Mahmut Erdemir

Mahmut Erdemir

​​​​​​​Şanlıurfa'nın manevi iklimine kısa bir yolculuk

​​​​​​​Şanlıurfa'nın manevi iklimine kısa bir yolculuk

Bugün, 8 Mart 2018 Perşembe. Ankara’da sağanak yağmur var… Geceden başladı, ama hâlâ devam ediyor.

Batıkent’te bindiğim metronun Kızılay durağından çıktım, Esenboğa Havalimanı’na gidecek servis aracına koştururken, içimden de temenni ediyorum:

“Şanlıurfa’da hava umarım iyidir. En azından, hava tahmincilerinin yaptığı 17 derece sıcaklık olsa ona da razıyım.”

Türkiye Yazarlar Birliği ile Telif Hakları ve Lisanslama Meslek Birliğinin işbirliğinde "Korsan Kitapla Mücadele ve Telif Hakları" çalıştayı Şanlıurfa’da düzenlenecek.

9-10 Mart 2018 tarihlerinde yapılacak program için Peygamberler diyarında olacağım.

Aniden bastıran yağmur Kızılay- Ulus trafiğini olumsuz etkiledi…

Erkenden yola çıkmış olmama rağmen, yoğun bir trafik var. Neyse ki korktuğum olmadı, zamanında geldiğim Ankara Esenboğa Havalimanına önce yönetim kurulu üyesi Mehmet Kurtoğlu sonra da TYB’nin kurucu ve şeref Başkanı D. Mehmet Doğan, Genel Başkanımız Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, Başdanışman İbrahim Ulvi Yavuz ve Ferhat Koç birlikte geldiler.

Ankara Şanlıurfa arası 890 km.

20.15’de havalanan uçağımız, bizi bir buçuk saatlik bir uçuşun sonunda Şanlıurfa’ya indirdi. Havalimanı sessiz, sakin, koridordan geçip çıkış kapısına ulaştık.

Şanlıurfa GAP Havalimanı Türkiye’nin en uzun pistine sahipmiş.

Minibüsle, havaalanından şehir merkezine yaklaşık 40 dakikada gidiliyor.

Gecenin karanlığında şehrin ışıklarını seyrede seyrede caddeleri, sokakları geçiyoruz. Bazı caddeler gündüz gibi hem aydınlık hem de kalabalık.

Otele gideceğimizi sanıyordum.

Yanılmışım.

Minibüsün arka koltuğundayım, ön tarafta konuşulanları tam olarak duyamıyorum.

Telif Hakları ve Lisanslama Meslek Birliği Başkanı Murat Köse’nin konuşmalarından anladım ki “ciğerciye” gidiyoruz.

Günde 5 ton ciğer tüketiliyor

Ciğer Kebabı” Şanlıurfa'da mı, yoksa Diyarbakır' da mı daha güzel yapılıyor?

Bunu bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da; Gecenin bu saatinde çok sayıda ciğer pişiren restoran açık.

Ayrıca; Şehrin neredeyse hemen hemen her caddesinde her sokağında kurulmuş seyyar ciğerci tezgahları var. Ciğer kokusu, ateşin dumanı birbirine karışmış.

Söylenenlere göre, sabah kahvaltıda bile ciğer yenilen bu şehir de günde 5 ton ciğer tüketiliyormuş.

Programı yapan arkadaşlar, bizim için de ciğercide yer ayırtmışlar.

Şanlıurfa diyenler bir sıfır öne geçti.

Genellikle şişte yapılan ciğer fındık büyüklüğünde kesiliyor ve kuyruk yağı kullanılarak odun kömüründe pişiriliyor. Yanında da içecek olarak ayran tercih ediliyor.

Yemekten sonra, önce çay daha sonra da "mırra" içtik.

Arap kahvesi Mırra; kulpsuz, küçük bir fincan ile servis ediliyor ve yarısını geçmeyecek şekilde fincana dolduruluyor.

Sunumundan içimine kadar bir geleneği, bir adabı olan; tek dikişte bitirilmesi gereken Mırra, yaşlılardan gençlere doğru sunuluyor ve misafir kalkarken ikram ediliyor.

Otele döndüğümüzde vakit bir hayli geç oldu.

El-Ruha otelde kalıyoruz. Eşyalarımızı odalara bırakıp, otelin hemen karşısındaki Balıklı Göl’e gidiyoruz. Gecenin bu saatinde önemli mekanları gezdiğimize göre korkarım, programdan sonra şehir gezisi düzenlenmeyecek.

Şanlıurfa’nın tarihi

Şanlıurfa denilince akla ilk gelen Balıklı göl; Tatlı su balıklarıyla dolu gölü ve çevresindeki mimari eserlerle görülmesi gereken önemli yerlerden biri.

Yanımızda şehrin tarihini çok iyi bilen, bu şehir de yaşayan mihmandarımız var ve Şanlıurfa’yı anlatırken bizden daha heyecanlı görünüyor.

Önce “Şanlı” unvanından başlıyor anlatmaya. Kurtuluş Savaşı'nda halkın gösterdiği başarının hatırasına 1984 yılında şehir "Şanlı" unvanını almış.

Yani, Urfa olmuş, Şanlıurfa.

C:\Users\TÜRKİYEYAZARLAR\Desktop\u\IMG-20180309-WA0009.jpg

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Balıklı Göl hatırası: Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, D. Mehmet Doğan,

İbrahim Ulvi Yavuz ve Doç. Dr. Muhammet Enes Kala

 

Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden olan şehrin tarihinin M.Ö. 1000 yılına kadar uzadığını belirten mihmandarımız; Nuh tufanından sonra Babil’de hüküm süren Nemrut üç şehir inşa etmiş, bunlardan biri de Urfa’ymış.

Şehir önce Arach, Erech, Orhay, Edessa ve daha sonra da Suyu Bol’ anlamına gelen “Ruha” ismini almış. Osmanlı döneminde ise Urfa denilmeye başlanmış.

Peki;

Neden peygamberler şehri deniliyor?

Hangi Peygamberler burada yaşamış?

Şehir ile ilgili bilgileri anlatırken heyecanı sesine yansıyan rehberin anlattıklarına göre; “İbrahim Peygamber burada doğmuş, Eyyup Peygamber hastalığına burada sabır göstermiş, Hz. İsa’nın kutsal mendili burada bulunmuş ve buraya Dir Mesih adını vermişler. Hz. Davud burada yaşamış, Hz. Şuayp bu şehrin yakınındaki Şuayp Şehri’ni kurmuş. Tüm bunlardan sonra elbette “peygamberler şehri” demek gerekir.

Son yıllarda yapılan araştırmalara göre; İsrailliler Suriye ve Irak sınırındaki illerimizden ama özellikle Harran Bölgesi’nden toprak almaya başlamışlar. Amaçları dini mi siyasi mi yoksa ticari mi onu bilmiyorum.

Medeniyetlerin beşiği olarak anılan şehir; su kaynaklarına yakın olması ve ticaret yolları üzerinde bulunmasından dolayı tarih boyunca önemini korumuş. Sümer, Babil, Hitit, Asur, Pers, Makedonya, Roma, Bizans, Selçuklu, Eyyubi, Memluk, Timur, Akkoyunlular, Dulkadir Beyliği ve son olarak da Osmanlıların himayesine girmiş.

Balıklı Göl

Şehrin simgesi olan, kutsal olduğuna inanılan, her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Balıklı Göl'e İbrahim Peygamberin lakabı Allah'ın dostu anlamında “Halil-ür Rahman” adı verilmiş.

Putlara tapan ve halkına zulmeden Nemrut’ un Hz. İbrahim’ i cezalandırmak amacıyla ateşe attığında; ilginç bir gelişme olur, Allah ateşi suya, çevresindeki odunları da balığa dönüştürür. İşte o sudan oluşan bu göl, içindeki balıklar ve etraftaki tüm külliye uhrevi bir atmosfer hissettiriyor.

İbrahim Peygamberin ateşe atıldığını gören ve kendisine inanan Nemrutun kızı Zeliha’da kendini ateşe atar fakat o da yanmaz. Zeliha’nın ateşe düştüğü yerde de bir göl oluşur ve bu göle de “Ayn Zeliha Gölü” deniliyor.

Bu gölün balıkları yenmiyor

Dilden dile dolaşan, inanılması zor efsanelere göre bu balıkları yiyenlerin kör oldukları hatta hastalanıp öldükleri veya başına bir bela geleceğine inanılıyor.

Bugün, her iki gölün karşısındaki tepenin üzerinde, Hz. İbrahim’ i ateşe atmak için mancınık olarak kullanılan iki sütun hâlâ ayakta ve şehrin her yerinden görünüyor.

Makam-ı İbrahim

Halilürrahman camii, Selahaddin Eyyübi'nin yeğeni Melik Eşref Muzafferüddin Musa tarafından 1211 yılında yaptırılmış.

Külliyenin içinde bulunan ve çok ziyaret edilen makamların başında gelen Hz. İbrahim'in doğduğu mağara ziyarete açık.

Mağaradan çıkan suyun da şifalı olduğu söyleniyor.

Son anda dikkatimi çekti; Hz.İbrahim'in doğduğu mağaranın hemen yanında Risale-i Nur eserinin müellifi Beddiüzaman Said Nursi'nin vefat ettikten sonra ilk defnedildiği mezarı da burada bulunuyor.

Külliye içindeki makamları ziyaret ettim, su içtim, dua ettim.

Gecenin bu saatinde, tarihi çarşı ve hanlarda alış-veren yapan çok sayıdaki turist hemen dikkat çekiyor.

Bölgenin en önemli şehirlerinden biri olarak bilinen Şanlıurfa’nın manevi atmosferini yaşamak, gelenek ve kültünü tanımak istiyorum doğrusu.

Yorgun ve uykusuz olarak otele dönüyoruz. Otel sessiz, sakin.

Pencereden bakınca, özel olarak ışıklandırılmış tarihi yapılar görünüyor. Bir süre seyrettim, sonra, sabah ki programın haberine hazırlık yaptım.

Saat: 03.00 oldu, sabah uyanamama korkusu ile yumdum gözlerimi.

07.00 gibi de uyandım.

C:\Users\TÜRKİYEYAZARLAR\Desktop\mahmut\fotograflar\şanlıurfa\9079.jpg

Basın mensupları, yayıncılar, yazarlar ve hukukçuların katılımı ile iki gün süren “3. Korsan Kitapla Mücadele Çalıştayı” oldukça başarılı geçti.

TYB Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan, TYB Genel Başkanı Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, ’DEKMEB Başkanı Murat Köse, Harran Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ramazan Taşaltın, Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı Nihat Çiftçi programın açılışında konuştular.

Genel Başkan Arıcan, korsan yayıncılıkla ilgili ciddi bir boşluğun bulunduğunu belirterek, özellikle, yazarların, fikir insanlarımızın, sanat yapanların emeklerinin, fikirlerinin ve haklarının, onların izinleri olmaksızın bazen kullanıldığına işaret etti.

“İlk yazmaya başladığım dönemde pek korsan yayın yoktu.” diye konuşan D. Mehmet Doğan da; “ Ama son yıllarda korsan ile ilgili ihlaller yaşıyoruz. İşte fotokopi meselesi. Bunu tabii resmi kurumlar adeta bilerek isteyerek yaygınlaştırıyor gibi. Her üniversitede fotokopi merkezleri var. Gidiyorsunuz bir kitap lazım diyorsunuz hemen çoğaltıp veriyorlar” diye konuştu.

Programın sonunda bir de sonuç bildirgesi yayınladı. Dijital imkanların korsan yayınları kolaylaştırdığı dikkate alınarak bu yolla kitap çoğaltmanın şartlarının belirlenmesine vurgu yaptığımız bildiride;

"Milli Eğitimin fotokopi ve benzeri yollarla kitap çoğaltma işinin yaygınlaştırılmaması, denetlemesi ve sınırlandırılması şarttır. Korsanlık kavramı yerine kalpazanlık kelimesi kullanılabilir. Korsan yayınlara kalpazanlığa uygulanan cezalara paralel ceza verilmelidir.” gibi tespitlerimiz yer aldı.

KORSAN YAYINCILIK EMEK HIRSIZLIĞIDIR

Akademisyenlerin, hukukçuların, bilim adamları ve yayıcıların bildiri sundukları çalıştayda korsan yayının nedenleri ve sonuçları konusunda önemli bir çalışma gerçekleştirildi. Korsan yayıncılığın emek hırsızlığı olduğu vurgusu yapıldı.

EĞLENCENİN ADI 'SIRA GECESİ’

C:\Users\TÜRKİYEYAZARLAR\Desktop\mahmut\fotograflar\şanlıurfa\IMG-20180309-WA0036.jpg

Türkiye’nin dört bir yanından gelen yazarlar, akademisyenler, gazeteciler ve yayınevi sahipleri için doğal ve tarihi mağarada sıra gecesi düzenlendi.

İbrahim Tatlıses, Nuri Sesigüzel ve Kazancı Bedih gibi birçok ünlü ses sanatçısının yetiştiği şehrin zengin bir folkloru, halk oyunları ve müziği var.

Giyim kuşam ve takıları, oyun figürlerindeki farklılık onları benzerlerinden farklı kılıyor.

İkinci günün akşamı, otelin içindeki doğal ve tarihi mağarada, yerel kültürün bir parçası olan “sıra gecesi” düzenlendi. Yöresel müzikler eşliğinde, yemek, çiğ köfte ve tatlının yendiği sıra geceleri bu şehirde de gelenek haline gelmiş. Sıra geceleri yerli ve yabancı turistlerinde büyük ilgisini çekiyor.

1500 yıllık olduğu söylenen, görülmeye değer doğal ve tarihi mağaranın içi sıra gecesine özel döşenmiş. Müzik, yöresel menüler ve acı da olsa çiğköfte güzeldi.

Çiğköfte

Sıra gecelerinin en önemli ve değişmeyen yemeği olan çiğ köfteyi yoğurmak bir meziyetmiş. Çiğ köftenin yanında salatalık veya maruldan yapılmış cacık, çoban salatası, içecek olarak da ayran ikram ediliyor.

Şıllık tatlısı

Sıra gecesinde en çok dikkatimizi çeken tatlı çeşidi “Şıllık” oldu. Şanlıurfa mutfağının önemli lezzetleri arasında yer alan şıllık tatlısının farklı, güzel bir tadı var.

Süt, un, cevizden yapılıyor. Daha sonra üzerine şerbet dökülüyor. Tatlı, önemli gün ve gecelerde konuklara ikram ediliyormuş.

İki gün devam eden 'Korsan Yayınla Mücadele” programının sonuna geldik. Çalıştay oldukça başarılı geçti, sonuç bildirgesi çok sayıda ulusal ve yerel gazete de haberler olarak yayınlandı.

Programın başarı ile tamamlanmasında büyük gayretleri olan ve misafirperverlikleri için Şube Başkanı Mehmet Sarmış ve çalışma arkadaşları; Eyyüp Azlal, Cuma Ağaç, Mahmut Kaya ve Mehmet Akbaş’a teşekkür ediyorum.

Şanlıurfa’daki dostlarla vedalaştık, yola çıkma zamanı geldi.

*  *  * * * * * * * * *

Ankara’ya dönüşümüz Gaziantep üzerinden olacak

Hem, Türkiye Yazarlar Birliği’nin Gaziantep Şube Başkanlığına seçilen Mustafa Yıldız’ı tebrik edeceğiz hem de yapılacak çalışmalar hakkında görüş alış verişi yapacağız.

Yolculuğumuzu minibüsle yapıyoruz.

Araçta, TYB Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan, Genel Başkan Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, Başkan Danışmanı İbrahim Ulvi Yavuz, Mali Sekreter Ahmet Fatih Gökdağ ve Yönetim Kurulu Üyesi Ferhat koç var.

40 yıldır Türkiye’nin hemen hemen her ilinde ve yurt dışındaki bir çok ülkede kültür sanat faaliyetlerine katılan TYB yöneticileri için gidilecek mesafenin ve kullanılacak aracın; uçak, taksi, gemi, minibüs- hiç önemi yok. Yeter ki amaç hasıl olsun.

Şanlıurfa Gaziantep arası yaklaşık 140 km.

Mesafe yakın, hava güzel, muhabbet her zaman ki gibi kültür, sanat ve edebiyat üzerine.

Yol boyunca kamyon ve tırların çokluğu dikkatimi çekti.

İki saatlik bir yolculuktan sonra; Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en güzel şehirlerinden biri olan ve son yıllarda Suriyelilerin de en fazla göç ettiği Gaziantep’teyiz.

Bulunduğu bölgeye göre çok gelişmiş; geniş ve bakımlı caddeleri, parkları var.

Geçmişte, İpek Yolu buradan geçmiş. İpek Yolu, Çin'den başlayarak Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa'ya kadar uzandığından dünyaca ünlü ticaret yolu geçtiği şehirlerde kültür mirasları da bırakmış.

Söylenenlere göre şehrin 6000 yıllık bir geçmişi var.

Ne yazık ki; tarihi mekanlarını, camilerini ve türbelerini görme şansım olmayacak.

Önce TYB’nin şubesine gidiyoruz.

Başkan ve yönetim kurulu üyeleri çok samimiler ve bizi de çok iyi karşıladılar.

Dernek binasının önündeki havluda sohbet ettik.

TYB Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan ve Genel Başkan Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan birer konuşma yaptılar. Her ikisi de şubede yapılacak çalışmaları, projeleri destekleyeceklerini ifade ettiler.

Gaziantepli yazarların, şairlerin, akademisyen ve üyelerin de katıldığı sohbet bir anlamda istişareye dönüştü. Şehrin kültürüne, sanatına ve düşünce dünyasına olumlu katkılar sağlayacak faaliyetlerin neler olabileceği konuşuldu.

Gaziantep Havalimanından Ankara’ya 21.00 uçağı ile gideceğiz. Vakit epey ilerledi.

Akşam yemeğini burada yiyeceğiz.

Gezi öncesi genelde oğlum Alpaslan’ı arıyorum.

 O, iyi bir Beşiktaşlı. Birçok deplasmana gitti.

Şehirlerin kültürünü, sosyal aktivitelerini, yemek kültürünü bilir. Alpaslan’a “Gaziantep’te ne yemeliyiz, ne önerirsin” dedim. Cevabı kısa ve net oldu: “Küşleme yemelisiniz

Programı yapan arkadaşlarda sağ olsunlar aynı şeyi düşünmüş.

Akşam yemeği için, Başpınar Mahallesi Tarihi ipek yolu üzerinde bulunan “Küşleme Kebaphan” a gideceğiz.

Lokanta şehir merkezinin dışında, dışardan çok fark edilmiyor ama içeri girince dört ayrı yemek salonu var ve hemen hemen hepsinin dolu olduğunu gördüm.

Zengin bir menüsü bulunan lokanta küşlemesi ile ünlüymüş.

Ben bilmiyorum ama söylenenlere göre, küşleme hayvanın sırt kısmında bulunan yağsız ve sinirsiz etten yapılıyormuş.

Doğrusu; et, ustalarının elinde harika bir tada dönüşmüş. Ortam ve servis de güzeldi.

Türkiye'de baklava denilince akla Gaziantep geliyor, sizce de öyle değil mi?

Tatlı olarak da, baklava yiyeceğimizi tahmin ederken “Dondurmalı Katmer” geldi masaya. Farklı, güzel bir tadı var.

Yemeğe, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Deniz Köker, Şahinbey Belediye Başkanı Mehmet Tahmazoğlu ve Başkan Yardımcısı Cuma Güzel de katıldı.

Yapılması planlanan kültür sanat faaliyetlerinin konuşulduğu ziyaret oldukça verimli geçti.

Gaziantep’ e de veda etme zamanı geldi.

Başkan Mustafa Yıldız ve arkadaşlarına teşekkür ederek minibüsle yola çıkıyoruz.

Havaalanı lokanta arası yaklaşık 10 km.

Kısa sürede Gaziantep Havalimanındayız.

Her şey planladığımız gibi gidiyor.

Uçağın planlanandan yarım saat daha geç kalkacağı anonsu yapıldı.

Rötar fazla uzamadı; 21.30 havalanan uçak bir saatlik bir uçuşun sonunda Ankara’dayız…

Önce Şanlıurfa sonra Gaziantep… Güneydoğu Anadolu’nun bu iki güzel şehrinden izlenimlerim de bunlar…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mahmut Erdemir Arşivi