Çocuk-2 (Deprem)
Yoğun bakım ünitesinin kapısında kadın sesi kısılmış, canı su kesilmiş bir şekilde bağırıyordu. “Neler oluyor böyle bütün hemşireler, doktorlar yine çocuğumuzun odasına girdiler. Neler oluyor? Biri bana söylesin neler oluyor”…
Kadın yoğun bakıma giren hemşire hanımın kolundan tuttu ve “neler oluyor, hemşire hanım” Hemşire, “Lütfen acelem var benim, çocuğunuz beyin sarsıntısı geçiriyor. Bırakın beni.”
Kadın kendinden geçmiş hemşirenin elini bırakırken, kadın ve adam yere yığılıp kalmışlardı. Kendilerine geldiklerinde başlarında bir hemşire onları kendilerine getirmeye çalışıyorlardı. Adam “ne oluyor bu çocuğa, bu hafta üçüncü beyin sarsıntısını geçiriyor.” “Ne oluyor evladımıza, ne oluyor Dünya’ya?”
Şu an ülkemizde maalesef bir deprem yaşıyoruz. Bir hafta içinde birisi Manisa’da, birisi Ankara’da son deprem ve en büyüğü ise Elazığ’da yaşadık. Sanki domino taşı etkisi gibi. Bu depremlerin birbirlerini etkilediğini düşünüyorum. Elbette ben deprem uzmanı değilim ama peş peşe gelen bu depremlerin birbirinden bağımsız olduğunu düşünmüyorum. Çünkü arasındaki zaman aralığı çok yakın.
Bir önceki yazımda dünyayı bir çocuk olarak nitelendirmiş, Avustralya’daki yangınların bu yaz kuzey yarımkürede de olabileceğini yazmıştım ama oradaki iki aydır süren yangınları müzmin bir hastalık var sayarsak, ülkemize beyin sarsıntısı olarak yansıdığını telaffuz edebilirim. Elbette ben ne doktorum, nede deprem uzmanı. Ama şunu söyleyebilirim ki insanoğlunun kendine yaptığı hiçbir varlık yapamaz.
Ülkemiz bir hafta içinde Manisa sonra Ankara devamında Elazığ ve Malatya olmak üzere üç deprem yaşadık. Son deprem 6,8 şiddetinde gerçekleşti. Merkez üssü Elazığ’ın Sivrice ilçesinin Uyruk köyü olduğu belirlendi. Yıkıcı etkisini Elazığ ve Malatya civarında yaptı.
Deprem sonucunda hayatını kaybedenlere Allahtan rahmet, yakınlarına sabır dilerken, yaralılarımıza acil şifa diliyorum.
Bu deprem yıllar önce olsaydı bu rakamlar inanın çok daha fazla olacaktı. Ancak aynı deprem Japonya’da olsa belki de hiç ölen olmazdı. Buda gösteriyor ki eskiye göre daha iyi olsak ta binalarımızı depreme daha da dayanıklı hale getirmek önceliğimiz olmalı.
Dünyamızı bir çocuk olarak bir önceki yazımda nitelendirmiştim. Hala aynı fikirdeyim. Dünya için alınacak tedbirleri bir an önce almamız lazım. Bu tedbir biz bireylerin, muhtarlıkların, belediyelerin, sivil toplum kuruşlarının, devletimizin ayrıca uluslararası anlamda topyekûn mücadele şarttır.
Kişisel mücadele elbette çevremizi koruyarak ona zarar vermemekle olur. Naylon, poşet, plastik, pil, akü, sıvı yağ, ilaç ve diğer zararlıları etrafa atmamakla olur. Atanları da uyarmalıyız.
Belediyeler çevreye atılan bütün zararlı maddelerin sorumluluğunu hissederek mücadele etmeli. Cezai müeyyideler artırılmalı. Fabrika, sanayi ve ticari işletmelerin bu alanda en ince ayrıntısına kadar denetlemeli. Sivil toplum kuruluşları da bu anlamda destek ve uyarılarını yapmalı. Devletimizde gerekli planlamaları yapıp sıfır atık programlarını geliştirip kamuyu bilgilendirip, kanuni yapılanmayı yaparak kontroller yaparak cezai işlemleri en ağır biçimde uygulamalı.
Depreme yönelik ise insanlar depremlere karşı eğitilmeli, kurumlar desteklemeli, binalar güçlendirilmeli, fay hattı üzerine kesinlikle yapılaşmaya izin verilmemeli. Varsa o bölgedeki yapılaşmalar risk bölgesinin dışında yeniden yapılmalı. Yeni yapılan binalar ise yöresel riskler özellikle dikkate alınarak deprem bölgelerinde daha da dayanıklı binalar yapılmalı.
Dünyadaki savaşlar, nükleer çalışmalar yapılmamalı. Yapılacak her proje yüksek hassasiyetle yapılmalı. Dünyamızı üzersek onunda bizi üzeceği muhakkak, sağlıklı bir dünya için el ele verme zamanı geldi de geçiyor.
Haydi çocuğumuza (dünyamıza) iyi bakalım…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.