Derman arar idim derdime
Değişik yardım kuruluşlarında görev yapan bir diş hekimi ablamız anlatıyor; Evler harabe, karınlarını aç, ne üstlerinde var ne başlarında. Ama yine de somurtmuyor, yakınmıyor, gülmeyi biliyorlar. Düşünüyorum da onların dertleri ne? Bizimkiler ne? Rahat mı batıyor, üzüntü mü arıyoruz yoksa?
Bebek ölümleri o kadar sıradan ki, anneleri alıyor cesedi kucaklarına, kese kağıdı gibi götürüyor âdeta. Türkiye'de bir anne, yavrusunu kaybetse durabilir mi ayakta? Bir çocuk geldi, sanki ağaç parçası saplanmış ayağına. Meğer kaval kemiği yırtmış eti, çıkmış, kurumuş, dala dönmüş zamanla. O haliyle 50 kilometre yürüyüp gelmiş yanımıza. İlk seyahatim çok ağırdı. Minibüs gibi bir araca bindik. Ne klima var ne havalandırma...
-- Şoför bey ne kadar sürer? Çok sürmez, 20 saate varırız inşallah... Haritada öyle görünmüyor ama. Yollar tarla gibi, çukur-tümsek gidiyoruz sallana sallana... Şükretmek lazımmış. Birden kum fırtınasına yakalandık. İçerisi toz duman. Sonra bir yağmur, Oh ve diyemeden sele çevirdi. Yollar aktı gitti ırmağa... Köprüler de yıkılmasın mı? Üstüne bir de lastik patladı, sök tak şişir... Az gittik bu sefer de diğeri patladı.... Lakin insanları görünce iyi ki gelmişim dedim, çünkü ihtiyaçları vardı bana. İş diş tedavisini de aştı, abla kardeşe bağladık sonunda... İnanın şefkate çok muhtaçlar. Çocuklar geliyor, bacaklarınıza sarılıyor, elinizi tutuyor... Saçını düzeltiveriyorsunuz gözlerinin içi gülüyor. Yetim başı okşamanın ecrini biliyorsunuz... Kalacak yerler perişan, yerde yatıyoruz. Hanımlar koğuşunda 7 kişiyiz yan yana.
Her yer böcek, öyle de arsızlar ki, üzerimizde geziniyorlar. Çekirgeler bıktırdı zaten, yemek yiyorsun, tabağa düşüyor. Akşam eve giremiyorsun milyonlarcası yığılmış kapıya.... Ne zaman baksanız camda bir kertenkele, fırsat bulsa içeri dalacak anında...Para var ama alacak şey yok ki. Biraz patates bulduk. Kapattık sterilizatöre, pişirip, soyup yedik iştahla. Yerliler süpürge tohumu gibi sert ve küçük darılarla besleniyor. Taşla ezip öğütüyor, salıyorlar suya... Bulamaç gibi bir şey oluyor..
Ne yağ var, ne soğan ne salça... Üstüne su içince şişiriyor, tok tutuyor güya... Ömrü boyunca darı haricinde bir şey yemeyenler varmış. Nimetleri tadamadan göçüyorlar dünyadan... Bir gün anestezi yapmıştım, baktım hastanın benzi sarardı, hafif bir baygınlık geldi.
Dedim;-- Aç mısın yoksa?.. Sorduğun şeye bak der gibi güldü; "--Kim tok ki burada?". Baktık olacak gibi değil, diş çekiminden ikrama başladık. Kağıtlı şeker, kaymaklı bisküvi filan. Boğazına bir şey girsin ki, bayılmasın garip....
Afrika'dan döndüm İstanbul marketleri rengarenk, etliler, sütlüler, tatlılar, tuzlular... Sebze meyve istemediğin kadar... İyi de elimi uzatıp alamıyorum ki... Sanki kıvırcık saçlı minikler, kara gözlerini dikmiş bakıyorlar bana..... Niyazi Mısri Sultan ne güzel anlatmış durumu: "Derman arar idim derdime, Derdim bana derman imiş"... Selâm ve duâ ile…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.