Bir Pazar Sabahı!
Yıl 1993.
Aylardan Ocak, günlerden yirmi dört; bir Pazar sabahı.
Ankara'nın ayazını bilmeyen yoktur.
Çankaya İlçesi Kırkkonaklar Mahallesi gecekondu semti; o yıllar kiminin aşağılama dili ile varoşlar mahallesi.
O pis varoş diyen kel kafalı gıcık adama ne kartopu atmıştım çocukluk yıllarımda. Kafasına ne gelmişti! İçine de ufak taşlardan koymuştum.
Bacası akan ve bir türlü ısınmak bilmeyen bir evimiz vardı.
Hiç kış ayının gelmesini istememişimdir. Üzülerek söylüyorum, bende hep soğuk bir hava etkisi yaratmıştır. Hava derken mevsim olarak değil tamamen evin iklim şartlarına uygun olmamasıdır.
Anne diye seslenmeme, "Ne var, anne anne! Adımımı mı ezberliyorsunuz?"
Hay anne! Benim lacivert kazağım nerde.
"Sanki çok kazağı var da lacivert diye belirtiyor şu çocuk. Birkaç kıyafetini yıkadım, sobanın telinde asılı! Oraya bak."
Kış aylarında çamaşır yıkanınca kurutmak çok zordu. Anacığım sobanın borusunda olan kurutma teli diye adlandırdığımız demir parçası üzerinde çamaşır kurutma işlemleri gerçekleştirirdi.
Maalesef annemin dediği gibi fazla kazağım yoktu. Yokluk vardı ama yine de rengini söylemek aklımdan nasıl geçtiyse.
Dokuz yaşındayım ama o yaşta bile aklı başında bir çocuktum. Kendimi şımartayım biraz.
Anne yine ne oldu? Dertlerin bitmiyor, tasaların bitmiyor. "Hangi birinize yetişeceğim. Babanız ayrı sen ayrı!"
Kardeşim Kerem 3 yaşında. Annem Klasik bir Anadolu kadını. 3 erkekle dert tasa içerisinde uğraşıyordu.
"Buyur oğlum, seni dinliyorum?"
Anne yine kazağımın kolu yanmış. Hep benim kıyafetlerimin, kazaklarımın kolları yanacak mı?
Artık arkadaşlarımın yanına giderken çok utanıyorum.
Hüseyin Amca Deniz'e gocuk almış. Hem de çok güzel. Hiç üşümez biliyor musun?
Babamın parası olsaydı bana da alırdı belki. Neyse ben çalıştıklarımı biriktirip kendime alırım anne.
"Aferin benim oğluma! Çalışkan olacaksın, tutumlu olacaksın, saygılı olacaksın."
Tabii annem orada gizli gizli ağlar. Çünkü içi yangın yeri olur.
İyi şartlarda yaşamak isterdi o da. Çocukları ve rahmetli babam ile ama olmayınca olmuyor işte.
Şükürler olsun.
Kolları yanık kazak giyilmiş Samanpazarı'ndan zor imkanlarla alınmış soğuk geçiren gocuk üstte! Evden kendimi sokağa atma derdindeyim.
Sonunda sokaktayım. Annemi zor ikna etmiştim. Söz verdim uzağa gitmem lazım ama ben yerimde durmam.
Mahallenin büyük abileri Tahsin, Metin, Fatih ve Cingan Ali çayırda toplanmış aralarında fısır fısır bir şeyler konuşuyorlar. Hemen öğrenmem lazım.
Tahsin Abi ne konuşuyorsunuz?
Atari, bilardo oynamaya gideceğiz de onu konuşuyoruz.
Süper abi ne süper oğlum abi bende sizle gelsem bir kenarda bakarım. "Seni almazlar bak oraya koçum."
Abi siz kardeşimiz derseniz alırlar be abi.
"Yok, gelemezsin! Sen küçüksün, doğru eve. Şehrinaz Ablama ne derim?"
Söylemezsin olur biter abi.
"Ferhat doğru eve!"
Onlar yola çıkar ben takip ederim tabii ki çok geriden.
Gidecekleri yer Esat semtinde güzergah karşı kayalıklardan tepeyi tırmanıp şimdiki Köroğlu Caddesi diğer adı Uğur Mumcu Caddesi'ne gelirler doğrudan. Şimdiki Uğur Mumcu Sokağı'nı geçerler ve Esat Caddesi'ne doğru yol alırlar. Ben mahallenin abilerini geriden takip ettiğim için tam sokağın köşesine geldiğimde bir patlama olur. Kendimi kenara nasıl attıysam gözlerim gökyüzünde her yere et parçası düşüyordu.
Herkes sağa sola koşuyordu, ben olayın şokundayım.
Korku içerisinde yanıma bir amca geldi beni tokatlıyordu.
"Oğlum iyi misin?" deyip duruyordu. Amca etler gökyüzünde ne geziyor dediğimde "Oğlum burada suikast yaptılar."
O yabancı olduğum cümleyi ilk defa Uğur Mumcu'nun öldürüldüğünde duymuştum.
Oturduğumuz semtte yakın Uğur Mumcu'nun evi ve benim gecekonduda geçen hayatımdan kesitler.
Çocukluğumdan bugüne her yıl bu bilgiler beynimde hayatta silinmezler.
Ne diyordu Selda Bağcan:
"Bir Pazar sabahıydı Ankara kar altında
Zemheri ayazıydı yaz güneşi koynunda
Ucuz can pazarıydı kalemim düştü kana
Zalimler pusudaydı bedenim paramparça
Ucuz can pazarıydı kalemim düştü kana.
Uğurlar olsun uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun.
Çevirdim anahtarı apansız bir ölüme
Şarapnel parçaları saplandı ciğerime
Ucuz can pazarıydı kan doldu gözlerime
İsimsiz korkuları katmadım yüreğime
Bembeyaz doğruları yaşadım ölümüne.
Uğurlar olsun uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun."
24 Ocak 2018.
Rahmetli Uğur Mumcu'nun ölüm yıldönümüydü. Her ölüm yıldönümü geldiğinde aklıma gelenleri bu yazımda kaleme aldım.
Yıllar sonra bu yaşanmış olayı birkaç kişiye anlattım, bana alaycı gözlerle baktı insanlar.
Neden mi? Kafamda sanki bu olayı bir film senaryosu gibi yazmışım gibi geldi galiba onlara.
Uğur Mumcu ile yıllar sonra ortak birçok noktamız olduğunu öğrendim. Kırşehirli olduğunu ilerleyen yaşlara geldiğimde öğrenmiştim.
Bir avukata ihtiyacımız olmuştu o yıllar. Kırşehir'de dünyaya gözlerini açan Ceyhan Mumcu bizim davamızı almıştı. Onun rahmetli Uğur Mumcu'nun abisi olduğunu öğrendim.
Uğur Mumcu eli kalem tutardı. Tuttuğu kalemi de bırakmazdı. Yıllar sonra ben de kalem tutmaya başladım ama daha çıraklık dönemindeyiz. Belki onun gibi bizde usta bir kalem oluruz.
Türkiye'ye gelmiş geçmiş en büyük gazetecidir.
Rahmet ve dua ile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.