TURAN’a adım adım
Üzerimize karabasanlar çöküyor. Gerçekten bunaldık. Gazze’deki İsrail zulmü, katliamı, soykırımı aralıksız sürüyor. Her gün 150-200 masum Filistinli sivil hunharca öldürülüyor.
Yetmemiş gibi, terör örgününün elebaşı Netanyahu, ABD Kongresi’nde bir ‘kahraman’ (!) gibi alkışa boğuluyor.
Derken, Siyonaziler, 7 saat arayla Hizbullah’ın ikinci adamı Fuad Şükür ve HAMAS’ın Siyasî Lideri İsmail Haniye’yi, düzenledikleri alçakça ve korkakça suikastla şehit ediyor.
Etrafımızda yaşanan her türlü çatışma, saldırı, terör, ekonomik kuşatma, toplumsal çalkantılar… Velhasıl bizim için olumsuz anlam taşıyan hangi gelişme yaşanıyorsa, biliyoruz ki arkasında Batılı emperyalistlerin, yani Siyonazilerin parmağı var.
Neyi anlamalıyız? Devam eden kuşatmanın hedefi ne Gazze, ne Şam, ne Beyrut’tur… Mesele doğrudan Türkiye, Türk Milleti ve Türk Devleti’nin kuşatılması, köşeye sıkıştırılması hamleleridir. Eğer bunu anlamıyorsak, tarihten hiç ders almamış ve uluslararası ilişkileri ‘hukuk zemininde yürüyen mevzular’ olarak anlama saftirikliğine düşmüşüz demektir.
ENSEYİ KARARTMAYALIM, İYİ ŞEYLER OLUYOR
Evet, zahirde yaşananlar, ülkemizin, Batılı emperyalistler ve onların vekil savaşçıları tarafından ağır şekilde kuşatıldığına işaret ediyor.
Peki, bunca karabulutun yanında, içimizi ısıtacak ve geleceğe dönük umutlarımızı, ülkülerimizi canlandıracak gelişmeler yok?
Olmaz olur mu? Bir kere, Türkiye, başta savunma sanayisi ve ileri teknoloji alanında baş döndürücü gelişmeler kat ediyor. Bir teknoloji ürünü alacağımız zaman, artık satıcıya, “Bunun Avrupası yok mu?” diye sormuyoruz. Tam tersine, “Yerlisi var mı?” dediğimiz çok oluyor.
Bir ekonomik kriz sürecinden geçiyoruz. Korona Salgınının verdiği ağır hasarın üzerine bir de asrın deprem felaketi binince, ister istemez makroekonomik dengelerimiz sarsıldı. Ama moral bozmaya hakkımız yok. Toparlanmaya başladık. Bunca sıkıntıya rağmen, deprem bölgesini ayağa kaldırmak için, başka hiçbir devletin yapamayacaklarını yapıyoruz.
Dış politikaya bakalım… Türkiye, son yıllarda yürüttüğü millî dış siyasetle, artık falan veya filan süper gücün dümen suyunda gitmiyor; oynadığı oyunun kurallarını büyük ölçüde kendisi belirliyor.
Ukrayna-Rusya Savaşında dengeyi muhteşem şekilde tutturan Türkiye, taraflar için ‘emin ülke’ olma niteliğini pekiştiriyor.
Daha bugün, Rusya ile ABD-Almanya bloku arasındaki, soğuk savaş sonrasının en büyük casus takası, MİT’in organizasyonuyla, yani Türkiye’nin inisiyatifiyle gerçekleştirildi.
Çok hoşlarına gitmese de ABD ve Almanya da Türkiye’nin ‘emin arabulucu’ ve ‘sorun çözücü ülke’ vasfını takdir etmekten kaçınamıyor.
ADIM ADIM TURAN
Gazze’deki soykırım konusunda da herkesin dönüp dolaşıp kapısına gelmek zorunda olduğu ülke Türkiye…
Daha ötesine bakalım… Türk Devletleri Teşkilatı diye bir oluşum, giderek ete-kemiğe bürünüyor. Adını doğru koyalım: Bu teşkilat, ‘TURAN’ın çekirdeği, mayası, özüdür. Tevazua gerek yok, Avrasya coğrafyasına yayılmış Türk Devletleri ve halkları, binlerce yıllık Türk tarihinde görülmemiş ölçüde birbirine yakındır şimdi. Yani TURAN hayali, artık hayal olmaktan çıkıyor, adım adım kurumsal kimlik kazanıyor.
Bu mevzuda söylenebilecek çok şey var. Bunlar bir köşe yazısına sığacak kadar sığ konular değil. O bakımdan, TURAN yolunda atılan adımları, alınan mesafeyi, yeri geldikçe parça parça, bölüm bölüm aktarmak isabetli olacaktır.
Felsefesi binlerce yıl gerilere kadar uzansa da, adı konmuş haliyle, yaklaşık 200 yıllık bir ‘Türk Rüyası’dır TURAN. Geçen sürede, yüzlerce Türk Milliyetçisi ilmek ilmek işlemiş; rüyayı bir ‘proje’ haline getirmiştir. Eğer kısa bir cümleyle ifade etmek gerekirse; TURAN, yeryüzündeki bütün Türklerin ve Türk’e düşman olmayan tüm kavimlerin, tek bir çekirdek yapı etrafında, insanlığın yararına toplaşması, birlik kurmasıdır. Ve TURAN, alçaklık yapmayan hiçbir halka ve ülkeye düşman bir yapı olmayacaktır. Çünkü bu hedef, Türklüğün ‘Nizam-ı Âlem Ülküsü’nün teşkilat halidir. Nokta…
İKİ BÜYÜK KIRILMA
1998 yılından bu yana Avrasya coğrafyasındaki Türk ülkelerinde yürüttüğümüz araştırma ve gözlemlerimiz, TURAN ülküsünü geciktiren en önemli unsurun, bölgedeki ‘engel/rakip’ ülkeler karşısında, Türkiye’nin gücünün ne olduğu konusundaki endişelerdi.
Daha net söylemek gerekirse, Sovyetlerden bağımsızlık kazanan veya halen bağımlı statüde bulunan Türk Devletleri ve halkları, çevreden gelecek muhtemel baskılar karşısında, Türkiye’nin ne ölçüne ‘koruyucu şemsiye’ görevi yapacağından emin olamıyorlardı.
İşte bu kuşkulu durum, geride kalan süreçte yaşadığımız iki önemli kırılmayla bertaraf oldu.
Birinci olay, Suriye üzerinden hava sahamızı ihlal eden Rus uçağının düşürülmesi oldu. Türk Cumhuriyetlerinin gözünde ‘yenilmez güç’ olan Rusya’nın uçağını düşüren bir ülke, bir bakıma ‘sonu gelmiş ülke’ gibi algılandı. Fakat ilerleyen süreçte Türkiye, dik durmasını ve krizi çok iyi yönetmesini bildi. Böylece, Türk Devletleri ve halkları nazarında, Türkiye’nin gerçek gücü biraz daha fark edilirken; korkuya sebep devletlerin de o kadar güçlü olmadığı anlaşılmaya başladı.
İkinci önemli kırılması ise; kahraman Azerbaycan ordusunun, Türkiye’nin de desteğiyle, Karabağ ve etrafındaki Azerbaycan şehirlerindeki 30 küsur senelik Ermeni işgalini bitiren zaferi oldu. Bu zafer de, Ermenistan’ı Türklere karşı bir mayın eşeği olarak kullanan Batılı emperyalistlere karşı kazanılmıştı. Ve o emperyalistler, bu zafer karşısında, sadece tavanı seyrederek ıslık çalabilmişti.
Elbette bütün Türk Dünyası, Suriye ve Libya’daki başarılı operasyonlardan sonra gelen Karabağ Zaferini de çok iyi gördü. Böylece, Türkiye’nin öncülüğünde, bütün Türk ülkelerinin, aralarında sağlam bir ilişki geliştirebileceği ve buna karşı diğer ülkelerden gelecek tehditlere karşı da yeterli savunma gücünün olduğu gerçeği kendisini gösterdi. Bütün Türk ülkelerindeki Türkiye algısı kökten değişti. Ayrıca, Rusya ve İran’ın abartılmış güç algısı da gerçek zeminini buldu.
Risk ve krizleri de içeren bu süreçler, Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın akılcı liderliği ve bir o kadar da bütün emperyalistlere meydan okuyan dik duruşuyla başarıya ulaştı.
Ve nihayet Bilge Lider Devlet Bahçeli’nin fedakâr siyaseti, tüm Türk ülkelerinin Türkiye’ye ve onun liderliğine olan güvenini kemale erdirdi.
Böylece, Turan’ın önündeki engeller ortadan kalkmaya başladı. Gaspıralı İsmail Bey’in 100 küsur sene önce formülleştirdiği ‘Dilde, fikirde, işte birlik’ ilkesi, hayata geçmeye başladı. Belki bizler TURAN’ın kemalini göremeyiz. Görecek bahtiyarlara selam olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.