Mahmut Erdemir

Mahmut Erdemir

Mardin tarih, inanç ve hoşgörünün şehri

Mardin tarih, inanç ve hoşgörünün şehri

Üç gün sürecek; Eğitim, seminer, toplantı ya da başka etkinlik için hangi ili tercih ederdiniz?

Zaman mı? Aylardan Nisan.

Antalya, İzmir, Gaziantep, Nevşehir mi yoksa Mardin mi?

Kimi arkadaşlar denizin olduğu şehirlerden Antalya kimileri de İzmir dedi.

Mardin’e gitme görüşleri daha ağır bastı. Çekincesi olanlar da güvenlik gerekçelerini ifade ettiler.

Hani haksız da değiller; teröristlerin sık sık yol kesmeleri, kimlik sormaları, güvenlik güçlerimize karşı yapılan saldırılar bu tarihlerde yoğunluk kazandı. Televizyonda haberleri izlerken Mardin ve çevre illerde şiddet ve korkuyu ifade eden mutlaka bir olay duyuyoruz.

Kurumsal eğitim amacıyla Ankara’dan 12 arkadaşla yola çıkacağız.

Hedef Mardin

Tarih: 1 Nisan 2015

Esenboğa Havalimanında buluştuğumuz arkadaşlarla aynı birimde görev yapıyoruz.

Çoğumuzun ilk kez gideceği şehre daha önceden giden iki arkadaş, mevsim olarak en uygun zamanda yolculuk yaptığımızı söyledi.

Saat: 15.00 - Uçağımız tam zamanında havalandı. Türkiye’nin güzelliklerini gökyüzünden seyretmek büyük bir keyif doğrusu.

Yaklaşık bir saatlik uçak yolculuğundan sonra Mardin Havalimanına indik.

Tarihe tanklık eden Eski Mardin evleri koruma altına alınmış.

Havalimanı şehir merkezi arası yaklaşık 20 km. Şehre ulaşım taksi ve minibüslerle de sağlanıyor.

Midyat yolu üzerinde bulunan Erdoba Elegance Hotel&Convention Center Otelde konaklayacağız ve şehrin biraz dışında.

Otel sessiz, sakin, temiz ve bakımlı.

Tüm illerden gelen katılımcılarla 180 kişi olduk.

Bizim de, kurumun taşra teşkilatında halkla ilişkiler servislerinde görev yapan memurların da buraya gelme amacı; “Metin oluşturma, haber yazma teknikleri ve fotoğraf çekme” eğitimi almak.

Eğitim üç gün sürecek. Daha öncede kurumsal anlamda bu tür eğitimlere katıldık ama ne yazık ki yeteri kadar faydalanamadık. Eğiticiler her şeyi anlatıyor ama pratikte haber yazmayı, uygulamalı olarak tam manasıyla anlatamıyorlar.

Elbette metin oluşturma konusunda, en azından düşünceleri sıraya koyma, giriş gelişme ve sonuç bölümlerinin olduğu haberi yazabilen arkadaşlar var.

Ama başlık çıkarma spot oluşturma da sıkıntılarımız var.

20 yıllık gazetecilik deneyimime ve üç ayrı dergideki editörlük yapmış olmama dayanarak şunu söyleye bilirim: İletişim fakültelerinden mezun olup, bir süre de staj yapmalarına rağmen haber yazmada zorlanan, olay ve olguları yazarken 5N-1K kuralını bile uygulayamayan  kişilerle çok karşılaştım.

Arzuhalcilik yaptım

12 Eylül Askeri Harekatı öncesinde Ankara’da Bahçelerüstü Mahallesinde oturuyorduk. O günler Başkentte anarşinin tavan yaptığı günler. Mahalle solcu gençler tarafından kurtarılmış bölge ilan edilince, ev taşlamalarıyla başlayan psikolojik baskılarla devam eden süreçte daha fazla dayanamayıp Kırıkkale’ye göç ettik.

Kırıkkale o zaman ilçe, iş bulmada epey zorlandım. Bir gün yine iş bakmak için çarşıya indiğimde, belediye binasına yakın, vergi dairesinin önünde “Arzuhalcileri” gördüm. Uzaktan biraz seyrettim, yaptıkları işi anlamaya çalıştım.

Vatandaş geliyor, maliyeye vermek üzere, ev ve arsası için beyanname doldurtuyor ya da kamu kurumlarına dilekçe yazdırıyor.

Bir gün sonra, bir masa bir sandalye alıp, onlara biraz uzak mesafede ben de konumlandım.

Yaşlı bir astsubay emeklisi arzuhalci ağabey bu işe biraz bozuldu. “Git başka bir iş yap” falan dedi. Hemen karşımda, babamın arkadaşı ayakkabıcı dükkanı olan Cevdet abiden de aldığım güçle direndim.

Ve yazmaya başladım.

Aslında, 1980 öncesinde, Hergün ve Millet Gazetelerinde şiirlerim ve haberlerim yayınlanıyordu. Yani imla kurallarının yanı sıra yazma tekniğini biliyordum.

Vatandaşların resmi kurumlara olan her türlü şikayet, talep ve isteklerini dilekçe olarak yazmaya, vergi dairesine de tarla, arsa, ve ev beyanname formlarını doldurmaya başladım.

İlk gün biraz tedirgin oldum, yazdıklarımın memurlar tarafından anlaşılmayıp tekrar vatandaş tarafından bana getirileceğini düşündüm. Ama yok, dönen yazım hiç olmadı.

Askere gidene kadar yaklaşık 6 ay arzuhalcilik yaptım.

Askerlik dönüşü ise çalışma hayatım Ankara’da devam etti. Bu arada bir çok yerel ve ulusal gazetede, dergilerde görev yaptım; haberlerim, röportajlarım ve makalelerim yayınladı.

Yani, iletişim fakültesinde okumadım daha doğrusu o günkü şartlar nedeniyle okuyamadım ama bir alaylı olarak bu işi öğrenmek için büyük çaba gösterdim.

Kamuda da basın yayın, dergi, halkla ilişkiler alanlarında görev yaptım. Yönetimimde yayınlanan çok sayıda sivil toplum kuruluşunun ve kamunun dergileri oldu.

Şimdi; bilgileri tazelemek, yeni teknikleri öğrenmek amacıyla Mardin’deyim.

Kurumun Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Mehtap Altinok. Bu eğitimi biraz da basın müşaviri istedi ve planladı.

Kanal D Haber Spikeri Serdar Cebe, Ekonomi Muhabirleri Derneği Başkanı Turgay Türker, Ekonomi Muhabirleri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Tunçay, Yeni Şafak Gazetesi Muhabiri Nil Gülsüm Gül, Sosyal Medya Uzmanı Cengizhan Çelik ve Reuters Foto Muhabiri Ümit Bektaş tarafından verilen eğitimlere, kurum personeli ve yerel medya çalışanları yoğun ilgi gösterdi.

Spiker Serdar Cebe haber yazma tekniklerini, Reuters'ın ödüllü foto muhabiri Ümit Bektaş ta kaliteli fotoğraf çekmek için gerekli olan şartları anlattı.

Fotoğraf teknikleri eğitiminin uygulamaya ayrılan kısmında ise Midyat-Hasankeyfin açık ve kapalı mekanlarında çekimler yapacağız. Çekilen bu fotoğraflar kurumda hem sergilenecek hem de aralarından seçilecek ilk üç fotoğraf sahibine ödül verilecek.

Amaç eğitim ancak Mardin’e gelip de güzellikleri görmeden dönmek olmazdı elbette.

Ortaçağdan başlayarak; Mardin bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış önemli bir şehir. Ne tarafa baksanız farklı mimari tarzda yapılmış tarihi yapılar görüyorsunuz. Adeta açık hava müzesi.

Tarihin tanığı: Eski Mardin

Mardin’de ikinci günümüz. Toplu olarak değil ama 8-10 kişilik gruplar halinde şehri gezmek için hazırlanıyoruz.

Bu arada otel görevlileri bize bir uyarıda bulundu: “ Şehir merkezinde APO’nun doğum günü kutlama hazırlıkları var. Taşkınlıklar, sataşmalar olabilir, dikkat edin.”

Bunun üzerine yine de otelden ayrılmak ne kadar doğru olur bilmiyorum.

Ankara’da birlikte görev yaptığımız; Mahmut Yıldız, Nazan Çepnili, Selda Demir, ve Asuman Kaçar’la karar verdik; bir taksiye binip şehir merkezine gittik.

Taksici, şehrin genelinde gezebileceğimiz yerlerin büyük bir bölümünün “Eski Mardin” tarafında yer aldığını ifade etti. Olaylar konusunda da “Korkup, çekinmenize gerek yok, kalabalıktan uzak durun yeter” dedi.

Şehir tarihe tanıklık ediyor

Önce isminden başlayalım.

Neden Mardin?

Mardin adı Arapça kaynaklarda Mâridîn, Süryanice kaynaklarda ise Marde olarak geçiyor.

Anlatılanlara göre; burada daha önce “Marde” kavmi yaşamış, dolayısıyla şehrin ismi buradan kaynaklanıyor da deniliyor. Tüm bu isimler Mardin’e çağrışım yaptırıyor.

Subariler, Sümerler, Akadlar, Babiller, Mitaniler, Asurlular, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular, Artuklular, Akkoyunlular bu topraklarda yaşamış.  Ve son olarak; Yavuz Sultan Selim döneminde 1516 yılında Osmanlı topraklarına katılmış.

Her medeniyetin farklı dil, din ve kültürü olmuş. Dolaysıyla, şehir zengin bir tarihi mirasa sahip. Günümüzde, “Eski Mardin”, “Yeni Mardin” diye şehir ikiye ayrılmış.

C:\Users\TÜRKİYEYAZARLAR\Desktop\mahmut\fotograflar\mardin\20150208_114926.jpg

Soldan sağa: Mahmut Erdemir, Nazan Çepnili, Selda Demir, Asuman Kaçar ve Mahmut Yıldız

Eski Mardin; Yapılar dağın yamacından başlanılarak aşağıya doğru yapılarak gelinmiş. Özel taşlardan yapılmış evler, dar sokaklar, turistik eşyalar ve yöresel kıyafetler satan alış veriş merkezleri, tarihi camii, medrese ve türbeler ile çarşı ve hanlardan oluşuyor.

Doğrusu, Mardin’e gelen yerli yabancı turistlerin ilk uğrak yerleri Eski Mardin oluyor. Dikkatimi çekti; Şahmeran öykülerini anlatan hediyelik eşyalar, mavi boyalı badem şekeri, bez ürünler ve Türk Kahvesi satan dükkanlar oldukça fazla.

Üç gün kaldığımız şehri gezmeye başladıkça, kültürel mirasını, el sanatlarını, mimarisi ve yemeklerini görünce, “Mardin’e iyi ki gelmişim” dedim.

Hatuniye Medresesi

Gül Mahallesi'nde Hatuniye Medresesi’ne gittiğimizde 13-15 yaşlarında kızlı erkekli 8-10 çocuk etrafımızı sardı. Ziyaretçilere rehberlik yapan, eser hakkında bilgiler veren çocuklardan bazıları gelen turistlere yardımcı olabilmek için İngilizce ve Fransızcayı da öğrenmişler.

İçlerinden birini seçtik ve başladı Medreseyi anlatmaya:

İki katlı medrese, Mardin Artuklu Hükümdarı II. Kutbüddin İlgazi’nin annesi Sitti Raziyye tarafından 12. Yüzyılda yapılmış. Kitâbesinde; Hatuniye Medresesi olarak geçmekle birlikte halk arasında kurucusuna nispetle Sitti Radviyye adıyla da biliniyor.

Camii içinde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'e ait olduğu kabul edilen ayak izi mihrabın sağında camekan içinde saklanıyor. Türbe bölümünde Kutbeddin İlgazi ve annesinin mezarları bulunuyor.

Mardin'e gitmek isteyenlere bugün bir kısmı camii olarak da kullanılan bu tarihi binayı mutlaka görmelerini tavsiye ediyorum.

Dar sokakları, taş evleri

Tarihi yapılar konusunda oldukça zengin olan şehrin binlerce yıllık konakları ve mimarlık harikası taş evlerin bulunduğu dar ama bakımlı sokakları görülmeye değer doğrusu.

Genelde hemen hemen hepsi taştan yapılmış, dar ama sık merdivenlerden oluşan sokakta dolaşırken çocuklar geliyor yanımıza.

Sokaklarına gelen turistlere ve gezginlere öylesine alışmışlar ki hiç yabancılık çekmiyorlar. Kimisi hangi şehirden geldiğimizi soruyor kimi de o sokakta doğmuş büyümüş ünlüleri anlatıyor bize.

Yeni Mardin

Adı üstünde, yeni binaların, hastanelerin, park ve bahçelerin, alış veriş merkezlerinin bulunduğu yerleşim yeri. Yeni Mardin’de; Kentsel dönüşümle birlikte, beton yığınları kaplamış her yeri.

Bu binalar yapılırken sanırım estetik bir kaygı da güdülmemiş. Yapılan sosyal tesisler ve kamu binaları elbette gerekli ama geleneksel şehir dokusu mutlaka korunmalı.

10 Bin yıllık şehir: Hasankeyf

3 Nisan 2015

Saat:07.00

Fotoğraf çekimi eğitimleri için Hasankeyf'e yola çıkıyoruz.

Mardin Hasankeyf arası yaklaşık 100 km ve minibüsle 2 saat sürüyor.

Tarihi bir yerleşim alanı olan Hasankeyf; Batman’ın beş ilçesinden biri.

Adının ilginç bir hikâyesi var: Önce, “Mağaralar Şehri", daha sonra "Kayalar Kenti" anlamında "Hısnı Keyfa" denilmiş. "Hısn-ı keyfa" adı Osmanlılar zamanında Hısnıkeyf olmuş, halk arasında da Hasankeyf şekline dönüşmüş.

Tanıtım kitabındaki bilgilere göre ilçenin tarihi, 10.000 yıl öncesine kadar gitmekte. 1981'de doğal koruma alanı olarak ilan edilmiş.

İlk dikkatimi çeken kayalıklardaki oyuklar.

Kayalık tepelerde ve ırmağın geçtiği yerlerde, kimisi rüzgarın-yağmurun etkisiyle kimisi de insanların oluşturduğu mağaraların sayısına yüzlerce diye bilirim.

Gün boyu gezdiğim Hasankeyf'te, çok sayıda cami, türbe ve kilise gördüm, bazıları yıllara meydan okurcasına hâlâ ayakta. Ancak, sohbet ettiğim esnafların söylediğine göre; Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında yapılan Ilısu Barajı nedeniyle bu eserlerin büyük bir bölümü su altında kalacakmış.

Tarihi kaya mezarlar, su yolları ve tarihi eserler bu zamana kadar varlıklarını nasıl sürdürmüşler bunun şaşkınlığını yaşadım. Belki de her medeniyet kendisinden öncekilerin bıraktığı eseri yıkmamış hatta korumuş, geliştirerek yenilerini yapmış diye düşünüyorum.

Hemen hemen herkesin elinde fotoğraf makinesi ve kamera var. Elbette iyi fotoğraf nasıl çekilir eğitimi için buradayız ama; Binlerce yıl her türlü yıkıma, savaşlara ve depremlere direnen bu eserlerin en iyi görüntülerini alabilmek için deklanşöre basanlar sanırım bir zamanların ihtişamlı yapılarının bugünkü yıkım ve bakımsızlığı karşısında biraz da hüzün yaşıyorlardır.

Tarihi ve doğal güzellikleriyle önemli turizm merkezlerinden biri olan Hasankeyf’te, yerli ve yabancı turistin alış veriş yapabileceği, dinlenip, yemek yiyecekleri mekanlar da oluşturulmuş.

Yörenin tanıtımı amacıyla hazırlanan broşürde; Hasankeyf’in iki yakasını bir araya getiren ve Orta Çağ döneminin bu en büyük tarihi köprüsünün 2 bin 500 yıllık olduğu belirtiliyor.

Dünyanın en eski köprüsü

Dicle nehri kenarındaki kahvede çayımı yudumlarken, nehrin içerisindeki köprü kalıntılarına bakıp, yıkılmadan önceki durumunu hayal ettim bir an… Kim bilir ne ayrılıklara ne kavuşmalara, ne savaşlara ne barışlara vesile olmuştur.

Malzeme olarak taş ve tuğla kullanılarak inşa edilmiş köprünün iki ayağı hâlâ su içinde, ayaklardan birisi ırmağın kıyısında birisi ise karada kalmış. En ilginç olanı da iki yakayı birleştiren köprüde öyle bir düzenek yapılmış ki, düşman saldırılarında köprü açılır kapanır bir hale geliyormuş. Zaten köprüde o düzeneğin olduğu yerden yıkılmaya başlamış.

Merak ettim karadaki ayağı inceledim; Kitabesi yoktu. Dolayısıyla gerçek anlamda kim tarafından ne zaman yapıldığına dair resmi bir bilgi yok.

Bu köprünün yerine, günümüz teknolojileri ile yaklaşık 80 metre uzunluğunda bir köprü yapılmış ve geçişler buradan sağlanıyor.

650 yıllık Zeynel Bey Kümbeti

Tarihi kalıntıların içinde dikkat çeken bir eser daha var; Zeynel Bey Kümbeti

Mimari ve süslemeleriyle Anadolu’da örneği görülmeyen silindir şeklindeki bu anıt mezar, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey için yapılmış.

Yaklaşık 650 yıllık bir tarihi geçmişe sahip olan kümbet sahip olduğu üstün sanat değerine rağmen harap durumda.

Gövdesinde 3 sıra halindeki çinilerle yazılmış “Allah-Muhammed-Ali” yazıları var. Kitabesindeki bilgilere göre, dönemin önemli mimarı Abdurrahman oğlu Pir Hasan tarafından yapılmış.

Daha sonra basında çıkan haberlerden takip ettim, Zeynel Bey Kümbeti yapılacak barajda anıt mezar su altında kalacağından, büyük bir dikkat ve titizle Hasankeyf Kültürel Park Alanı'na taşınmış.

C:\Users\TÜRKİYEYAZARLAR\Desktop\tamamlanan geziler\Mardin\IMG_8115.JPG Mor Gabriel Manastırı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Süryani cemaatinin en büyük ve en ünlü yapılarından birisi olan manastırda yaşayanlar var. Öğrencilere dini eğitim veriliyor, ayinler yapılıyor.

Gezi programında Mor Gabriel Manastırı da var.

Midyat ilçesi sınırları içerisinde bulunan Süryani Ortodoks Manastırı’nı rehber eşliğinde gezdik.

Rehber, Süryanilerin gelenekleri, geçim kaynakları, çocukların eğitimleri, dini törenleri ve manastır hakkında detaylı bilgiler verdi.

Mor Şmuel ve Mor Şemun tarafından kurulan Manastır, Roma imparatorlarının bağışları ve katkılarıyla yüzyıllar içerisinde gelişmiş.

Büyük bir tepenin eteklerine kurulmuş, bahçe duvarları ile çevrili manastırın mimarisi, mozaikleri, kesme taşları ve sanatsal yapısı hemen dikkat çekiyor.

Binan üstünde bulunan; taş ve tuğla kullanılarak yapılmış Theodora Kubbesi ise çok uzaklardan görülebilecek kadar yüksek ve üzerinde çeşitli desenler var. Rehberin anlattıklarına göre, burası 1600 yıl önce yapılan, dünyanın ayakta duran en eski ve hâlâ görev yapan manastırıymış.

Ölen papazlar oturur şekilde gömülmüşler

Süryani dünyası için büyük bir öneme sahip olan manastırın içini gezmeye başladığımızda, rahiplerin yaşadıkları mekanlar, ibadet alanları, mezarlık bölümü ve giriş katlardaki kiliseler arkadaşların büyük ilgisini çekti.

Rehberin anlattıklarına göre, eskiden bu manastırda ölen papazları, manastırın içindeki mezarlığa, oturur pozisyonda ve doğu yönüne bakacak şekilde gömülüyorlarmış.

Bunun nedeni olarak da; Hz. İsa'nın dirilmesinin doğu yönünden olacağı inancına ve o'nun karşısında yatar pozisyonda olmama isteğine dayanıyormuş.

Manastırda şu an; rahipler, rahibeler, öğrenci ve personellerle birlikte yaklaşık 70 -80 kişi bulunuyor. Rehberin söylediklerine göre, sabah-öğle ve akşamları kilisede ibadet yapılıyor. Koro ve ilahiler ibadetlerin önemli bir bölümünü oluşturuyormuş.

Diller ve Dinler Şehri: Midyat

Midyat, gezi planının içinde yer alan son ilçe.

 

Bu yerleşim yerinin milattan önceye dayanan bir tarihi var ve kaynaklara göre insanlar burada yıllarca mağaralarda yaşamış.

 

Bir rivayete göre Midyat, “Mağaralar Kenti” anlamına gelen " MATİATE" kelimesinden ismini almış. 1810 yılında ilçe olmuş.

 

Mardin - Midyat arası yaklaşık 64 kilometre.

 

Bir saatlik yolculuktan sonra ilçe merkezine girdik. Otobüslerden inen arkadaşlar bir anda cadde ve sokaklardaki gümüş ve takı dükkanlarına yöneldiler. Kimi kendisi için kimi de yakınlarına hediyeler almaya başladı.

 

Zamanı iyi değerlendirme adına alışverişi kısa zamanda tamamlayarak, Midyat’ın içinde dolaştım. Anadolu’daki bir çok ilçeye göre nüfusun kalabalığı dikkat çekiyor.

 

Hemen hemen tüm cadde ve sokaklarda el sanatları satan dükkanlar var ama özellikle gümüşçüler çok daha fazla.

 

Binalarda kolay biçimlenen, açık renkli sarımsı kalker taşı kullanılmış. Kalker taşı oya gibi nakış nakış işlenerek çeşitli desen ve süslemelerle yapılan evler ve taş konaklar Midyat’a çok farklı bir görünüm kazandırıyor.

 

Camilerin yanı sıra çok sayıda kilise var. Sokakların çoğu dar ama bakımlı ve temiz.

Son yıllarda yayınlanan bir çok dizinin çekimlerinin yapıldığı Midyat'a "Diller ve Dinler Şehri" deniyor. Bunun sebebi, farklı dine, dile, örf-adetlere sahip kişilerin bir arada, dostça yaşıyor olmaları.

Telkâri

İlçenin geleneksel el sanatlarından olan Telkâri gümüşün el ile özel olarak işlenmesine deniliyor. Binlerce yıl önce bölgedeki krallar için yapılırmış.

Burada, çoğunluğu cadde üstünde, yan yana sıralanmış çok sayıda atölye var. Bu işi yıllardır yapan bir usta ile ayak üstü sohbet ettim; Kalıplara dökülen gümüşün önce eritilip sonra da yapılmak istenilen eşyanın yapısına göre farklı kalıplarda ele edilen tellerle çalışmalara başlanılıyormuş.

Benzer çalışmayı Ankara’nın Beypazarı’nda da görmüştüm. Gümüşe çeşitli şekiller verilmesi saatler sürüyor ve çok zahmetli bir iş.

Kadınlar için yapılan malzemelerin başında farklı modeller ve şekillerde; kolye, küpe, bileklik ve yüzük ve künye geliyor. Erkekler için ise daha çok tespih ve yüzük yapılıyor. Bu takılar yurt dışında da büyük ilgi görüyormuş.

Gelüşke Hanı

Gelüşke Han, kuyumcular ve gümüşçüler çarşısına oldukça yakın. Tarihi bina, bahçesindeki şadırvan ve işlemeli taşlarıyla hemen dikkat çekiyor. 1903 yılında yapılmış. 1950’li yıllarda köylülerin meyve ve sebzelerini sattıkları pazar yeriymiş.

 Bir dönem ticaret merkezi olarak kullanılan Gelüşke Han’da restorasyon yapılmış ve şimdi de lokanta ve çayhane olarak hizmeti veriyor. Handa bir yorgunluk kahvesi içtim.

Çayhanede Mardin’in tanıtım kitabına baktım biraz. Tabi ki zaman olmadığı için gidemediğimiz çok yer olduğunu gördüm.

Mesela; Mardin Kalesi, Susur Han, Mardin Müzesi, Kasımiye Medresesi, Dara Mezopotamya Harabeleri, Mor Behnam Kilisesi gerçekten görülmesi gereken yerlerin başında geliyor.

Zaman çabuk geçti.

Şimdi yolculuk Mardin’e.

Akşam da otelde bir veda yemeği var, müzikli bir organizasyon olduğunu bildirdiler.

Otele geldiğimiz de saat: 08.00 oldu. Günün yorgunluğu var üzerimde. Ama yine de gruptan ayrılmadım, arkadaşlarla eğitimin genel bir değerlendirilmesini yaptık. Daha sonra da yemeğe geçtik.

Mardin’in kendine has yemekleri var.

Ama daha çok misafirlere ve özel günler için; Kaburga dolması, Mardin usulü içli köfte ve Sembüsek (Kapalı Lahmacun) yapılıyor.

Türkiye’nin hemen hemen tüm illerinden gelen arkadaşlarla tanışma ortamını sağlayan bu ortamdan herkes memnun kaldı.

Mardin’in yöresel müzikleri eşliğinde mahalli sanatçılar türküler söyledi. Keyifli bir akşam yemeği oldu doğrusu.

Mardin’de Mırra İçmek

Güney Doğu Anadolu’nun önemli içeceklerinden biri hiç kuşkusuz Mırra. Gerek Mardin’in merkezinde gerekse Midyat’ta çok sayıda Mırra yapan kahvehane var. Bildiğimiz kahve fincanlarına benzeyen ama kulpu olmayan fincanların yarısına kadar doldurularak ikram edilen Mırranın tadı acı.

Aynı meseleyi Şanlıurfa’da duymuştum. Mırra ikram etmenin de içmenin de kendine has usulleri ve adabı varmış.

Önce yaşça büyük olana ikram edilen Mırrayı tek seferde içmelisiniz ve iki fincandan fazla içemezsiniz. İçtikten sonra fincan masaya bırakılmıyor, kahve servisini yapan kişiye geri vermeniz gerekiyor.

Gelenek böyle, bu usullere uymayanlara yine geleneklere göre “geleneksel cezalar” veriliyor.

Akşam yemeği epey uzun sürdü. Gece yarısı oldu neredeyse.

Odama çıktım ama yorgunluk ve müziğin gürültüsünden olsa gerek başım ağrımaya başladı.

Kolonyalı mendil koydum alnıma, benim ağrıkesici yönetimim de bu. Her zaman ki gibi yöntemim işe yaradı ve hemen uyumuşum zaten.

Sabah kahvaltıdan sonra, Ankara’ya dönüş hazırlıklarına başladık.

Doğrusu; Mardin gezilip görülmesi gereken güzel illerimizden biri.

Tarihi dokusu, hayranlıkla izlenen mimari yapıları, camileri, tarihi evleri, kaleleri, medreseleri, müzesi görülmeye değer.

Ancak, yaşanan terör olayları, insanların gönül rahatlığı ile şehri görmeye gelmelerine engel oluyor. Kaldığımız süre içinde bir olayla karşılaşmadık ama o psikolojiyi de aklımızdan çıkaramadık.

Haber dilinin nasıl kullanılacağını, tekniklerinin ve kurallarının öğrenilmesi elbette iki günde öğrenilecek bir uygulama değil. Ancak yazdıkça, tecrübe kazanılıyor. Fotoğraf çekmek de öyle değil mi?

Diğer yandan, kamu da şöyle bir sıkıntı var; uzmanlaşma ve işi iyi yapmanın bir değeri, önemi ve karşılığı yok. Çünkü, nerede, kimlerle, hangi birimde ne iş yapacağın amirinin iki dudağı arasında.

Yayın bölümünden tayinimi çıkaran, çalışma hayatının hiçbir döneminde yayıncılık bölümünde görev yapmamış müşavire, “20 yıldır gazeteciyim, mesleğim bu” dediğimde gülmüştü: “Burası devlet dairesi. Ben de senin amirininim. Ben nerede uygun görürsem orada çalışacaksın” dediği daha dün gibi aklımda. Eğitimler konusunda şuna inanıyorum; Verilen eğitim, çeşitli kurslara gönderilerek sağlanan beceri kesinlikle kuruma değil kişiye yapılan yatırım oluyor.

Doğrusu, Mardin’de olmak güzeldi.

Ankara’ya güzel anılarla dönüyoruz. Umarım, yeniden gelmek kısmet olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mahmut Erdemir Arşivi