Alman soğukluğundan İtalyan sıcaklığına
A Milli Futbol Takımımız Euro 2024 Avrupa Şampiyonası eleme grup maçlarında Letonya’yı Konya’da 4-0 yenerek Almanya’da yapılacak finallere gitmeyi garantiledi. Bu maçla birlikte bazı şeyleri ilk kez gerçekleştirmiş oldu. Örneğin, Letonya’yı ilk kez evimizde yendik, ilk kez bir yabancı teknik adamla Avrupa Şampiyonası finallerine gitmeye hak kazandık, ilk defa üst üste 3 kez Avrupa Şampiyonası finallerine gitmek gibi.
Aslında evimizde 1-1 berabere kaldığımız, ardından da 3 gün sonra Japonya karşısında aldığımız yenilgi ile bir anda tüm karamsarlıklar üzerimize gelmişti, iyi futbol oynamıyorduk, dağınık bir görüntü sergiliyor ve ne futbolcularımızın ne de Alman teknik adam Stefan Kuntz’un ne yaptığını bilmeden “serseri mayın” gibi dolaşmaları iyice endişelenmemize neden olmuştu.
Stefan Kuntz’un milli takımın başına geldiği günden beri hem tüm futbol kamuoyuna hem de seçtiği-seçmediği tüm futbolculara karşı soğuk duruşu gözlerden kaçmamıştı. Bu bir “Alman Soğukluğu”muydu, yoksa Kuntz’un kişiliği miydi bilinmez ama bu geldiği ilk günden, gittiği son güne kadar böyle gözlemlendi. Hatta önceki elemelerdeki Letonya maçının deplasmanda 2-1 kazanıldığı gün “yalnız ağlayışında” bile belli oluyordu soğukluğu. Bir türlü futbolcuları ile yöneticileri ile Türk halkı ile sıcak ilişkiler kuramamıştı. Hep yalnızları sergilemişti, sanırım sadece onu çok tutan Hamit Altıntop hariç.
Sonrasında takımın başına getirilen ve Türkiye’de 2 yıl Adana Demirspor’u çalıştırmış İtalyan hoca Vincenzo Montella ise tam tersi bir tavırla başladı Milli Takım macerasına. İlk maçında sıcaklığını herkes hissetti. Bunda Akdeniz ülkesi olmasından kaynaklanan “İtalyan sıcaklığı” var mıdır o da bilinmez ama bu sıcaklığı herkes hissetmiştir herhalde. Atılan gollerden sonra yanındaki yedek oyuncuya candan sarılması, her pozisyonda heyecanlanıp “hop oturup hop kalması”, maçı oynayan oyuncularla saha içindeymiş gibi hissetmesi bu sıcaklığın göstergesidir diyebiliriz.
Milli Takımımızı kutlayalım ve tüm futbolcularımıza, teknik ekibimize, Montella’ya ve emeği geçen herkese çok teşekkür edelim. Fakat öncelikle de şapkamızı önümüze alıp doğru düşünüp doğru kararlar alalım diyorum ben herkese. Bu finallere katılım başarısını çok büyütmeden ve şımarmadan iyi değerlendirelim. Yanlış ve eksiklerimizi iyi görelim ve ona göre sonrasına doğru adımlarla yürüyelim.
Şimdi; Hırvatistan ve Letonya maçlarını iyi analiz etmek gerekir. Kabul edelim ki bu iki maçta da şansımız olağanüstü yaver gitti. Bu böyle her zaman olmaz. Şunu kabul ederek 2 maçın da teknik analizini yapalım. Öncelikle Montella ile milli takım futbolcularına büyük bir hırs ve kazanma arzusu ve moral aşılanmış, bu bir gerçek. Fakat maç içerisinde hala zaman zaman ne yaptığını bilmeyen ve doğaçlama oynayan veya rakibe göre oyun planı olmayan, henüz bir sistem geliştirilememiş ve bazı futbolcuların kişisel beceri veya 3-4 futbolcunun normal dışı performans üstünlüğü ile sonuca gidilmiş 2 maç izledik ve bazı pozisyonlardaki şans faktörüyle ikisini de kazandık.
Öncelikle Hırvatistan’daki maçta ilk yarı özellikle çok iyi oynadı millilerimiz, hemen hemen hiç pozisyon vermedik ilk yarı. “çok üstün bir konsantrasyon” vardı ilk yarı ve çıkışlarda çok hata yapan kaleci Livakoviç’in büyük hatası ile öne geçtik. Livakoviç altıpas ve çizgi üzerinde çok iyi bir kaleci, müthiş refleksleri ve sezgi yeteneği var kalesini boşaltmazsa. Ama son Galler maçında da yine hatalı çıkarak bir gol daha yedi. Bizim maçta da bu bizim şansımız oldu. İkinci yarı çok baskı yedik Hırvatlar’dan. Ama Hırvatistan futbolunda son dönemde bir gerileme var, bazı futbolcularının eksikliğini çok hissettiler özellikle bizim maçta. Şansımız yaver gitti, Hırvat futbolcular beceriksiz ve şanssızdılar ikinci yarı ve özellikle defansımız ve iki ön liberomuz müthiş oynadılar da gol yemeden bitirdik ve kazandık.
Gelelim Letonya maçına, bu maçın ilk yarısı çok kötü oynadık. 2-3 pası yapamadık. Bizim futbolcularımız bu tip takımlara karşı aşırı huzursuz ve panik ile oynuyorlar. Sakin olamıyorlar, çabuk oynama ile telaşı karıştırıyorlar. Çabuk oynayacağız diye panikle, görerek veya sakin düzgün pas veremiyorlar. Henüz bir “oyun sistemi” olmadığı için de doğaçlama oynuyorlar ve birbirini tanıyan ve aynı takımda oynayan futbolcularımız kendi alışkanlıkları ile sonuç arıyorlar bu da zaman zaman kopukluklara neden oluyor.
57. dakikadaki Yunus’un o müthiş golü gelmese maç yine berabere bitebilirdi. Çünkü yine aynı telaş ve karmaşa futbol ile başlamıştık ikinci yarıya. Hatta 1-0 öne geçtikten sonra bile 15-20 dakika Letonya müthiş bir baskı kurdu kalemizde. Bu ara gol yemememiz şanstan başka bir şey değildi. Bir topları direkten döndü, bir toplarını Salih Özcan çizgiden çıkardı, bir toplarına bomboşken ıska geçtiler, bir toplarını Uğurcan müthiş büyüyerek çıktı ve tesadüfen kurtardı. Bunlardan biri gol olsa maçın sonucu değişirdi. Sonrasında Montella çok akıllı değişiklikler yaptı. Bence ilk 11’de oynaması gereken Cenk Tosun’un oyuna alınışı her şeyi değiştirdi ve “çok zor bir maçı” son 10 dakika “çok kolay bir maça” çevirdi.
Montella’yı şimdiden eleştirmek bizim haddimiz değil tabi. Fakat Hırvatistan’a çıktığı 11’le Letonya’ya çıkmak çok büyük bir hata bence. Neden mi, Hırvatistan 11’i doğru, aynı 11 Letonya’ya yanlıştı. Çünkü Hırvatistan’da hem deplasmandasınız, hem de orda öncelikle oyun kurmaya değil, önce bozmaya oynuyorsunuz. Özellikle bu maçta boş alan çok bulursun, çünkü rakip yenmek için çok çıkacak ve atak oynayacak. Burada Barış Alper, Kerem gibi futbolcuların hızından ve geriden çıkışları ile sonuca gitme düşüncesi doğruydu. Ama bu düşünüş Letonya maçında işleyemezdi. Çünkü Letonya kapanacak ve sizi oynatmayacak. Size ne lazım gol için, kafa vuruşları iyi olan bir “Cenk Tosun” lazım. Siz onu 75 dakika kenarda tutamazsınız. Letonya’ya santroforsuz oynayamazsınız, yoksa bir gol için çok zorlanırsınız.
Fakat Montella’yı şu yönden tebrik etmek istiyorum. Samet ve Yusuf Sarı gibi daha önce Adana Demirspor’da beraber çalıştığı futbolcuları çağırmak ve onları oynatmak çok büyük riskti. Ters bir durumda büyük eleştiri alırdı. Fakat Montella bu kumarı kazandı. Hem Samet iki maçta da çok iyi oynadı (üstelik kendi takımı FB’de oynamadığı halde), hem de Yusuf Sarı girdiği andan itibaren sürati ile çok iyi işler yaptı. Ayrıca Montella İsmail Yüksek’in üstün formunu görüp, onu Salih Özcan ile ön liberoda iyi bir ikili oluşturdu. Bu da kısa zamanda yaptığı büyük iş bence.
Montella ile umarım Milli Takımımız uzun yıllar çalışır ve başarılar kazanır. Çünkü daha hiç kimseyi fazla tanımadan kısa zamanda 2 maçı üst üste kazanıp finallere taşıması az bir iş değil. Zaman geçtikçe, futbolcuları ile çalışmalara devam ettikçe ve hak eden oyuncuları milli takıma çağırmaya devam ettikçe (tabi Türkiye’de bazı torpil olayları dönmez veya Montella kimseye itibar etmezse) başarılı olamaması mümkün değil bu iyi jenerasyonu bulmuşken. Çünkü “İtalyan sıcaklığı” Türklere uyar, “Alman soğukluğu”nun uymadığını Kuntz ile gördük. Fakat bundan sonra bu iki maçı iyi tahlil edip, eksiklerimizi, yanlışlarımızı görmesi ve ona göre bunları tedavi etmesi gerekir. Yoksa böyle yine “günlük başarı”larla avunmaya devam ederiz.