Kendini yüksekte görenler
Kendini ağa, paşa, seçilmiş, atanmış, zengin tepede görenler.
Aslında hepinizde bir ölümlüsünüz.
Her canlı gibi doğar yaşar ve ölürsünüz.
Dün kendini ağa görenler hani neredeler, ne ağalık kaldı ne şöhret.
Kendini paşa bilenler, rütbesiyle övünenler, firavunlaşanlar şimdi kabir-deler.
Amir olup cefa sürenler yok oldu, hepsi iki metre çukurda bekler.
Zenginliğiyle övünenler, fabrikalarıyla gururlananlar, makamlarına varılamayanlar şimdi hani neredeler.
Seçildim cumhurbaşkanıyım, başbakanım, bakanım, vekilim, generalim, başkanım diyenler hele bir gidin bakın şu kabirlere sizden olanlar, sizin gibi gururlanıp kibirliler şimdi toprağın altındalar.
Ne özel kalemleri, ne korumaları, ne şoförleri, nede sekreterleri, hepsi bekliyor kıyametin geleceğini.
Bunları niye yazıyorum.
Ey burnu havalarda olanlar, kendini bir şey sananlar, bakın örnek alın bunları diye yazıyorum.
Geçenlerde Televizyon kanalında akşam bir belgesel dikkatimi çekmişti.
Oturdum izledim, geçmişe doğru bir yolculuk yaptım.
Belgesel beni çocukluk ve gençlik yıllarıma doğru götürdü.
Dönemim parti başkanı, Başbakanı, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tanıtılıyordu.
Türk siyasi tarihinde uzun yıllar emek vermiş, muhtıraları, ihtilalleri, ceza evlerini görmüş bürokrat kimliği olan Demirel anlatılıyordu.
Altı sefer gittim, yedi sefer geldim diyen Türk siyasi hayatının simge isimlerinden Süleyman Demirel, sekizinci kez Meclisteydi ve bu kez uğurlanışı, devlet töreniyle oldu bu yolculuğun dönüşü yoktu.
Röportajlarında siyasi yıllarında iktidarda olduğu dönemlerde yaptığı projeleri anlatılıyor.
Belgeselin sonlarına doğru seçilmiş cumhurun ihtiyarlık hali çok ibretlik.
Çankaya'nın first lady Nazmiye Hanımın şatafatlı günleri geride kalmış, son yıllarında yıllarca beraber olduğu Demirel’i bile hatırlamaz olmuş.
Allah bazılarına bunları niye gösteriyor ey kendini first lady görenler bakın görün sonunuz aynı olacak diyor.
Nerede o şapkamı kaptırmam diyen Süleyman.
Yürümekten, kalkmaktan, konuşmaktan bir hal olmuş.
Yaşarken insanoğlu bunları görüyor çocukluk, gençlik, yaşlığı hepsi de başa geliyor.
İnsan doğan, yaşayan ölen bir canlı...
Öleceğini bilen insanoğlu neden hiç ölecekmiş gibi çalışmıyor.
Süleyman Demirel de bu ölümlü canlılardan birisiydi, oda yaptığı işlerle döndü hesap gününe doğru.
Yaptığı hizmetlerin birçokları bu dünyada kaldı.
Bugün yirmi, otuz yaşında olan gençler Demirel’in hizmetlerini bilir mi?
Sanmıyorum?
Allah ne güzel söylüyor “hiç akletmez misiniz, öğüt almaz mısınız” diyor.
Bunlar seçilmişler için, atanmışlar hepimiz için birer ibretlik.
Ünlü Halk Ozanımız Ali Kızıltuğ’un şu dörtlüğü aklıma geliverdi.
Coşkun, özgün sesiyle bu türküyü dinlemişsinizdir sanırım;
Nice zamandır, nice asırlardır, kendi kendine “ben ağayım, ben paşayım” diyenler ruhlar âlemine göçüp gittiler.
Nerede o “ben ağayım, ben paşayım” diyenleri dillendiriyor sazında sözünde.
“Asrı Gurbet Harap Etmiş Köyümü
Bülbül Gitmiş Baykuş Konmuş Gelele gel
Ben Ağayım Ben Paşayım Diyenler
Kapıları Kitlemişler Gel Hele, gel hele gel.”
Bunu söyleyen ozan uydu mu ki kendi sözlerine...
Giden gelmiyor, yaşayan kıymet bilmiyor, seçilmişler her şey benim olsun diye haram, helal, hak, hukuk, adalet, liyakat gözetmiyor.
Sonrada kim olursan ol, rütben, makamın ne olursa olsun, bir top bezle, iki metre çukura yolculuğun başlıyor.
Bu günlerde virüs yüzünde kefende çukurda farklı kazılıyor.
Bulaşır diye, kefen yerine torbayla, çukurlar kepçeyle açılıyor..
Tanıdık eş, dost cenaze namazına katılamıyor.
Defin için kabristana gidilmiyor.
Taziye çadırları kurulmuyor.
Ey insanoğlu dünya ölümlü yakınlarınız kırmayın, üzmeyin, mal yığmayın, hakkı, hukuk, adaleti koruyun.
Müslüman olarak yaşayın Salihlerden olarak ölün…