Atlar
Atları çok severim. Özgürlüğün, gücün, cesaretin, güzelliğin, zenginliğin sembolüdürler...
Doğa'da, yelelerini savura savura kendi açtıkları rüzgâr kovuklarından delicesine koşarak gelirler...
Tayken, gem yular taktırmazlar başlarına. Sırtlarına ne çul atabilir, ne de binebilirsiniz. Sıçrarlar, hoplayıp zıplarlar, delicesine tekmeler savururlar. Özgürlüklerini kolay kolay teslim etmezler...
Hele bir de beyazları vardır, siyahları vardır tüyleri ışıl ışıl, doğada diğerlerinin arasında yıldız gibidirler. Gözlerinin üstüne hoyratça düşen yelelerini savururlarken ön ayaklarıyla göğe yükseliyorlarmış gibi kalkarlar, inerler eşinirler. Burun delikleri büyür gözleri döner, kocaman geniş soluklarını parça parça bırakarak koşarlar, koşarlar...
Ehilleştirmek denilen aslında esir alıp köleleştirmek çok zordur onları. Hatta o kadar zordur ki, zor işlerin çözüm çalışmalarına,
"Allah Allah ile tay öğretmek" denilir.
Özgürlük düşkünü bohem, iyi bir ressam tuvalinden fırlayıp çıkacakmış gibi resmeder o atı, o atları...
Elde edilmesi çok güç, çok güzel bir kadının endamını yükler bedenine, zarafetini yükler incecik beline uzun bacaklarına...
Kalıplara sığmayan, kural tanımayan renklerin yabanıllığını oturtur gözlerine...
Bir de “Yılkı” atları vardır:
Köylerde çift çubuk işleri bittiğinde doğaya salınan atlara yılkı atı denilir.
Bu atlar, ölümüne çalışmanın yorgunluğunu, kırbaçlanmanın, kötü söz işitmenin ezikliğini, doğada unutmaya çalışırlar gibi kalan güçleri oranında koşarlar, başlarını aşağı yukarı sallarlar...
“Ne düşünüyon cingen atı” gibi! diye bir de deyiş yerleşmiştir dilimize.
Roman vatandaşlar yaşlı bakımsız, atlarının çektiği at arabalarıyla baharın ucu göründüğünde köylere gelip harman yerine çadırlarını kurarlar. Kap kalaylar, kalbur, gözer, elek yaparlar. Hatta diş bile çekip protez! Yaparlar.
Sonbahar gelip hava soğuduğunda trampa usulü, karşı taraftan bir tavuk da üste alarak edindiği at, yaşlanarak güçten düşmüş, bedeni onulmaz yaralarla bezenmiştir. Roman vatandaş bu atı, köyün harman yerinde bırakarak göçünü sürer...
At, atlar, özgürlüklerine kavuşmuşlar, ancak yaşlanıp hastalanmışlardır. Yolun sonunu görürler adeta...
Harman yerinde tek başlarına, havada asılı bir gölge gibi süzülüp dururlarken başları yerde; Acı tatlı geçirdikleri bir ömrü düşünüyor gibidirler.
Zaten, ilk karla birlikte oldukları yere çöküp kalırlar...
Dün, CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel'in; "Saray'a tanesi 70 bin Avrodan Hollanda'dan kaç tane ve ne ihtiyaçtan at alındığı" konusuyla ilgili Fuat Oktay'a soru önergesi vermesinden sonra, kendi kendime;
"Hah, bir atlarımız eksikti! İşimiz kötü! Bunların gitmeye niyetleri yok ellam" dedim.
Öyle ya, attı samandı samanlıktı derken! At konusu gündem olunca; Abbas Sayar'ı, onun Yılkı Atı Romanını, Çelo Romanını anımsadım. Saray danışmanlarından Yozgatlı olanlar var. Belki de Abbas Sayar'ı tanımazlar. Yılkı Atı'nı, Çelo'yu okumamışlardır.
Kimini “Deniz Fenerinden, kimini Yimpaş”tan tanıyoruz!
İngilizlerin, İspanyolların, Hollandalıların vb. atlı merasim bölüklerinin çok köklü ve çok eski bir geçmişi vardır. Bu konu adeta bir kültür oluşturmuştur o ülkelerde...
At masraflı, bakımı zordur. Yaz altı ayı çalışsa bile kış altı ayı beslenmek ister. At, saman yemez; Arpa yer, arpa kırması yer, buğday, yulaf ezmesi yer. Tımar ister, çul ister, eyer ister, sevgi ister...
Sahibine sadık olduğu söylenir. Kültürümüzde at ile ilgili, atın sahibiyle ilgili öyküler vardır, türküler vardır. Destanlar vardır. Köroğlu vardır...
Dadaloğlu vardır...
At'ı Dünya'ya yayan biz olmamıza rağmen; Tarihe baktığımızda, Selçuklu döneminde, Osmanlı döneminde “Halk olarak” yoksul kaldığımız için masraflı olan atları besleyemeyip, onlardan gerektiği şekilde yararlanmadığımız daha az masraflı olan, otla samanla doyan “öküze” dolayısı ile kağnıya yöneldiğimiz görülür.
Ben hep, sosyolojik olarak; “Kağnıdan motorlu araçlara geçtiğimizi, arada at arabası dönemini atladığımızı” dolayısı ile bugün atladığımız o dönemin sancılarını çektiğimizi söylerim.
Yazık! Kendi Devlet Üretme Çiftliklerimizi satmak yerine; Eskişehir Harasını, Ceylanpınar Harasını geliştirerek kendi atımızı, kendi at ırkımızı kendimiz geliştirip yetiştirebilirdik...
*Bohem: Sanatta, yaşamda kural tanımayan, çılgın.
*Abbas Sayar: Yozgatlı, Roman öykü yazarı. Yılkı Atı, Çelo romanlarının yazarı. İki romanı da zamanında TRT tarafından dizi yapılmıştır.
*Gözer: Kalburun daha büyüğü, daha büyük deliklisi.
Saygılarımla...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.