“Ne olursan Ol... Yine Gel ”
Türkiye Gönüllü Eğitimciler Derneği Genel Başkanı Doç. Dr. İbrahim Erdoğan telefon etti; “Dernek üyeleri ve derneğe katkı sağlayanlar için günü birlik Konya gezisi düzenliyoruz. Zamanın varsa, misafirimiz ol” dedi.
Dünyanın barışa, hoşgörüye ve sevgiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulduğu bugünlerde; Mevlana Türbesi dünyanın dört bir tarafından ziyaretçi akınına uğruyor.
Erdoğan, Kırıkkale Üniversitesinde Öğretim Görevlisi. Daha sonraki yıllarda Milli Eğitim Bakanlığında Mesleki Eğitim Genel Müdürlüğüne Daire Başkanı olarak atandı.
Yabancı uyruklu öğrencilerin yanı sıra, ülkemizin bir çok şehrinde maddi imkansızlıklar nedeniyle okuyamayan, yardıma muhtaç ve mağdur durumdaki öğrencilerin eğitimlerine katkıda bulunmak için yıllardır koşturan İbrahim Erdoğan “tam bir eğitim gönüllüsü.”
Dernek; Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki köy okullarından başarılı öğrencileri, “ülkemizi tanıyalım” projesi kapsamında; Ankara ve İstanbul’a getirip gezdirme faaliyetlerine kadar bir çok etkinliği başarı ile yürütüyor.
İlkbaharın güzel bir günüdeyiz.
Bir otobüs dolusu eğitim gönüllüsüyle yola çıkıyoruz.
Elden ele uzatılan mikrofonla konuşarak herkes kendini tanıtıyor. Ev hanımlarından memurlara, işçilerden bürokratlara kadar her meslekten, her yaştan gönüllü var.
Ankara - Konya arası otobüsle yaklaşık 4 saat sürüyor.
Hayatımın hiçbir döneminde daha önce karşılaşmadığım bu insanlarla yolculuk yapıyorum; konu “eğitim, yardımlaşma, başarılı öğrencilere destek sağlama” olunca doğrusu, keyifli bir yolculukla birlikte keyifli bir sohbetin içinde buluyorum kendimi.
Başkan Erdoğan, Konya programını yapmış; Önce Mevlana Türbesini ziyaret. Namaz, öğle yemeği, semazen gösterimini izleme ve öğleden sonra yaklaşık 2 saatlik bir serbest zaman.
Anadolu Selçuklu Devleti'ne ve Karamanoğulları’na başkentlik yapmış, hâlâ Türk tarihinin ve kültürünün izlerini taşıyan bu kadim şehre ilk girdiğiniz anda uhrevi havayı hissediyorsunuz.
Otobüsümüz şehre girip cadde ve sokakları geçerken sinirlerinizi bozmayacak bir trafik, bakımlı –düzenli yollar, genç yaşlı, kadın erkek her yaş grubundan sakin insanlar hemen dikkat çekiyor.
Türkiye'nin yüzölçümü olarak en büyük ili olma özelliği taşıyan Konya; Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri. Tarih boyunca Hititler, Frigler, Roma, Bizans, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletleri ve Osmanlıların hâkimiyetinde kalmış.
Mevlâna Dergâhı'nın yeri, Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesiymiş.
Özellikle, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde önemli bir ilim, kültür, sanat merkezi olmuş.
Tüm bu medeniyetlerden geriye kalan medrese, cami, kütüphane, türbe, çeşme, hamam, bedesten ve köprülerin büyük çoğunluğu hâlâ varlığını sürdürüyor.
Konya ismi nasıl oluşmuş?
Hiç merak ettiniz mi? Konya ismi nasıl oluşmuş?
Bir ek alarak mı ya da bir isimden dönüşerek mi Konya olmuş...
Ankara’dan birlikte geldiğimiz şehir konusunda araştırmalar da yapmış olan arkadaş bu konuda bana ilginç gelen iki olay anlattı.
Birincisi şu:
Anadolu’yu baştan başa dolaşan iki derviş, uzun bir yolculuğun sonunda düz bir ovaya gelirler. Yemyeşil çimenlerin içindeki bir ağacın altına geldiklerinde, dervişlerden biri diğerine buraya "Konalım mı?" demiş. Diğeri de bakmış ki; yer çok güzel “Ne duruyorsun kon ya!" der. Zamanla , “kon, ya” olur ‘Konya”
Tarihi kayıtlarda da geçtiği iddia edilen ikinci vaka ise şöyle: Bizans kaynaklarında "Tokonion" olarak geçen şehrin ismi zamanla şöyle bir değişim göstermiş; Conium, Conia, Cogne, Cogna, Konien, Konia ve Konya"
Başka efsaneler de varmış ama art arda sıralanan ve Konya’yı çağrışım yaptıran kelimeler nedeniyle ikinci şık bana daha olabilir gibi geldi.
İlk şehir hayatı burada başlamış
Konya’nın üç merkez ilçesiyle birlikte 31 ilçesi bulunuyor.
Her birinde ayrı kültürel varlıkların bulunduğu bu ilçeler şunlar: Ahırlı, Akören, Akşehir, Altınekin, Beyşehir, Bozkır, Cihanbeyli, Çeltik, Çumra, Derbent, Derebucak, Doğanhisar, Emirgazi, Ereğli, Güneysınır, Hadim, Halkapınar, Hüyük, Ilgın, Kadınhanı, Karapınar, Karatay, Kulu, Meram, Sarayönü, Selçuklu, Seydişehir, Taşkent, Tuzlukçu, Yalıhüyük ve Yunak.
Şehri tanıtan broşürde en çok dikkatimi çeken ilçe ise Çumra. Bu ilçede bulunan “Çatalhöyük”, 9500 yıllık geçmişi olan bir yerleşim yeri.
İlk bilimsel kazı 1961 yılında başlamış ve insanlar ilk şehir hayatına burada başlamışlar.
Çatalhöyük, UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine alınmış.
Yurt içinden ve yurt dışından tarih ve arkeoloji meraklıları her yıl buraya ziyarete geliyorlarmış.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
Asıl adı Muhammed Celâleddin.
Mevlânâ ve Rûmî, kendisine sonradan sevenlerinin verdiği isim. Mevlana’nın babası Sultânü’l-Ulemâ Bâhaeddin Veled ailesi ile birlikte Afganistan'ın Belh şehrinden gelip Karaman’a yerleşmiş bir âlim.
O yıllarda; Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında.
Konya ise bu devletin başşehri. Hükümdar Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'in Karaman'dan Konya'ya gelmesini sağlıyor.
Dönemim alimlerinden dersler almış olan Mevlana; babasının ölümünden sonra konuşmaları ve nasihatleri ile Konya ve çevresinde tanınıyor, saygı duyuluyor. Şiirleri, sözleri, eserleri artık şehrin sınırları dışında da biliniyor.
Sosyal hayattan komşuluk ilişkilerine, dini bilgilerden sağlığa kadar hayata dair bir çok konuya yer verdiği ölümsüz eseri Mesnevi; Bugün de hâlâ önemini koruyor.
Mevlana'nın hocası: Şems-i Tebrizi
Mevlana’nın hayatını, eserlerini, sözlerini konuşurken döneminin önemli bir İslâm âlimi olan ve Mevlana’yı en çok etkileyen hocası Şems-i Tebrizi’den de söz etmeliyiz elbette.
Tebriz’de doğan Şems-i Tebrizi ilim meclislerinde bulunmuş, önemli hocalardan dersler almış ve Konya’ya geldiğinde de Mevlana ile tanışmış.
Bu tanışma Mevlana’nın hayatında önemli değişikliklere neden olur; öğrenci yetiştiren, halka vaazlar veren Mevlana bir süre sonra Allah’a ulaşmanın yollarını arayan ve bu arayışını da sözlerine ve yazılarına yansıtan biri olur.
Zaman darlığından Şems-i Tebrizi Türbe ve Mescidini ziyaret edemedim ne yazık ki.
Sakın kimsenin ahını alma...!
Ama bir sözünü burada paylaşayım. Şems-i Tebrizi demiş ki:
“Kainat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma.
Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.”
Hamdım, piştim, yandım...
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 de Hakk'ın rahmetine kavuşmuş.
Konya’ya gelme nedenimiz; şiirleri ve sözleriyle insanlara “hoşgörü'' ve ''sevgi''yi anlatmak için ömrünü veren Mevlânâ’nın huzuruna durmak, kendimiz ve tüm Müslümanlar için el açıp dua etmek.
Türbe ve müze Konya’nın merkezinde; Karatay ilçesinde.
Çiçeklerle çevrili bir bahçenin içinden geçip, türbenin ‘Dervişan Kapısı’ndan selam vererek içeri giriyorum. Çok sayıda ziyaretçi var ve bunların büyük kısmı turist.
Dilek tuttum
Burası; Mescit, semahane, meydan, derviş odaları, şadırvan ve havuzdan oluşan bir külliye.
Türbe ve müze olarak kullanılan binaların tam ortasında şadırvan var.
Mermer direkli şadırvanın musluklarından “şifa” niyetine su içtim, diğer ziyaretçilerin yaptığı gibi.
Mermerden yapılmış, oldukça bakımlı olan havuzun suyu bir lüleden akıyor.
Kimi ziyaretçiler havuza bozuk para atıyor. Onlardan birine yaklaşıp nedenini sordum; tutulan dileğin gerçekleşmesi için atılıyormuş paralar.
Ben de cebimdeki bozuk paraları havuza atarken bir değil birkaç dilek tuttum. Hayırlısı bakalım.
Mevlâna Dergâhı’nın yeri, önceden Selçuklu Sarayı’nın “Gül Bahçesi’ymiş. Sultan Alâeddin Keykubad tarafından Mevlâna’nın babası Sultânü’l-Ulemâ Bâhaeddin Veled’e hediye edilmiş.
Babasının ölümünden sonra üzerine türbe yapılmasına Mevlana izin vermez. Ancak, kendisinin vefatından sonra; oğlu Sultan Veled bu izni verir ve bu türbe yapılır.
Türbeye gümüşten yapılmış ve çeşitli motiflerle süslenmiş bir kapıdan giriliyor. İlk adımımı eşikten içeriye attım; o manevi havayı iliklerime kadar hissettim.
Mevlâna ve oğlu Sultan Veled'in mezarlarının bulunduğu türbenin içerisi kalabalık.
“Ne olursan ol, yine gel" çağrısına uyarak dünyanın dört bir yanından, her milletten insan gelmiş buraya.
Nedendir bilmiyorum; Yurt dışından Mevlana’yı ziyaret edenler sıralamasında Japonlar ilk sırayı alıyormuş. Anlatılanlara göre, buraya yerleşen Japonlar bile varmış.
Belki de; Japonların hayata bakışları, kültür ve yaşam biçimleri, insana saygı ve hoşgörü anlayışları Mevla’nın hayata dair söyledikleri ile benzeşiyor olabilir.
Şimdi de, avludaki Japonların yanı sıra Koreliler dikkat çekiyor. Yerli yabancı fark etmiyor Mevlana’nın huzurunda herkes çok saygılı ve sükût içerisinde ziyaretlerini gerçekleştiriyorlar.
Duadan önce selam verdim, sonra da; “Efendim, size bütün sevdiklerimin selamlarını getirdim” dedim. İslam'a hizmet etmiş bu yüce şahsiyetin huzurunda Allah’tan sağlık, huzur ve iki cihan saati diledim.
Türbede; Peygamber Efendimiz (SAV)’in Sakalı Şerifi, Kuran-ı Kerim’ler, neyler, zikir tesbihleri, Mesnevi, el yazması eserler, halılar, seccadeler, Mevlana’ ya ait cübbe ve sarıklar da var.
Osmanlılar döneminde de zaman zaman onarım geçiren türbe bugün de oldukça bakımlı, temiz ve güvenlikli.
1001 günlük “Çile”
Türbeden ayrılma zamanı geldi, dışarıda daha göreceğim yerler var. Döndüm bir kez daha baktım, bir kez daha selam verdim bu büyük gönül insanı Mevlana’ya...
Yönleri avluya bakan; Yaklaşık 18 -19 tane birbirlerine bitişik, sıralı derviş odaları var.
Odalar bir kapı, iki pencereden oluşuyor. İçi mütevazi bir şekilde yer minderleriyle döşenmiş ve bir de ocak var.
Din, dil, kültür, müzik, eğitim ve edebiyat konularında eğitim alıp manevi olgunluğa erişerek 1001 günlük “Çileyi” tamamlayan dervişler bu odalar da kalırmış.
Mumdan yapılmış üzerlerinde yöresel kıyafetleri olan dervişleri resmeden heykellere ziyaretçiler büyük ilgi gösteriyor.
Ölüm günüm, düğün günümdür
Şeb-i Arus kelimesi “Düğün Gecesi” anlamına geliyor. Mevlâna, o gün Hakk'a kavuşacağı için ölüm gününe 'Şeb-i Arus' ismini vermiş.
Ölüm Mevlana için kişinin aslına dönüşü, kaynağının ilahi bir cevher olması nedeniyle “Allah’a dönüş” olarak yorumlar.
Konya’da, 7-17 Aralık’ta 'Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri' düzenleniyor.
Mevlana'nın ebediyete intikal edişinin üzerinden yüzyıllar geçse de adıyla özdeşleyen sema törenleri, dünyanın birçok ülkesinden insanları buluşturmaya devam ediyor.
Hafta kapsamında, sema törenlerinin yanı sıra çeşitli kültür, sanat ve edebiyat etkinliklerini görmek için hem yurt dışından hem de Türkiye’nin dört bir yanından insanlar Konya’ya geliyormuş.
Sema Töreni
Şeb-i Arus törenleri Mevlana Kültür Merkezinde düzenleniyor ve yaklaşık 1.5 saat sürüyor.
Ankara’dan birlikte geldiğimiz eğitim gönüllüsü arkadaşlarla birlikte katılacağımız günün son etkinliği; Mevlana Kültür Merkezi'nde gerçekleşecek “Sema Töreni’ni seyretmek olacak.
Mevlana Kültür Merkezi, Mevlana Türbesine yakın.
Bina önündeki araçların çokluğundan ve kalabalıktan içerinin de dolu olabileceğini tahmin ediyoruz.
Yer bulamama endişesi ile erken gitmemize rağmen tören için gelenler, salonun ön ve orta taraflarını doldurmuşlar bile. Ancak arka sıralarda yer bulabildik.
Sema töreni öncesinde, ses sanatçısı Ahmet Özhan Türk tasavvuf müziğinin en güzel eserlerini seslendirdi.
Daha sonra, Hz. Muhammed’i (S.A.V.) öven naat-ı şerifin okunmasıyla başlayan tören ney taksimiyle devam etti.
Asırlardır Mevlevi dervişlerince icra edilen sema törenlerinde semazenlerin giydiği “Tennure” denilen beyaz elbise ve başlarında uzun bir sarık bulunan semazenler, büyük bir huşu içerisinde semaya başladı.
Semada sağ el avuç içinin yukarı, sol elin avuç içinin ise aşağı doğru gelmesi, “Hak’tan alır, halka veririz” anlamına geliyormuş.
Müziğin ritmine uyan semazenler, kendilerinden geçercesine etraflarında dönüyorlar ve bunu bir bütünlük içerisinde yapıyorlar.
İcra edilmesi özen ve dikkat gerektirdiği belli olan tören, semazenler ve saz ekibinin uyumu gerçekten görülmeye değer doğrusu.
“Sazlıktan kestiler bağrımı deldiler”
Nefesin sese dönüşümü sizce de çok ilginç değil mi?
Türk müziğinin vaz geçilmezlerinden olan Ney, sema törenlerinde de sesi itibariyle diğer sazlardan farklı olarak algılanıyor.
Ney’i çalanlara “Neyzen” deniyor.
Tasavvuf müziğinin bir simgesi haline gelen bu müzik aleti için “Ney Üflemek” tabiri kullanılıyor.
Sazlıktaki bir kamışın kesilişini ve bağrının dağlanıp delinişini Mevlana’nın felsefesinde insanın olgunlaşmasını, yani “insan-ı kâmil “olarak görürüz.
Yaklaşık 1.5 saat süren sema töreni gerçekten çok iyiydi; semazenler seyircilerden büyük alkış ve takdir aldı.
Serbest zaman başladı, gezilip görülmesi gereken yerler var ama az da olsa bir alış-veriş yapmak gerekmez mi?
Daha önce şehre üç dört kez gelmiş olan bir arkadaş, zamanınız olursa şu yerleri görün diye gezilecek, ziyaret edilecek yerleri şöyle sıraladı: Mevlana Türbesini gördünüz. Bundan sonrakiler de şunlar olabilir: Alâeddin Tepesi, Konya Arkeoloji Müzesi, Selimiye Camii, Aziziye Camisi, Şems-i Tebrizi Türbesi ve Camisi, Çatalhöyük.
Zaman az, görülecek yerler fazla. İlçelerdeki yerleri görmek zaten mümkün değil.
Tercihimi Alâeddin Tepesi için yaptım.
Alâeddin Tepesi
Farklı medeniyetlerin hüküm sürdüğü bu toprakların her yerinde görülmesi gereken tarihi eserler var. Daha önce adını çok duyduğum ama biraz da şehir merkezinde olması nedeniyle Alâeddin Tepesi’ne gideceğim.
Ankara’dan birlikte geldiğimiz arkadaşlardan da aynı yere gidecek 4 kişi varmış...Şehir merkezinden gelen toplu taşım araçları tepenin bulunduğu Karatay ilçesine giderken buradan geçiyor.
Yaklaşık 15 dakikalık bir otobüs yolculuğu sonunda adını Anadolu Selçuklu hükümdarı Alâeddin Keykubat'tan almış olan Alâeddin Tepesi’ndeyiz.
Farklı ağaç türlerinin olduğu tepede; çimler, banklar, çocuk oyun alanı oldukça bakımlı ve temiz, insana huzur veren bir görüntüsü var.
Orada tanıştığımız bir öğretmen emeklisi ağabey, tepenin doğal olmadığını söyledi ve şu bilgileri verdi: “Alâeddin Keykubat bir tepenin üstüne cami yaptırmak istiyor. Yer olarak da burayı belirliyor. Konya halkı günlerce buraya toprak taşıyor ve tepe oluşuyor.”
Taşıma toprakla bu kadar büyük bir tepe meydana getirile bilir mi?
Doğal ya da taşıma toprakla yapılmış bunun gerçeğini bilmiyorum ama; Şehrin büyük bir bölümünü kuşbakışı buradan seyretmek mümkün. Erkek kadın, genç yaşlı bir çok kişi dinlenmek ve ailece zaman geçirmek için buraya geliyormuş.
Bugün de oldukça kalabalık. Önce tepenin farklı yerlerini dolaşıp şehri farklı yerlerinden gördük. Sonra da ağaç gölgesindeki bir banka oturup çay içip dinlendik. Alaeddin Tepesi'nde, Alaeddin Cami de bulunmakta. Ayrıca, çevresinde pek çok tarihi eser var.
Mevlana’yı ziyarete gelenler yol ortasındaki Şair Şemi’nin kabrini de ziyaret ediyorlar.
Yol ortasında mezarı olan şair
Arkadaşlarla şehir merkezine dönüp toplanma saatine kadar bir süre cadde ve sokaklarda gezdik.
Hz. Mevlânâ türbesinin yanındaki caddenin üstünde, dikili bir mezar taşı dikkatimi çekti. Hem bir dua okumak hem de -varsa eğer -bilgilerinden kim olduğunu öğrenmek için yaklaştığımda, Konyalı Şair Şem‘î’ye ait olduğu yazıyor mezar taşında.
Asıl adı Ahmet ama İrticâlen şiir söyleme yeteneğinden dolayı kendisine çevresini aydınlatan kimse anlamında “Şem‘î” denmiş. Şem‘î 1783 yılında doğmuş. Türk âşıklık geleneği içinde yetişmiş, Osmanlı Sarayında saz çalmış, şiirler okumuş ve ölümünden sonra 200 den fazla şiiri tespit edilmiş önemli bir şair.
Peki, mütevazı kabri neden kaldırımın üstünde kalmış ki?
Bir çok kez imar planlaması yapılmasına rağmen kabrin yerinde kalmasıyla ilgili Konyalı arkadaş şehirde bir çok menkıbenin anlatıldığını söyledi. Demek ki, bu işte de var bir hikmet.
Dünyanın sahte süsüne aldanma
Dikili taşın üstünde yazılanlar ise kulağa küpe olması gereken bir ders niteliğinde; özetle diyor ki Konyalı Şair Şem‘î:
“Bu dünya kimseye kalıcı değil, hepsi hayal. Dünyanın sahte süsüne aldanma, sonunda sen de muhtaç olursun duaya. Bir Fatiha okuyup bağışla din kardeşine. Gitmedi ne evlat ne mal mülk benimle mezara. Toprak örtüp üstümü dağıldı baştan başıma. Şem‘î ismin işaret oldu mezar taşına.”
Konya’nın lezzetleri
Konya’da ne yenir? Çok yemek düşkünü biri değilim; yani tadı, görüntüsü, sunumu farklı olsun diye saatlerce düşünüp, oradan oraya koşturmam.
Her şehrin kendine özgü yemekleri ve mutfak kültürü var. Burada ise genelde pide olarak “Etli Ekmek”, çorba olarak da “Bamya çorbası” tavsiye ediliyor.
Daha önceden rezervasyon yapılan lokantada, ilk kez etli ekmek yedim. Bu, bizim kıymalı pidenin aynısı sadece pidesi biraz daha ince ve uzun açılmış hali.
Mevlana Böreği
Adında anlaşılacağı üzere Konya’ya has bir lezzet olan Mevlana Böreği üçgen şeklinde. Soğan, kıyma, maydanoz gibi malzemelerden yapılan börek fırında pişiriliyor ve güzel bir tadı var. Konyalı arkadaşların söylediğine göre; tercihe göre patateslisi, peynirlisi ve ıspanaklısı da yapılıyormuş.
.................
Bir günlük Konya gezisi oldukça güzeldi. Tarihte bir çok medeniyete ev sahipliği yapan şehirde hâlâ önemli kültür sanat eserleri varlığını koruyor.
Konya’ya daha sonra iki kez daha gittim. Ama ilk izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim.
2013 de Antalya’ya giderken burada uzunca bir dinlenme molası vermiştik.
2018 yılındaki gidişim ise “1000. Yılında Nizâmülmülk, Devlet ve Eğitim Geleneğine Yolculuk” uluslararası ilmi toplantısı içindi.
6 Nisan 2018 tarihinde başlayan ve iki gün süren milletlerarası ilmî toplantıya Türkiye dışından Cezayir, Filistin ve İran'dan ilim adamları katılmıştı.
42 yıldır Türkiye’nin kültürüne sanatına, edebiyatına ve düşünce dünyasına katkılar sağlayan Türkiye Yazarlar Birliği’nin Konya’da da şubesi var. Şube, şehrin kültür ve sanat hayatını canlı tutmak amacıyla çok önemli faaliyetleri başarı ile gerçekleştiriyor.
“Hafta sonu ne yapsak nereye gitsek, ailemle birlikte hangi şehre gitsem” diye düşünenlere Mevlana ile özdeşleşmiş olan Konya'yı görmelerini tavsiye ederim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.