Anadolu’muzun güzel bir ilçesi: Kalecik
Ülkemizde öyle illerimiz, ilçelerimiz, kasaba ve köylerimiz var ki; İlk gördüğünüz de hayıflanırsınız, neden daha önce gelmedim, görmedim diye.
Kırıkkaleli olmama, yıllardır da Ankara’da yaşamama rağmen, adını çok duyduğum halde gidemediğim yerlerden biridir Kalecik.
2016 yılıydı, Kırıkkale-Ankara arasındaki karayolu bir kaza nedeniyle geçici olarak trafiğe kapatılınca mecburen Kalecik üzerinden Ankara’ya gelmiştik.
İlçenin içinden geçerken; geniş yolları, “Üzüm ezen kadın” heykeli ve uzaktan gördüğüm kale dikkatimi çekmişti.
Kalecik, Ankara’nın 25 ilçesinden biri.
Kalecik denilince ilk aklıma gelen, değerli edebiyat adamı, Türkiye Yazarlar Birliği’nin kurucu ve şeref Başkanı D. Mehmet Doğan geliyor. Çünkü, kendisi bu ilçede doğmuş, ilkokula burada başlamış.
Ankara’yı çok seviyor. Hem de hakkında bir çok makale ve kitabını yazacak kadar seviyor.
Başkentin görünen ve görünmeyen güzelliklerinin yer aldığı “Ömrüm Ankara - Bir Ankara Şehrengizi” kitabını okuduğunuzda; şehrin binlerce yıllık tarihini, kültürünü, gelenek ve göreneklerini, sanatını, dini yaşayışını, ekonomik durumunu ve tarih boyunca stratejik konumuna şahit oluyorsunuz.
Doğrusu, usta bir edebiyatçının kaleminden “Gerçek Ankara’yı” tanımak isteyenler mutlaka bu eseri okumalı.
Mehmet ağabeyi uzun yıllardır tanıyorum. Radyo Televizyon Üst Kurul Üyesi iken röportaj da yapmıştım. Gazete ve dergilerde yayımlanan yazılarını okuyordum, dört beş kez de konferanslarını dinlemiştim.
Ama, etkilendiğim; düşünce dünyamın şekillenmesine de vesile olan eseri; “Batılılaşma İhaneti” kitabıdır. Batının, Türkiye üzerindeki hain planları ve bu planın içerdeki iş birlikçileri bu kitapta ayan beyan açıklanaıyor.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin 2014-2016 ve 2018 (halen devam) tarihlerinde yapılan genel kurullarında yönetim kurullarında görev aldım.
Dolayısıyla; yaklaşık sekiz yıldır artık her gün gördüğüm, Ankara’da ve yurt içinde düzenlenen bir çok faaliyette de birlikte olduğumuz, birlikte yolculuklar yaptığımız, tecrübelerinden, sohbetlerinden yararlandığım bir isim oldu Mehmet ağabey.
Kültür, sanat, dil ve edebiyat; bu işlerle uğraşmak elbette zor, emek ve zaman gerektirir. Maddi bir getirisi olmadığı gibi; Yanlışı düzeltmek, doğruyu bilmek-bulmak, kültürün en önemli taşıyıcısı olan dilin anlaşılabilir olması adına bazen bir kelimenin peşine takılıp günlerce arşivlerde iz sürmek elbette kolay değildir.
Ülkemizin zengin ve köklü kültür ve sanat hayatına ciddi katkılar sağlayan Mehmet ağabeyin yayınlanmış onca eserinin yanında iki ciltlik “Osmanlıca Yazılışlı Doğan Büyük Türkçe Sözlük” Türk diline en büyük hizmettir.
O bir Akif dostudur.
Kalecik gezisinden çok sonra gerçekleşen bir olayı da burada özetleyerek paylaşayım.
D. Mehmet Doğan, Âkif’in vaaz verdiği kürsüde konuştu
Mehmet ağabey güzel, etkili ve akıcı konuşur. Yani yazdığı gibi konuşur, konuştuğu gibi de yazar. Kültür, sanat, edebiyat, sosyal hayat, din, tarih konularındaki konuşmalarını yurt içinde yurt dışında, televizyonda, radyoda, salonda bir çok kez dinledim.
Ama, camide vaaz vereceği hiç aklıma gelmemişti doğrusu. Daha önce, imam efendilerin dışında o kürsüde konuşanı görmedim belki de ondan.
Yazarlar Birliği Yönetim kurulu olarak “İstiklal Marşı Yılı” nda yapacağımız faaliyetleri konuşurken iki konu gündeme geldi.
Birincisi, İstiklal Marşının TBMM de kabul edildiği gün olan; 12 Mart Cuma gününe denk geliyor. O gün, ülkemizdeki tüm camilerde hutbe konusunun “İstiklal Marşı” olması.
İkincisi ise; Mehmet abinin, Mehmet Âkif Ersoy’un İstiklal Marşını yazdığı Tacettin Dergâhı’nın yanındaki Sultan Camisi'nde kürsüye çıkıp konuşması, vaaz vermesi.
Yıllardır Âkif’le ilgili yazma ve konuşma tekliflerini geri çevirmeyen Mehmet ağabey, TYB Genel Başkanı Pof. Dr. Musa Kazım Arıcan’ın bu teklifini de kabul etti.
Dünyada ve ülkemizde etkisini sürdüren Covid-19 salgını nedeniyle, gerekli tedbirleri alarak 12 Mart 2021 Cuma günü Tacettin Sultan Camisi'ndeyiz.
Âkif şiirlerini, imanının ve fikrinin emrine veren şairdir
Tarihi bir ana şahitlik yapacağız.
Âkif’in daha önce vaaz verdiği kürsüde o’nun hayatını, mücadelesini, İstiklal Marşı'nın yazılış ve kabul ediliş sürecini anlatan Mehmet ağabey; Türkiye'de birçok şairin bulunduğunu ancak Ersoy'un kuvvetli bir iman sahibi olarak şiirlerini, imanının ve fikrinin emrine verdiğini milletimizin de, Ersoy'u "İslam Şairi" olarak benimsediğini aktardı.
Anlamlı bir günde anlamlı bir vaaz oldu. Allah, Mehmet ağabeye sağlıklı ömürler versin inşallah.
Cuma hutbesinde "İstiklal Marşı" konusu işlendi. "İstiklal Marşı: Hakkıdır Hakka Tapan Milletimin İstiklal" konulu hutbe, cuma vakti Türkiye genelindeki camilerde okundu.
Mehmet ağabey, Ankara dışında olmadığı sürece her zaman Yazarlar Birliğine gelir.
Ankara’dan, Anadolu’nun farklı şehirlerden gelen misafirlerini kabul eder; odası her meslekten her yaştan insanların bulunduğu, edebiyatın, sanatın, kültürün konuşulduğu bir mekana dönüşür.
Kendisine verilen- gelen hediyeleri; tabloları, plaketleri, bibloları Birlikteki uygun odalara koyarız. Eğer gelen, yenilecek ya da içilecek bir şeyse açar önce orada bulunanlara o gün ve sonraki günlerde gelenlere kendi eliyle ikram eder.
Bilenler bilir; Özellikle akşam saatlerinde de mutlaka bisküvi ve çay ikramı vardır.
Önce çayı söyler, masasının çekmecesinden bisküvileri çıkarır sonra da koridorun sonundaki odada oturan İbrahim Ulvi Yavuz ağabeye telefon eder “çay-bisküvi zamanı, haydi gelin” der. Önde İbrahim ağabey, arkasında merhum Ferhat Koç ağabey ve bazen de ben onun arkasında peş peşe gireriz odasına.
Mehmet ağabeyin en büyük özelliği nedir diye sorsanız, edebi kişiliği zaten tartışılmaz. Ama aynı zamanda; “hoşgörülü, paylaşır, ikramda bulunur, yardım eder, vefakâr, önemser ve değer verir” diye özetleye bilirim.
Bu arada protokolden, seremoniden de çok hoşlanmaz.
Özellikle Ankara dışına gittiğimiz faaliyetlerde bir çok kez şahit oldum; Organizasyonu düzenleyenler 25-30 kişinin içinden davet edip, O’nu ayrı, özel bir araçla gideceğimiz yere götürmek isterler.
Elbette, kişiliğine, edebiyat, dil ve kültür hayatımıza yaptığı hizmetler nedeniyle Mehmet ağabeyi tanıyan, ismini duyan herkes ona büyük saygı ve sevgi gösteriyor.
O, bu daveti kabul etmez, yumuşak bir dille teşekkür eder ve “arkadaşlarımın olduğu otobüsle gideyim.” der.
Zaman zaman, Türkiye Yazarlar Birliği yönetimini, vakıf mütevelli heyetini, dostlarını, arkadaşlarını yemeğe de davet eder.
İşte, o davetlerinden birisi ile 13.10.2019 tarihinde Kalecik’e gideceğiz.
Kafilenin toplanma yeri; Macunköy Metro durağı.
Araç 10.30 da hareket edecek.
Sabah erken uyandım, evin balkonuna çıkıp baktım; hava biraz serin.
Kazak giydim, ne olur ne olmaz diye yanıma da mont da aldım.
Batıkent Macunköy arası, metro ile gidildiğinde 15 dakika. Saat: 09.30 da toplanma yerine vardım.
Bir süre sonra da aracımız geldi. Aynı araçla daha öncede Eskişehir’e gittiğimizden şoförle tanış olduk artık.
Yolcular birer birer gelmeye başladı; Fatih Gökdağ aradı, yanlış durakta inmiş, “bekleyin” geliyorum dedi.
Listede adı olup da gelmeyenleri telefonla aradım.
Doç. Dr. Muhammet Enes Kala kendi aracıyla geleceğini söyledi. Dr. Mehmet Sılay bir cenaze dolayısıyla katılamayacağını belirtti.
Minibüs tam zamanında hareket etti.
Ankara-Kalecik arası yaklaşık 70 km ve bir buçuk saatlik yolculuğumuz olacak.
Daha önce planlandığı gibi Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, Osman Özbahçe ve Mustafa Ekici’yi yolumuzun üzerindeki Pursaklar’dan aldık.
Ankara merkezden Çankırı yönüne ilerleyip Akyurt’u geçince; Hava kirliliği, gürültü, trafik yoğunluğu ve insan kalabalığı arkamızda kalıyor, etrafa baktıkça yeşil alanları, ekili tarlaları, bağları, bahçeleri, dağları ve tepeleri görüyoruz.
Büyük tasavvuf ve halk şairi Yunus Emre’yi anmak için Eskişehir’e giderken, genç yaşta vefat eden akademisyen, yazar, büyük düşünür Prof. Dr. Erol Güngör'ü memleketi Kırşehir'de yâd etmek amacıyla giderken de aynı muhabbet olmuştu; Zaman zaman şehir dışına çıkmak gerektiğini bu doğal güzellikleri görünce aklımıza geliyor.
Bir buçuk saat çabuk geçti; Kalecik’in cadde ve sokaklarını geçerek Aşık Mir'ati Parkı’na gidiyoruz.
Parkın adı, önce “Tansu Çiller” sonra “Emeklikent Dinlenme Parkı” daha sonra da “Aşık Mir'ati” olarak değiştirilmiş, doğrusu bir park için ilginç bir isim.
Mir’ati; tarihte, “Kalecikli Aşık Mir'ati” olarak biliniyor ve şairliğinin yanı sıra saz çalmasıyla da ünlüymüş.
Park; oldukça geniş bir alan üzerine kurulmuş.
Çocuk oyun alanları, aileler için oturma grupları oluşturulmuş park oldukça bakımlı, farklı ağaç cinsleri ve alanın yeşilliği hemen dikkat çekiyor.
Kalecik Kaymakamı Dr. Abdullah A. Öztoprak, Kalecikliler Derneği Başkanı Şahin Önal, Hanhana Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Seyit Yurttaş bizleri karşılayanlar arasında.
Daha sonra Mehmet ağabeyin kardeşi Mahmut Doğan ve onun oğlu Doğan Doğan da bize katıldı.
Organizasyon için bir plan yapılmış, önceden parkın güzel bir yerinde masalar ayrılmış.
Bizi karşılayanlarla birlikte oturuyoruz, önce sırasıyla kendimizi tanıtıyoruz, tanışıyoruz.
Bir yandan çaylarımızı yudumlarken bir yandan da kaymakamın Kalecik’in tarihine ilişkin anlattığı bilgileri dinliyoruz.
Kalecik ve çevresinin tarihinin MÖ 4000 yıllarına kadar uzandığını belirten Kaymakam Öztoprak, Büyük İskender'in ve ardından Doğu Roma İmparatorluğu'nun hakimiyetine giren yerleşim yerinin Türklerin Anadolu’ya gelişinden sonra Selçukluların hakimiyetine girdiğini söyledi.
Yıldırım Beyazıt döneminde ise Ankara ile birlikte Kalecik’te Osmanlılar tarafından fethedilmiş. O yıllarda çevrenin en gelişmiş kasabasıymış.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde özellikle Kalecik Kalesinden, bağ ve bahçelerinden, verimli topraklarından söz etmiş.
İlçeyi henüz dolaşmadık, tüm bu medeniyetlerin bıraktığı eserleri merak etmeye başladım.
Yemek: Fırında kuzu
Sohbet devam ederken Muhammet Enes Kala telefonla aradı, ilçeye gelmişler. Parkın yerini tarif ettim. Yanında Mehmet Tuğrul da var, yemeğe yetiştiler.
Menü iştah açıcı; Fırında kuzu, pirinç pilavı, yoğurt, salata ve baklava.
Kaç saatte pişti bilmiyorum ama büyük fırın tepsisi içindeki görüntüsüyle, lezzetiyle fırında kuzu harikaydı.
Herkes doydu, kaymakamın korumaları ve şoför de dahil yemek yemeyen kimse kalmadı.
Yemek kadar taş fırında pişirilen yöreye özgü “Kalecik ekmeği” ve yoğurt da beğenimizi kazandı. Dönüşte ekmek almaya karar verdik.
Yemekten sonra çay içmek için acele ettik. Öyle ya, artık ilçeyi gezme zamanı geldi.
Develioğlu Köprüsü
Soldan sağa: Mahmut Erdemir, merhum Ferhat Koç, Seyit Yurttaş, D. Mehmet Doğan, Musa Kazım Arıcan, Osman Özbahçe, Bekir Sıddık Soysal, Mehmet Kurtoğlu, Nazif Öztürk, İbrahim Ulvi Yavuz ve Mehmet Sait Uluçay (Fotoğraf: Mustafa Ekici)
Minibüsle, ilçe merkezine 5-6 km uzaklıktaki tarihi Develioğlu Köprüsü’ne gidiyoruz.
Köprü Kızılırmak nehri üzerine kesme taşlardan yapılmış. Kitabesi yok. Ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği tam olarak bilinmiyor.
Ancak, 19. yüzyılda köprüde çok ciddi bir onarım yaptıran “Develioğlu”nun ismiyle anılıyor.
Genişliği 4, uzunluğu 135 metreyi bulan eserin yedi gözü olduğu için ,” Yedigözlü Köprü” olarak da anılıyor. Hep birlikte köprünün üzerinden geçiyoruz, tabi ki geçmeden önce topluca fotoğraf çekiliyoruz.
Her geçtiği yer gibi Kızılırmak buraya da doğal bir canlılık getirmiş. Nehir kenarında balık tutanlar da var, piknik yapanlarda var.
Tam yanlarından geçerken, ağacın altında odun ateşinde çay demleyen üç çay tiryakisinden davet aldık.
Sofralarında bulunan üç bardakla, on iki kişiye çay ikramında bulunan Anadolu insanın gerçekten gönlü açık, misafirperver.
Irmak boyunca bir süre yürüyüş yaptık.
Mehmet ağabeyin söylediğine göre; karşı yamaçlar bir zamanlar üzüm bağlarıymış. En sevilen üzüm cinsinden biri olan “Kalecik Karası” buralarda yetişiyormuş.
Bir dönem, “asma biti” istilasına uğrayan üzüm bağlarında asmalar kurumuş.
Kuruyanların yerine yenileri dikilmiş ama yine de bir zamanlar çok yoğun üzümlerim yetiştiği karşı dağın etekleri şimdi boş.
Seyit Yurttaş beyin söylediğine göre, armut, dut, kavun ve karpuzun da yetiştiği ilçede ayvası ile de ünlüymüş.
Şehir merkezine dönmek için minibüse biniyoruz, ziyaret edilecek daha tarihi mekanlar var.
Kalecik Kalesi
Yaklaşık 20-25 dakika rampa yukarı yürüyüşle çıkılan kalenin tepesine yaklaştıkça dönüp geriye baktığınızda; ilçe kuşbakışı daha net görünüyor.
Oldukça devasa bir kayanın üzerindeki kalenin Romalılar tarafından yapıldığı söyleniyor. Kale bu zamana kadar kim bilir ne savaşlar, ne mücadeleler, savunma ve yenilgiler gördü.
Yakın zamanda da ciddi bir restorasyon gördüğü belli olan kaleden Kalecik'i kuşbakışı izlemek çok güzel.
Mehmet ağabey “çocukluğumun geçtiği yer” dediği, eski ve yeni Kalecik olarak iki mahalleye ayrılan ilçe hakkında bilgiler verdi.
Milli Mücadele döneminde, orduya lojistik destek sağlanan yeri gösterdi; ilçenin yerleşim yerinin arkasında ve iki dağın arasında. Kastamonu-Çankırı- güzergâhı takip edilerek getirilen mühimmatlar burada korunmuş ve Ankara’ya sevk edilmiş.
Su ihtiyacı için kalenin içinde su kuyusu varmış ama zamanla kapanmış.
Kalenin tam ortasına büyük bir Atatürk heykeli yapılmış. Ziyaretçiler heykelin yanında bol bol hatıra fotoğraf çektiriyorlar. Aslında, kalenin tarihi, Kalecik’in tarihi... İlçenin ama daha çok kalenin tarihi hakkında gerçek bilgilere ihtiyaç var. Kalenin tarihinin yüklendiği, görsellerle de desteklendiği belgesel tadında elektronik görüntülere ihtiyaç var.
Zamanı iyi kullanmamız gerek, kalenin burcunda topluca fotoğraf çektirip, kaleden aşağıya doğru inmeye başlıyoruz.
Ara sokaklarda yöreye has mimaride, ahşap ve farklı süsleme özellikleriyle yapılmış; bazıları tek katlı ama çoğunluğu iki katlı evlerde oturulmuyor; çoğunluğu yıkık, dökük.
İlçeye yeni bir kimlik ve estetik değer kazandırmak için bu binaların kesinlikle restore edilmesi gerek.
Muhabbet Konağı
Aşık Mir'ati Parkı’nın içinde bulunan Muhabbet Konağı, bizim orada bulunduğumuz sürede kapalıydı. Adı üstünde; Muhabbet Konağı…
Sohbetlerin yapıldığı, çay-kahvelerin içildiği bu mekanda toplu yemekler verildiği gibi, dernek, vakıf toplantıları, nikah törenlerine de ev sahipliği yapıyormuş. Öğretmenler zaman zaman öğrencileri buraya getirip edebiyat sohbetleri gerçekleştiriyorlarmış.
Çarşı Hamamı
Kitabesi olmadığından ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmeyen, “Çarşı Hamamı” nın 18. Yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor.
Gezimizde bize eşlik eden Kalecik’in Kütür Dergisi Hanhana’nın Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mimar Seyit Yurttaş’ın verdiği bilgilere göre; Yurttaş, 2007 yılında dönemin belediye başkanına restorasyon için projeyi hazırlayıp vermiş. Ancak, Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan onay çıkmamış.
Hamamın içini dolaştık, kubbeleri yer yer yıkılmış, duvarlar, kurnalar ve göbek taşı eskimiş ve bakımsızlıktan dökülmeye başlamış.
Yapının içini dolaşırken Mehmet ağabey o engin bilgisiyle Türk-İslam medeniyetinde hamamların önemini anlattı. “Medeniyetimizde; hamam, çarşı ve camilerin önemi büyüktür. Bu mekanlar aynı zamanda sosyalleşme yerleridir.” dedi.
İlçeye gelmek isteyenlere mutlaka görülmesi gereken yer olarak tavsiye edilen hamam bu haliyle görüldüğünde insanlarda elbette merak uyandırıyor.
Mimarisi, konumu, iç mekanı muhteşem. Ama, o yıkık dökük görüntü kesinlikle hoş değil.
Vakıflar Genel Müdürlüğü veya Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri kesinlikle burayı görmeli. Bu tarihi miras aslına uygun olarak restore edilirse, ilçeye gerçekten önemli bir eser kazandırılmış olur.
Saray Camii
Kitabeye göre; Şehsuvar Zade Es Seyit Mehmet Paşa'nın annesi Şerife Hatun tarafından 15.Yüzyılda yaptırılmış.
Bahçe içerisine kesme taş ve tuğla kullanılarak inşa edilmiş camiinin ahşap çatısındaki kiremitler nereden getirilmiş bilmiyorum ama oldukça canlı bir rengi var.
İç mekan mimari ve süsleme özellikleri itibariyle oldukça etkileyici.
Bir çok şehirde olduğu gibi, bu cami de 1990 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından aslına uygun bir şekilde onarılmış.
Hasbey Camii: Kapısının üstündeki yazılanlara göre; İsfendiyaroğulları’ndan Hasbey tarafından XIII. yüzyılda yapılan cami, 1962 yılında çıkan yangında, minaresi hariç, tamamen yanmış ve 1964’te yeniden yapılmış.
Hacı Abdullah Aksoy Konağı
Gün boyu bize eşlik eden Kaymakam Dr. Abdullah A. Öztoprak’n daveti ile çay içmek üzere Hacı Abdullah AKSOY Konağına gidiyoruz.
Cadde üzerinde bulunan, 150 yıllık olduğu ifade edilen bina daha önce askerlik şubesi olarak hizmet vermiş.
Yakın bir tarihte belediye tarafından restorasyonu yapılmış; iki katlı, halı, kilim, heybe, mutfak eşyaları, geleneksel el sanatları ile döşenmiş konakta tarihi bir ortam oluşturulmuş.
Hafta içinde yöresel yemekler, hafta sonları da kahvaltı menüsüne Kaleciklilerin olduğu kadar misafirlerde ilgi gösteriyormuş.
Günün yorgunluğunu burada gideriyoruz. Çay, pasta ve tatlı ikramları da harikaydı.
Mehmet Doğan Fen Lisesi
Dil, tarih, edebiyat alanında önemli çalışmalar yapan, eserler yazan, konuşmalar yapan Mehmet ağabeyin adının verildiği Mehmet Doğan Fen Lisesi’ne gidiyoruz.
Okul ilçenin merkezinde, geniş bir bahçenin içine kurulmuş. Etraf oldukça bakımlı ve temiz.
Lisenin kapısının ilk girişinde sağda; “Mehmet Doğan Köşesi” oluşturulmuş. Mehmet ağabeyin kitaplarının kapak fotoğrafları, kimlik bilgileri ve gazete kupürlerinin olduğu pano zengin bir içerikle doldurulmuş.
Kütüphanede bin kitap var
Müdür yardımcısı Yılmaz Enlioğlu ziyaretçilere okul hakkında bilgiler verdi.
İlk mezunlarını 2010 yılında vermiş olan okulda, Türkiye’nin 51 ilinden gelen kız ve erkek öğrencilerin yatılı olarak eğitim gördüklerini belirten Enlioğlu, bin kitaplık bir kütüphanelerinin bulunduğunu, bilim ve teknolojinin imkanlarını kullanarak araştıran, sorgulayan, katılımcı, sorumluluk bilinci olan öğrenciler yetiştirmek için büyük bir gayret gösterdiklerini ifade etti.
Okulun bahçesinde; futbol, basketbol, voleybol alanları oluşturulmuş. Voleybol oynayan öğrencilerle bir süre sohbet ettik.
Mehmet Doğan ismini okulun tabelasında görünce aklıma sosyal medyada okuduğumda çok hoşuma giden şu söz geldi; "Seni hatırlayan son kişi de öldüğünde, hiç yaşamamış olacaksın…"
Ama; Ülke, millet, devlet, insanlık adına, çocukların geleceği adına yapılan her eser sahibinin gelecekte de hayırla yâd edileceği kesin.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de öyle insanlar var ki; yaptığı hizmetleri, fikirleri, tavırları ve eserleri ile hem kendi dönemlerindeki hem de kendilerinden sonraki nesillerin doğru istikamette yetişmelerine vesile oluyorlar.
Doğrusu; Bir kişinin memleketinde sevilmesi, adının okula, caddeye, kütüphaneye, parka verilmesi onur verici bir şey.
Erzurum'da D. Mehmet Doğan Kütüphanesi var
Hatırlıyorum; Erzurum TYB Şube Başkanı M. Hanefi İspirli ve Erzurum Büyükşehir Belediyesi iş birliği ile “D. Mehmet Doğan Şehir Kütüphanesi” 2018 yılında açıldı.
Zamanın Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Recep Akdağ, Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu, Valisi Seyfettin Azizoğlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen ve D. Mehmet Doğan’ın birlikte açılışını gerçekleştirdikleri kütüphane buğün bir çok öğrencinin ve araştırmacının uğrak yeri olmaya devam ediyormuş.
Adalet Sarayı
İlçe merkezinde bulunan adalet sarayı tarihi eser durumunda. Kaymakam beyin verdiğin bilgiye göre eser 1907 yılında yapılmış.
Eskiden hükümet konağı ve belediye binası olarak da kullanılan bina şimdi Adalet Sarayı olarak hizmet veriyor. Kesme taş ile inşa edilmiş bina oldukça bakımlı görünüyor.
Toprakları tarıma elverişli
Her geçtiği yere canlılık veren Kızılırmak burada da tarımsal üretime büyük katkılar sağlamış. Etrafı bağlar ve bahçelerle çevrili ilçede çok sayıda elma, armut ve ayva bahçesi gördük.
13 bin kişinin yaşadığı ilçede tarım ve bağcılık da önemli geçim kaynağı olmuş.
Akşam oldu, hava kararmak üzere ve şimdi Ankara’ya dönme zamanı…
Minibüs tam hareket edecekken, tüm yolculara “Kalecik Ekmeği” ikramında bulunuldu. Kendine has bir lezzeti olan ekmek çabuk bayatlamayan 8-10 günde tüketilen bir özelliğe sahip.
Anadolu’nun bu güzel ilçesinde yorucu olmayan, keyifli bir gezi yaptık. Zaman nasıl geçti anlamadım doğrusu. Sakin ve huzur içinde güzel bir hafta sonu geçirmek isteyen herkese tarihi eserlerle doğanın iç içe olduğu Kaleciğe gitmelerini tavsiye ederim.
Geziye vesile olan Mehmet ağabeye, Kalecik Kaymakamı Dr. Abdullah A. Öztoprak’a, Kalecikliler Derneği Başkanı Şahin Önal’a ve Hanhana Dergisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Seyit Yurttaş’a gösterdikleri bu güzel misafirperverlikleri için teşekkür ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.