“Hangi ülke istihbaratın adamı?”
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne (O zamanki adı Basın-Yayın Yüksekokulu), yüksek bir puanla girmiştim. Sene 1983…
Bizim girdiğimiz tarihten önceki yıllarda, okulun ‘çok sıkı solcu’ bir kimliği olduğunu, dersler başladığında öğrenmiştik. Öyle ki, bizden bir üst sınıflarda, bizim gibi ‘Anadolu çocuğu’ kimliği taşıyan, milliyetçi ve mukaddesatçı hassasiyetleri olan öğrenci sayısı yok denecek kadar azdı. Mesela bir üst sınıfta 7-8, üçüncü sınıfta ise 3-4 kişi ancak vardı. Geri kalanların tamamına yakını, o okulu bilinçli şekilde seçmiş, çoğunluğu bu ülkeye ve halkına yabancı tiplerdi.
Hepsi de solcuydu. Hem de solun her rengi mevcuttu. Terör örgütleri de dâhil… İlginçtir, hemen hepsinin aile kaynaklı ekonomik durumları, bizim cenahtaki herkesten daha iyi idi. Biz o dönemde 18 yaş (ben 17) civarındaydık. Karşımızdakiler içinde yaşını-başını almış epeyce tip de vardı. Ya sonradan üniversite kazanmışlar veya başka bir fakülteyi bitirdikten sonra bizim okulu tercih etmişlerdi.
GONZALESÇİ SOSYALİST
Yine karşı cenahtakilerin önemli bir kısmı, ciddi bir ideolojik eğitimden geçmişti. Ayrıca kendi mizaçlarına uygun gazeteleri okuyor, gündemi takip ediyorlardı. Biz garibanlar ise gazete filan almaya para ayıracak durumda değildik. Okul kütüphanesine gelen gazetelerden elimize geçen olursa, onunla yetinmek zorundaydık.
Doğal olarak aradaki bu gündem takibi farkı, sınıftaki tartışma ortamlarına da yansıyordu. Biz, çoğunlukla kitap okuduğumuzdan olsa gerek, tarihî süreçler ve mutlak gerçeklerle daha fazla ünsiyet etmişken; sol kanattaki arkadaşlar güncel olana çok daha hâkimdi. Tartışmalarda onlar, güncel olaylardan örnekler ve isimler zikrederek konuşuyor, biz ise buna yeterli karşılığı veremiyorduk.
İşte o tartışmaların gedikli ve kadrolusu birisi vardı. Yaş olarak bizlerden 4-5 yaş büyüktü. İnanılmaz bir özgüveni vardı. Kökeni, arkaplanı ve kişisel bilgileri bizler için meçhuldü. Sınıftaki her tartışmaya bodoslama dalar, özellikle milliyetçi-mukaddesatçı hocalarla çeşitli tartışmalara girerdi. Zaman zaman biz de tartışmanın tarafı olurduk.
O zat, bilhassa o dönem İspanya Başbakanı olan sosyalist Felipe Gonzales’in politikalarına sık sık atıf yaparak, anılan politikacının sosyalist uygulamalarını göklere çıkarırdı. Günceli takip edemeyen bizler ise ne Gonzalesi ne de politikalarını bilirdik.
Bahsettiğimiz şahsın, yaş olarak bizden büyük ve güncel bilgilerle donanımlı olması ve tartışmalardaki sınırsız özgüveni, bizim kanattakileri hep huylandırmıştı.
12 Eylül 1980’den itibaren başlayan sıkıyönetim halen devam ediyorken… ‘Devlet’ herkesi, özellikle üniversitelileri çok sıkı şekilde takip ediyorken… Hatta sağ-sol arasındaki sürtüşme ve itiş-kakışların sıkıyönetime kadar taşındığı hallerde, tarafların ‘kız meselesi yüzünden’ diye kavgayı izah edeceğine dair bir ‘sessiz mutabakat’ varken… Bizim Gonzales hayranının onca aleni çıkışlarını anlamlandırmada zorlanırdık.
Dahası, bu şahsın, kuvvetle muhtemel olmak üzere bir ‘ajan’ olduğunu düşünür ve dillendirirdik. Çoğu zaman da, “Ulan bu Komünist hangi ülke istihbaratının adamıdır?” diye birbirimize sorardık.
AMERİKAN SOLCUSU
Evet, bahsettiğimiz şahıs, şimdilerde CHP İzmir Milletvekili olan Tuncay Özkan…
Okul bittikten sonra, gazetecilikteki basamakları hızla tırmandı. Çok sıkı solcu olmasına rağmen, dönemin en zengin kapitalistlerinin ülkemizde çıkardığı sosyalist gazetelerde görev yaptı.
Gün geldi, o gazetelerin ve sonrasında televizyonların yönetiminde bulundu. Hatta televizyon sahibi olup, sonrasında bunu FETÖ’cülere sattı.
28 Şubat sürecinde aktif bir rol oynadı, Tuncay Özkan. CHP saflarında epeyce ‘Cumhuriyet Mitingi’ yaptı. Hatta, ‘Biz kaç kişiyiz?’ diye bir platform oluşturarak, çevresinde ne kadarlık bir ideolojik halka olduğunu tespit çalışmaları dahi yaptı.
Sonunda CHP Genel Başkan Yardımcılığı makamına kadar yükseldi. Solcuydu ama her zaman Batıcı-Amerikancıydı… Zaten (TKP hariç) Türkiye’deki bilumum sol örgüt ve STK’ların tamamı Avrupa-Amerikancı değil mi? Biz garibanlar da 1970’li yıllardan beri, önümüze gelen her solcuyu Rusya yanlısı zannederdik.
HADDİNİ BİLMEZ ZAT
Her neyse…
Tuncay Özkan, şimdilerde yine ‘suyun gözesine bevletmekle’ geldi gündeme. Giderek unutulmaya yüz tuttuğunu, döneminin geçtiğini hissediyor olsa gerek. Ki, Türkiye’de en kolay gündeme gelme yöntemini seçti: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sataşmak…
Kendini pazarlamak gayesiyle, ülkenin en tepe yöneticisine siyaseten eleştiri getirmeyi ve bununla gündem yakalamayı bir yere kadar anlayabiliriz.
Fakat, 40 sene öncesinden beri ‘hangi ülke istihbaratının adamı’ olduğunu kendi kendimize sorguladığımız bu şahsın, ‘züppe’ gibi, aslında kendisine çok yakışan bir sıfatla, Türk Hakanının paçasına saldırması kabul edilemez.
Elbette düşman safından üzerimize ateş eden içimizdeki İrlandalıların, nazarımızda bir kıymeti harbiyesi olamaz. Fakat, Türk Milletinin Başkanına hakaret eden kimsenin de yanına kalmamalı.
Hele de Tuncay Özkan gibi, hukuk önünde fatura ödemeyi çoktan hak etmişlerin bir ayrıcalığı olmamalı. Milletvekilliği, cezadan azade olmayı gerektirmez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.