Eflatun Neimetzade

Eflatun Neimetzade

Usta hocanın öğrencisine nasihati! (1. yazı)

Usta hocanın öğrencisine nasihati! (1. yazı)

Usta hocanın öğrencisine nasihati! (1. yazı)

EFLATUN NEİMETZADE

Saint-Petersburg”daki bütün Hocalarla vedalaştım ve Moskova’ya yola düştüm. Reji Hocam, Prof. Dr. Borıs Pokrovski”nın evini ziyaret edecektim. Bakü’den Finlandiya yapımı nefis Çikolata kutusu ve bazı hediyeleri yanıma almıştım. Hocamın Bolşoy’daki Başrejisör odasında karşısında oturdum. Hocam heyecanlıydı, sevinç ve coşkuyla beni dinliyordu. Bakü’den başladım, Leningrad’a dek tüm olayları anlattım kendisine. Bölümde bütün Hocaların konuşmalarını, yüksek hizmetlerini hatırlamalarını, her şeyi teker-teker anlattım. Önemli olanı temsilden uzun konuştum. Dinliyordu, arada da “bravo”, “çok güzel” , “Aferin sana” diyordu. Sonra elimdekileri çantadan çıkardıklarımı masaya koydum… Baktı, çok duygulandı:

-Bütün bunları al eve gidelim, İrina’ya takdim et, böyle iyi olur. Seni çok seviyor. Mutlu olacaktır”, dedi. Kalktık. Tiyatrodan çıktık. Taksi dedim, yok, önce yürüyelim, dedi. Yürümeye koyulduk. Sorular soruyordu, ben de cevaplıyordum:

-Pasınkov yaptıklarından utanmadı mı?

-Benden defalarca özür diledi… Çok pişman olduğunu ifade etti.

-Aklı olan böyle davranamaz. O kendine çok güveniyor. Ama çok da kıskançtır, dedi. -Nankör insandır. İyiliği anlayamaz. Hakiki adam ilk önce dürüst olur, sonra rejisör olur…-dedi. Konuşa-konuşa, ta Kutuzov Prospektine, evlerine dek yürüdük. Evleri zaten bu caddedeydi. Altmış no’lu binaya yaklaştık. Bu eve çok gelip-gitmiştim. Baya büyük dairesi vardı Hocamın. Olacaktı tabii ki. Dünyanın en büyük Opera rejisörüydü.  Helaldir büyük sanat adamına kocaman daire. Kapıyı İrina Hanım açtı ve beni büyük coşkuyla karşıladı.

-Seni tebrik ediyorum, Eflatun. Pokrovski’nin Öğrencisi Hocasına benzer,-dedi ve kucakladı beni. Bu evde çok olmuşumdur. Mutfakta oturmak keyifliydi. Aslinde mutfaktan ziyade büyük salon gibiydi. Orada yemek yenir, içilir, dinleniyordular.

İrina Hanıma hediyeleri taktım ettim. En çok sevindikleri küçük halıydı. Pokrovski çocuklar gibi merakla dokumalara bakıyordu.

-İra, çok güzel dokumuşlar, değil mi?

-Azerbaycan halısı dünyada tanınıyor, Borya. Gerçekten de çok güzeldir. Bu da nedir? Ah, Pahlava, Hocan bunu çok seviyor. Şimdi yemek getiriyim, sonra çay ile içeriz.  -Yemek yedik, çay içtik ve Boris Aleksandroviç’le çalışma odasına geçtik orada uzun-uzun reji işinden, zorluklardan konuştu, tavsiyelerde bulundu:

-Bak, Eflatun, tiyatroda hiç kimle, melek Hanım olsa bile yatağa girmeyeceksin, bu çok önemlidir. Yapanlar bunun cezasını canlarıyla, sanatıyla ödüyorlar. Örnek olarak: Emil Pasınkov’un başına gelenleri duydun elbette? Kadın sonunda onu evinden dışarıya attı…

-Evet duydum. Zaten hadiseyi bütün Saint-Petersburg’da biliyorlar.

BABANIN EVLADINA NASİHATLERİ

-Böyle ya? Mariinsk Operasında onu Başrejisörlükten attılar, temsil sergileyemiyor, Penza’ya, oraya-buraya koşturuyor. Evine tiyatrodan erkek falan almasaydı, eşi de gelip onları yatağında yakalamasaydı ve onu yukarılara şikâyet etmeseydi, oturup paşa-paşa temsillerini sergileyecekti. Aklı yoktur ki? Görevden aldılar, temsil bile vermiyorlar ona… Yaramazın tekidir o! Buna göre çok dikkatli olacaksın, bütün kadınlardan uzak duracaksın. Güçlü olacaksın, disiplinli olacak ve aktörlerle çalışırken yüklü görev vereceksin onlara. Ki bunu çok güzel de yapıyorsun. Sotkilava tüm operada (Moskova Bolşoy Operası tenoru Zurap Sotkılava ile Othello rolünü ben çalıştım) her kese söylüyor: “Eflatun aktörleri görevleriyle o kadar yüklüyor ki, şarkı söylemekte bazen zorlanıyordum”, diyor, durur. Sırtına vagon büyüklüğünde görev oturt ve koy çabalasınlar yükün altında. Yalnız görev, görev, görev vereceksin… Elbette ki yorumuna göre, maksadına göre, çatışmadaki durumuna göre görev vereceksin. Sinir, asap, kinden uzak duracaksın. Çalış sevimli görün, hoş davran, ama sahnede dakik olmaya özen göster. Provaya giderken neleri yapacağını düşüneceksin, başka hiç ne düşünmeyeceksin. Mizanları mantıklı, dakik vereceksin, her mizan mantık ve maksada yönelik olacaktır…- Kahvesinden bir yudum içti, nasihatine devam etti:

-Prens İgor’u bana nasıl anlattıysan, sanatçılara da o şekilde izahını vereceksin. Derslerde hep söylerdim sana: titizsin, amaçtan kenara çıkma, maksada ve amaca yönelik görevler vermeye özen göster. Bunları aklının derinliklerine yaz… Besteci ideası önemlidir; ama her rolün de kendi öz amaçları ve ideası vardır. Bunları iyi biliyorsun. Buna göre de temsil dışında başka şeyleri düşünmek yanlış olur. Hep hedefe, hep maksada yönelik yoğunlaşacaksın…

-İra, bak, şimdi Eflatun bağımsız çalıştı, “Prens İgor” gibi muhteşem ve zor, monumental kahramanlık dramını başarıyla sergilemiştir. Ayrıca yeni reji yorumu üzerine tüm Sovyet Cumhuriyetleri Operalarında besteci orijinalini ilk defa sahneye sen getirdin. Kolay iş değil. Artık seni başarılı Opera Rejisörü olarak tanıdılar. Benim Öğrencim olduğunu bile söylüyorlar. Senden hem çekinecekler, aynı zamanda mani olacaklar. Çünkü karşıdakileri ezip geçeceğini biliyorlar artık. Rus operaları arasında en zor opera “Prens İgor’dur. Bunu unutma, yani Okyanusta yüzmeyi öğrenmişsin artık. Çok büyük bir başarı yakalamışsın. Bunun devamı da mutlaka başarılı olmalıdır. Başarı, başarı, başarı… Benim de âmâlım hep bu olmuştur. Ben başarılı temsil sergilemeliyim, bu kadar. Sen de böyle düşüneceksin, böyle çalışacaksın ve başarıdan başarıya ulaşacaksın. Geriye dönüş yok. Yalnız ileriye, yükseklere, zirvelere doğru yücelmen gerekiyor…

-İrina Hanım da gelip yanımda oturdu.

-Sen hırslı değilsin, sen safsın ve duygusalsın. Dikkat et, seni yıprata bilirler. Çok dikkatli ve hazırlıklı olacaksın. O zaman başarıya ulaşacaksın. Sergilediğin operayı noktasına dek araştır, ezber yap, bak, eksik ne var ne yok? Devamlı kendini tenkit et, eleştir ve tenkitten de korkma. Düşüneceksin, neden seni tenkit ediyorlar? Doğru mu, yanlış mı? Bunu rejisör gibi araştıracaksın. Tıpkı “Prens İgor’  da yaptığın gibi. Sen çok büyük bir buluş yaptın, o el yazılar bütün tarih boyu yâd olunacaktır ve senin adın Sovyet Operalarında devamlı hatırlanacaktır. Bak, İrina’ya da söylemdim Kolay iş değildir, demişim. Burada İrina Hanım da söze başladı:

REJİSÖRÜN GÖREVİ ZOR VE ACIMASIZDIR

- Bak, Eflatun Neymatoviç: ben yıllardır Boris’ten bir Öğrencisi hakkında devamlı konuştuğunu işitmedim, duymadım. Fakat seni sevdiğinden evimize dek getirmiştir. Ve her defasında seni oğlumuza bile örnek gösteriyor… Oğlumuz piyanisttir, fakat az çalışıyor, Konserlere çıkamıyor. –Bak, Eflatun’a, çok uzaklardan gelmiştir ve bütün günü Kütüphanelerde araştırmalar yapıyor, makaleler yazıyor. Rejisör kimi daima güç topluyor ve geceli-gündüzlü öğreniyor, diyor. Seni bütün Öğrencilerinden üstün sayıyor: -İleride çok iyi bir rejisör olacağına güvenim tamdır, diyor. Hocam devam etti: “Othello” temsilinde onu Asistan olarak yanıma aldım ve aktörlerle çalışmasını önerdim. Sotkilava gibi dünya tenoru ile rol üzerinde titizlikle çalıştı. Mezzosoprano Şemçuk bana geldi: - Boris Aleksandroviç, çok mutluyum ki Eflatun Beyle çalışıyorum. Bana Aktörlük Dersi veriyordur ve güzel de aktördür. Her detayı oynayarak bana gösteriyor, dedi. Bunu her kes Bolşoy’da konuşuyor. Öteki Asistanlar onu kıskanmaya başladılar bile.

Şimdi dinle, Eflatun Neymatoviç, “Prens İgor”da anlattıkların gibi, böylece bütün operaları da didik-didik tarayacaksın, gözlemlerin ile. Yeni bulgular, yeni fikirler, hoş duygular üzerine operalar sergileyeceksin. Ne kadar yaşayacağımı bilmiyorum, kimse de bilemez. Fakat daima yanındayım. Atla gel bana, anlat, birlikte kavga yapalım, bir-birimize anlatalım. Oldu mu? Unutma, bura senin de evindir, bu mutfakta seninle çok çalıştık, tartıştık. Bolşoy ise senin gerçek evindir. Odamda daima seni beklerim.

Opera rejisörünün görevi çok zor ve acımasızdır. Neden acımasızdır, sora bilirsin. Çünkü A’dan B’ye dek muazzam bir Tiyatro topluluğunu çalıştırıyorsun; aralarında şancılar, koro, bale, figüranlar, ressamlar, mimarlar, ışıkçılar, müzisyenler, dramaturglar, bütün atölyeler sana bağlı çalışıyorlar. Üç, ya da dört perdeli monumental bir operayı sergiliyorsun; ruhunu, kalbini, bütün duygularını aktörlere, sahne sanatlarına aşılıyorsun. Temsil ortaya çıkıyor, alkışlar, övgüler hep besteciye, şefe, sanatçılara oluyor, rejisör de iyi kuruluş vermiştir, diye kısaca yazıyorlar. Ne kadar küstahça, ne kadar acımasızlar, değil mi? Opera ve tiyatro eleştirmenleri neredeyse aptallar, bana göre. Elbette tümü değil, ara sıra iyileri de var aralarında.

MÜZİK TEORİSYENLERİ REJİSÖR YORUMUNU ARAŞTIRMIYORLAR

Fakat aktörü role hazırlayan, şan sanatçısına rolün ana amacını, çatışmayı, neden burada olduğunu, neler yapmak istediğini anlatan, onu sahnede mantıklı hareketlendiren, aktöre ruh ve duygularını nasıl kullanacağını anlatan - rejisördür. Rejisör bir nevi gemi kaptanı, uçak kaptanı, Savaş anında kocaman Orduya başkanlık yapan Mareşal mi, Ordu Kumandanı mı, vesaire, vesaire, daha neler, neler...

Rejisör temsilden sadece sorumlu değil, temsilin yaratıcısıdır. Besteci, müziğinin içeriğini, besteci ruhunu, abu-havasını, lirizmi, dramatizemi, opera dramaturgisindeki çelişkiyi, çatışmayı yazıyor. Ama bilhassa rejisör, sahnedeki olayları yaratıyor, hareket haline getiriyor. Bu nedenle rejisör emeğine değer vermelidirler. Maalesef, hep böyle olmuyor. Bunlar seni rahatsız edecektir, seni uykusuz bırakacaktır. Ama direnişte olacaksın, yıpranmayacaksın, dimdik duracaksın. Çünkü senin sorumluluğun vardır ve bütün Topluluk sana bağlı hareket edecektir. Aslanlar gibi yürüyeceksin...

Hocam bir dünya felsefesini önümde açtı. Mutfaktan başlayan baba nasihati, çalışma odasında son buldu. Hep böyle oluyordu. Bir konuyu alıyordu, derinine, enine anlatıyordu. Detayına dek izahını veriyordu derslerinde. Yine aynı derslerin sanki devamını dinliyordum.

-Hocam, gerçekten acımasız bir görevimiz vardır. Çalışıyorsun, canının ateşini, odunu veriyorsun, bazen hakkında bir cümle yazıp seni atlıyorlar. Kendi dost, çevre sanatçılarını, yakınlarını göklere kaldırıyorlar. Onları sahnede yücelten rejisör değil mi? Doğru söylediniz Hocam, opera eleştirmenleri eğitilemiyorlar, sadece akraba-dost övgülerini dile getiriyorlar. Nerede şimdi Asafyev ve ya Stasov?

Devamı vardır…

eflatun-neimetzade-050.jpg

Prof. Dr. Eflatun NEİMETZADE, Bilkent Üniversitesi Kurucusu, Prof. Dr. İhsan DOĞRAMACI’nın makamında. Yıl 1996 Ankara.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Eflatun Neimetzade Arşivi