Egemenlik halkındır devredilemez
Türkiye de halkın egemenliği üzerine kurulu devlet yapısını, ulusal akıl-devlet aklı-milli akıl ile korumak ve kollamak zorunluluğu vardır. Siyasi muktedirler iktidar büyüsüne kapılarak popülist politikalarla tutum ve söylem sergileyerek devleti de milleti de zora sokmaktan kaçınmalıdırlar. Fütursuzca demeçler vererek, yasal olmayan buyruklar savurarak, ancak kendi geleceğini garanti altına alacak yanlışlara imza atanlar sonunda hiçte iç açıcı olmayan son ile karşılaşmak ve yüzleşmek zorunda kalırlar.
Bu siyasi gelişim süreci, partilerin yaşam sürecinde var olan politikalarında da değişim getirebilir. Tarihimiz boyunca değişime uğrayan Anayasalar, bu gün de değişim için halkın önüne çıkmış görünüyor. Bilindiği gibi Anayasalar kurallarına uymak için yapılır. Anayasalar aynı zamanda toplumsal mutabakatın ortak eseridir. Yani ben böyle uygun görüyorum nasıl olsa güç bende diyerek kendinize göre uyarlanmış bir Anayasa yapamazsınız.
Anayasalar ve hukuk kuralları herkes içindir. Her vatandaş her kurum her kuruluş Anayasa ya kendini bağlayan denetleyen hukuk kurallarına uymak ve kendini denetleyen yasalar önünde hesap vermek zorundadır. Halkın hür iradesiyle seçilerek oluşan ve adına Milli irade dediğimiz TBMM’yi oluşturan partilerde hukuk ve yasalar önünde sorumlu oldukları kadar halka da hesap vermekle yükümlüdürler. İktidarları denetim altında tutan yasalar olduğu kadar, muhalefet partilerinin varlığı da denetleyici ve frenleyici görev görür.
Siz kalkıp ben yasa kural falan tanımıyorum yasaları bana uydurun, ben güçlüyüm benim kendimce doğrularım var, söz ve kudret sahibi olan benim ben ne dersem o olmalı diyerek dayatırsanız, daha da ileri giderek benim gibi düşünmeyen haindir-teröristtir derseniz işte o zaman yanlışa imza koymuş teröre de teröriste de pirim vermiş olursunuz. Bütün bu yetkilerin tek kişi de toplandığı denge-denetim ve fren sistemi olmayan tek adam diktatörlüğüne gitmiş olursunuz.
Yönetemeyince, meydan dar oynayamıyorum diyerek çeşitli bahaneler yaratıp Anayasa’yı kendine uyarlamaya kalkarak devlet yönetmeye kalkmanın adı diktatörlüktür. Devletin işlerliğini sağlayabilmenin en etkin yolu, Kamu kurumlarının hukuki ve rasyonel niteliklerine uygun yönetimine getirilen kişilerin liyakatine bağlıdır. Liyakatine ve devlet aklı ile tutum sergileyene kömür karası etiketler yapıştırarak sokağa bırakmak, türlü bahanelerle akademisyenleri, gazetecileri, asker ve memurları işten atarak çiğneyip, sonra kalkıp bu Anayasayla olmuyor, Anayasayı bana uydurun demek yanlış olanı adımlamak olur.
Ben istediğimi atarım, yasalarda güçler ayrılığı prensipleri de TBMM’ye giren vekillerde, savaşta barışta benden sorulur derseniz, bu tek adam diktatörlüğünün adı olur. Siz iyi niyet sahibi olsanız bile sizden sonrakilerin elinde devletin ne olacağı nasıl bir felaketle karşılaşacağı belli olmaz. Siz istediğiniz gibi Anayasa değişikliği yapın o yasalara uymuyorum değiştirelim diyen de çıkacaktır. Yasalara ve kurallara uyulmasını sağlamanın yolu onun kalıcı olmasını sağlamaktır. Değiştirmek değil. Toplumsal hukuk ahlakını kalıcı ve etkin kılmaktır. Aksi tutum kanunları da kuralları da ancak kağıt üstünde var eder. Devletin de milletin de varlığını ayakta tutan Anayasa ve onun kurumlarıdır. Yargıtay-Danıştay-Sayıştay gibi kurumlar ve halkın iradesiyle oluşan TBMM Devletin de milletin de varlığını ayakta tutmak içindir. Bunlar korunmalı ve uyulması sağlanmalıdır.
Bütün bu işleri ben yaparım kendime uygun düşeni atarım gibi bir tutum sergilemek, hem ülkemize enerji kaybettirir, güç kaybettirir hem de bu siyasi düşünceyi savunan muktedire iflas getirir. Ülkenin zaman kaybına neden olmak istemiyorsanız, devlet aklını-milli aklı-ulusal aklı ön planda tutarak yol yakınken bu inattan dönülmelidir. Bu toplum ne sahip olduğu hak ve özgürlüklerinden, laik devlet yapısından, demokratik parlamenter sisteminden vazgeçmeyecektir.
Sonucu daha şimdiden tahmin edilebilen iddia sahibinin aleyhine gelişecek sonuç ülkeyi de siyaseti de zora sokacaktır. Bir yolunu bulup devlet aklını-milli aklı-ulusal aklı düşünerek bu gereksiz inatlaşmadan dönülmelidir. Bağlı olduğumuz Cumhuriyet ve kuruluş ilkeleri toplumumuza uygarlık ve gelişim yolunu açmıştır. Bir ağaç gibi tek ve hür ve de bir orman gibi yaşamanın yolu budur.
Saltanatın kaldırılması kurtuluş savaşı sonrasında kurucu Mecliste ki Kuvay-ı Milliyecilerin değil, muhafazakarların, kafası sarıklı din hocalarının da kabul oylarıyla Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığı laik devlet yapısı Cumhuriyetimizin kuruluş ilkeleri kabul edilerek ilan edilmiştir. Şimdi neden bu sürece yeniden kaftan biçilmeye kalkılıyor? Çok eskilerde kalan karanlık dünya özlemcilerinin bu çılgınlığı neden? İnat mı? Cehalet mi? Rant mı? Yoksa dini baskılar mı? Yanlış olan şu ki, dini siyasileştirmek siyasetin şemsiyesi yapmak, ülkenin gelişim sürecini zora sokmuştur. Siyasetin yapmış olduğu yanlışlar güzel dinimizin mütedeyyin Müslümanlarını da tedirgin etmektedir.
Önümüze konacak olan oy sandığında Türk milleti kendisine yapılan yanlışları ülkenin vardığı kaos ortamını ekonomisini-ticaretini-turizmini ülkesinin varlığını sandığa yansıtacaktır. Dindarlığı-milliyetçiliği- muhafazakarlığı ya da herhangi bir siyasi muktediri veya herhangi bir partiyi değil! Halkımız için Anayasa-Baba yasa olmuş pek fazlaca bir durum arz etmese de onun için önemli olan ülkenin vardığı noktadır, ülkenin bekasıdır. Kendi zor yaşam koşullarıdır.
Toplum zaten yaşadığı siyasi süreç içersinde gerildikçe gerilmiştir. İşsizliğin, ekonomik krizin yoksulluğun, verdiği şehitlerin acısını yaşamaktadır. Dikkat edilmesi gereken husus toplumu yanlış tetikleyecek “kan akacak-ezeceğiz-öttüreceğiz” bizim gibi düşünmeyen teröristtir-haindir gibi tutum ve söylemlerden uzak durulmalıdır. Devlet aklı-milli akıl-ulusal akıl öncelikli olmalıdır.