Ah benim dağ gibi durup dal gibi kırılan kalbim
Halit Özdemir Arun, Ankara’da Hamdiye ve Mehmet Asaf çiftinin çocukları olarak dünyaya geldi.
Özdemir’in bir de ikizi vardı.
Özgönül ve Özdemir ayrı gün ikiziydiler.
Babası Mehmet Asaf Bey, Danıştay’ın kurucularındandı.
1922’de Atatürk, Mehmet Bey’in İstanbul’dan Ankara’ya taşınmasını istedi.
7 yıl Hacıbayram’da bir konakta yaşadılar.
Mehmet Bey’in vefatı ile yeniden İstanbul’a döndüler.
Atatürk, elini çekmedi üzerlerinden.
İsmet İnönü’ye, ikizlerin bir okula yerleştirilmesi için talimat verdi Atatürk.
Böylece Özdemir, eğitimine Galatasaray Lisesinin ilk kısmında başlar.
11. sınıfa başlayacağı zaman, Kabataş Erkek Lisesine geçer.
Ardından Hukuk Fakültesine, sonra üçüncü sınıfa kadar İktisat Fakültesine, bir yıl da Gazetecilik Fakültesine devam eder.
Ancak birdenbire karşısına dikilen aşk her şeyi değiştirir, eğitimini yarım bırakır.
1950 yılında Cağaloğlu’nda bir matbaa açar.
Asaf, R’lere basa basa yüksek sesle okurdu.
İşlemler için gittiği vergi dairesindeki memur adını sorar.
‘R’leri ‘ğ’ olarak söyleyen Asaf, ‘Halit Özdemiğ Ağun’ der.
Memur, belgelere duyduğunu yazar.
Bankonun üzerinden adının yanlış yazıldığını gören Özdemir Asaf, şöyle tepki gösterir:
“Soyadımı yanlış yazdınız. Doğğusu Ağun.”
Memur “Evet, Ağun.” der.
“Hayığ, hayığ Ağğun.”
“Beyefendi anladım. Ağun.”
Asaf sinirlenir.
Cebinden kalemini kâğıdını çıkarır, kocaman harflerle ARUN yazar, R’lere basa basa yüksek sesle okur: “AĞĞĞĞĞUN”
Asaf’ın R maceraları sürer gider.
Bir gün matbaadan çıkıp Karaköy’e gitmek için bindiği taksinin şoförü “Neğeye biğadeğ?” der.
Meğer şoför de onun gibi R’leri söyleyemiyormuş.
Asaf, utancından “Kağaköy” diyemez, “Eminönü” der.
İner. Oradan Karaköy’e kadar yürür.
Kendi ağzından anlattığı anılarından biri de şudur: “Lisede Edebiyat hocamız İsmail Habib Sevük idi. Sınıfta heğkese şiiğ okutuğ, sığa bana gelince, atlayıp yanımdakine geçeğdi. Biğ gün değste pağmak kaldığdım ve ‘Hocam’ dedim, ‘Sınıfta heğkese şiiğ okutuyoğsunuz, bana niçin okutmuyoğsunuz? İsmail Hoca, bu soğuma şu cevabı veğdi; ‘Oğlum Özdemiğ sen, şiiğ değil, şiiğin canına okuyoğsun.’
Bunun üzerine Özdemir Asaf “Lavinia” şiirini yazar.
Bu şiirin son dörtlüğünde hiç ‘R’ harfi yoktur ve Özdemir Asaf, bu şiiri düzgün bir şekilde okur.
Özdemir Asaf, Lavinia’yı okul yıllarında âşık olduğu bir kız için yazmıştır.
Lavinia, onun platonik aşkının hikâyesidir.
“Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.”
İlk eşi Sabahat Hanım, Asaf’ı şöyle anlatır: "Şiirler yazıyor, çeviriler yapıyordu. Son derece kibar, zarif, çok şık bir gençti. Herkes poplin gömlek giyerken Özdemir, takım elbisesinin içine ipek gömlek giyiyordu. Kol düğmeleri altın üzerine inci kakmalıydı. Sağ elinin yüzük parmağında tek taş altın bir yüzük, sol elinin küçük parmağında kemer biçiminde yakut taşlı bir yüzük vardı. Bu kadar şıktı."
Şairliğinin yanında bir yandan da çevirmenlik yapıyordu Özdemir Asaf.
Oscar Wilde’ın ‘Reading Zindanı Baladı’nı Türkçeye o kazandırdı.
Bu eserin ülkemizde tanınması için uzun bir zaman geçecekti.
Yıllar sonra Tuncel Kurtiz, Ezel dizisinde ‘Herkes Öldürür Sevdiğini’ bölümünü okuduğunda herkes tarafından tanınacaktı…
“her insan öldürür gene de sevdiğini
bu böyle bilinsin herkes tarafından,
kiminin ters bakışından gelir ölüm,
kiminin iltifatından,
korkağın öpücüğünden,
cesurun kılıcından!
kimisi aşkını gençlikte öldürür,
yaşını başını almışken kimi;
biri şehvetin elleriyle boğazlar,
birinin altındır elleri,
yumuşak kalpli bıçak kullanır
çünkü ceset soğur hemen.
kimi pek az sever, kimi derinden,
biri müşteridir, diğeri satıcı;
kimi vardır, gözyaşlarıyla bitirir işi,
kiminden ne bir ah ne bir figan:
çünkü her insan öldürür sevdiğini,
gene de ölmez insan.”
Futbol tutkusu bir dönem onu derinden sarar.
Galatasaraydan ayrılan bir grup tarafından kurulan Güneş Spor Kulübünde bir dönem oynar.
Oyunculuk deneyiminden de bahsetmeden geçmek olmaz.
1955 yapımı ‘Uçan Daireler İstanbul’da filminde, gazete patronunu canlandırır.
O yıllarda Edirne’de görüldüğü iddia edilen uçan daireler üzerine çekilen bu filmde, bir gazetenin UFO’nun peşine düşmesi anlatılır.
Özdemir Asaf, 1962’de kurulan Temel Hakları Yaşatma Derneğinin de kurucularındandır.
1971’de Bebek’te, bir restoran açar.
Özdemir Asaf’ın yeri olarak nam salan, duvarlarını tabloların, şiirlerin, fotoğrafların süslediği mekânın en ilginç aksesuarı ise üzerinde sadece saniye ibresi bulunan, akrep ve yelkovanı olmayan bir saattir.
Son zamanlarında hastalığına inat hâlâ naif ve şakacıdır.
Hastaneden eve dönerken “Bizim duğaktan tanıdık biğ taksici çağığın. Pisi pisine bir tğafik kazasında ölmeyeyim.” demiştir.
Tıpkı yıllar önce şiirinde dediği gibi:
“Ölüm Allah’ın emri,
Trafik olmasaydı…”
Hayata gözlerini yumduğunda 58 yaşındaydı…
Aşiyan Mezarlığına defnedilmesinin ardından Can Yücel’in kaleminden ‘Cenaze Dönüşü’ şiiri dökülür:
“Anlaşıldı
Bu R'lerin intikamı
Onlar yuttu Özdemir Asaf'ı.”
Şıklığın, zarafetin, nezaketin diğer adı, ezberlediğimiz en duygu yüklü şiirlerin şairi.
‘Öğüt; zamanında taze yenmemiş bir ekmeği, başkasına bayat yedirme denemesidir.’ diyerek kulaklarımıza küpe bir sözün sahibi.
O, “Sende gördüğümü görecekler diye ödüm kopuyor.” diyen ince bir ruhun edebiyatımızdaki iz düşümü.
İyi ki yazdın Özdemir Asaf…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.