prof. Dr. Babek Kurbanov, Ankara, Mayıs, 2016. Türkiye.
SON!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.