Engelliyi nasıl görmeliyiz?
Malumdur ki, tek bir dünya vardır ve engellilerin ayrı bir dünyası yoktur. Aynı dünyayı paylaştığımıza göre birlikte yaşamak ve iyi ilişkiler içinde bulunmak durumundayız. İyi ilişkinin olabilmesi için, tarafların birbirini gü- zel tanımaları gerekir. Peki, engelliler ve engelli olmayanlar arasında söz konusu güzel ilişkiler mevcut mudur? İstisnalar dışında yazık ki hayır. Çünkü engelli olmayanlar, engellileri yeteri kadar tanımamaktadır. Oysa engellileri tanı- madan, engelliyi tanımadan, doğru bir bakış geliştirmek, doğru bakış geliştirmeden, sağlıklı ilişkiler kurmak ve hizmet götürmek mümkün değildir. Bu bakımdan yazımıza engellileri nasıl anlamalıyız konusuyla başlayalım istedik. Normal ve anormal nedir? Normal; iki gözü gören, iki kulağı işiten, sağ elini kullanabilen, boyu ne uzun ne kısa olmayan, kilosu 50-100 arasında bulunan kimselere denir. Bir başka ifadeyle, bunların dışında kalanlara da anormal denir. Bu tariften de anlaşı- lacağı üzere, aslında “normal dediğimiz çoğunluktur” desek yanlış olur mu? İşte esas mesele budur. Biz aslında çoğunluğa normal, azınlık ve istisna olana da anormal diyoruz. İşte engellilerle ilişkin yaklaşım probleminin özünde bu yatmaktadır. Daha açık ifade edelim: Engelliler maalesef kafalarda aşağı, eksik, normal dışı anlayışı vardır ve pek kolay değişeceğe de benzememektedir. Fakat hemen belirtelim ki: bu bakış, engellileri doğru gören bir bakış değildir. Hâlbuki engellileri aşağı, eksik, anormal görmek yerine; yalnızca farklı ama eşit bireyler görsek, durum çok farklı olacaktır. Bir binaya giremeyen bedensel engelli bir birey için: “Bedensel engelli olduğu için giremiyor” yerine “binanın rampası, asansörü olmadığı için giremiyor” düşünce seviyesine gelemediğimiz sürece doğru bakış sergilemiş olmayacağız. Tabiatıyla makam ve yetki sahipleri, doğru bakışa sahip olmadıkça, engellilere doğru hizmet götürülemeyecektir. Engelliler de toprakları içinde yaşadıkları devletin vatandaşlarıdır. Vatandaş olmanın ötesinde insan haklarıyla ilişkilendirilebilecek hususlardır. Başta yaşama, eğitim, sağlık hakkı olmak üzere, devletler engellilerin ihtiyaçlarına göre sosyal politikalar belirlerler ve bunu yasa ve yönetmelikleriyle güvence altına alırlar. Bir devletin engelliye sağlayabileceği en büyük hak ve güvence, engelli olmayan vatandaşlarca normal insan algılanma hakkı- dır. Biraz açacak olursak, toplumların küçük sayılabilecek bir kesimi engellilerden oluşur. Bu sebeple, engelli olmayan vatandaşlar, ço- ğunluğu oluşturanlar engelli olmadıklarından, normal olanın engelli olmamak olduğu kabulüyle hareket ederler. Bu yüzden çoğu zaman engellileri, normal kabul etmezler. İşte bu yüzden, engellilere götürülen hizmetleri, lütuf gibi değerlendirmektedirler. Bunun 2 sebebi vardır: 1-Devlet engellisine erişilebilirlik imkânlarını sağlamadığı için engelliler rahatlıkla toplum içine çıkamadıklarından, yaşam alanlarında engellilere rastlamak pek mümkün olmaz. 2-Devlet; engelli olmayan vatandaşına, eğitim sistemi içerisinde engelliler konusunda yeterli ve nitelikli bilgilendirme sağlamaz. İşte tam da bu sebepten dolayı engelliler; toplum içine çıkmaktan çekinirler. Bu iki sebepten dolayı toplum engellileri çeşitli yaşam alanlarında göremediklerinden, engellilere karşı yabancılık hisseder ve engellilerle iletişim kurmaktan çekinirler. Bu çekinme engellilerden uzak durmayı, uzak durmak ise, engellilere karşı olumsuz tutumların gelişmesine neden olur. Bu nedenle biz diyoruz ki engelli sokakta olmalı toplumun içinde olmalı. Toplum engelli göre göre alışır ve tanır. Unutmayalım ki hiçbir kimsenin garantisi yoktur ve herkes bir engelli adayıdır. Bu şekilde düşünen insanlar ancak gerçek manada engelli tanımış olur. Selam ve dua ile.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.