27 Aralık’ı anlamadan İkinci Yüzyıl zor
Çok erozyona uğramışız. Siyasetçisi, bürokratı, kurumları, akademisi ve medyasıyla tarih ve değerlerinden bir hayli kaymış bir toplum çıkıyor birbirinden kopukmuş gibi olayların arasını birleştirince. Erozyondan çok heyelan kayması gibi...
Devletlerin ömrünü, insan ömrüyle kıyaslayamayız; insan ömrüne sığmaz devlet planları. İnsan kadar hızlı tepki veremez gelişmelere; devlete göre normal akış, insana göre yavaşmış gibi yaşanır. Liderler değişir, rejimler değişir, uygulamalar değişir ama geleceğini doğru planlamışsa devlet, insanı yaşattığı için kendi ömrü de uzar.
BU GENCİ TUTMAK ÇOK ZOR OLACAK
Selçuklu’nun ardından Osmanlı filizlenmiş, yaşlı ve kurtların kemirdiği 700 yaşında bir çınar olarak yıkılırken Türkiye Cumhuriyeti filizlenmiştir dibinden. Tazelik dönemini 1950’de çok partili hayata geçerken tamamlamış, ergenliği başlamıştır yeni çağa kendini uyarlamaya çalışan devletin.
Ergenlikten olgunluğa geçiş dönemindeyiz şimdi. Bu kararlı genci fark eden devletler, 100 yıl önceki koşulları yeniden oluşturmaya, henüz uzatmadan bir kez daha kafasını bastırıp, eski güdük halinden boy atmasını engellemeye çalışıyorlar. Bu enerjik genci tutmak, 100 yıl önceki gibi çok zor olacak. Hatta bu gençle kapışmayı göze alan, genç Cumhuriyet’ten daha az zarar görmeyecek. İsterse süper güç olsun…
Bu genç devletin, gençlik zaafları var. Tamahkar siyasetçi ve bürokratları, başka ülkelerin şubeliğiyle yetinen özel sektörü, batı bilimini kutsallaştıran akademisi ve onlara el sallayarak kendini göstermekten bıkmayan medyası var.
İSTİSNALAR KAİDEYİ BOZUYOR
Her alanda bunların karşısına dikilen milli istisnalar oluştu. “İstisnalar kaideyi bozmaz” kuralını yıka yıka gelen istisnalar. Ergenliğin son demlerinde, vücudun son savaşı veriliyor zaaflara karşı. Kişiliğin oturma zamanı bundan sonra.
Bu ülkenin milli, dini her bayramı, 100 yıl sonra tekrar değerleniyor. Unutulmaya bırakılmış tarihi, batının perdelemesinden kurtarılan bilgilerle yeniden hatırlanıyor. Bizden sakınılan bilgi ve teknolojiyi, o milli istisnalarla başımızın çaresine bakarak öğrenme ve geliştirme yoluna girdik. Bu gidişatı okuyamayan, kamuda inanırlığı yüzde 13’lere düşmüş medya, çırpınmaktan kurtulamayacak yıkılıp, yeniden kurulana kadar.
27 ARALIK DERİN BİR İDRAKTİR
27 Aralık 1919, Atatürk’ün Ankara’ya geliş gününe indirgenemeyecek, çok daha büyük ve derin bir gündür. Cehaletinden yakınılan halkın, ülkenin durumunu idrak ederek, Ankara’nın arkasında durma kararını verdiği Kızılcagün’dür.
250 yıllık çöküş döneminde susmuş, son 50 yıllık bitmeyen savaşların yorgunu ayağında çarığı, sırtında hırkası, önünde lokması olmayan millet, o gün bir de Kurtuluş Savaşı’na girme kararını vermiştir. “Kızılcagün” demek için yüzyıllarca beklemiştir.
Bu idrake, düşünce derinliğine teşekkür günüdür 27 Aralık. Yüzyıllar sonra doğru adam ve doğru zamanı ayırt etmiş, üstüne de gereğini yapmış millete, devletin minnet ve teşekkür günüdür. Bu idrak üzerine yeşermiştir Cumhuriyet.
Başkent ilan edildiği 13 Ekim 1923 günü değil, ‘Kızılcagün’ ilan ettiği 27 Aralık 1919 önemlidir Ankara için de. Bu ruh halini, iletişimin en zor olduğu günlerde bile bütün ülkeye hızla yaymayı başarmıştır Ankaralılar. Kararının bedelini, canı ve malıyla da ödemiştir.
BU YIL DA İDRAK EDEMEDİLER
27 Aralıklar, bu derinliğe yakışır bir özenle anılmalı. Üst düzey siyasiler, parti genel başkanları, bakanlar, valiler hatta diplomatik misyonlar seviyesinde.
Bu yıl da olmadı; Belediye ve Vali Yardımcıları’nın, içinde ‘Kızılcagün’ sözcüğünün bile geçmediği, yuvarlak ve duygusuz konuşmalarıyla geçiştirildi.
Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılı’na, bu günün derinliğini anlamayan, zihni heyelana uğramış kadrolarla devam edemeyiz. Bu idraki ve derinliğini çocuklarımıza aktaramazsak Cumhuriyet’in olgunlaşması, bilinç olarak değil de gün ve yıl sayısıyla 100 yıllık içi boş bir tarihten ibaret olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.