İnsanı israf etmeyelim
Kriz, Türk Dili Kurumuna göre kişiler için; "ruhsal bunalım", ülkeler için de; "bir ülkede veya ülkeler arasında, toplumun veya bir kuruluşun yaşamında görülen güç dönem, bunalım, buhran" olarak açıklanmaktadır.
Kriz, dünyanın pek çok ülkesinde ve birçok alanda yaşanabilen bir sorundur. Bireyler, toplumlar ve ülkeler kriz yönetimini doğru uyguladıklarında bu sorundan kurtulabilmekte veya yıkıcı tahribatı azaltmak suretiyle baş edilebilmektedir. Aksi halde tarihte de görüldüğü gibi birçok birey, şirket, kavim ve devletler de bu nedenle yok olmuşlardır.
Kuşkusuz pek çok kriz çeşidi bulunmaktadır. Bireyler için: Hayatın zorlukları ile baş edememe, iş, aile, ekonomik sıkıntılar, toplumsal baskılar gibi pek çok nedeni olmakta ve baş edilememesi durumunda acılar, güvensizlikler, mutsuzluklar ve daha ağır sonuçlar da doğurabilen bir durum ile karşılaşılabilmektedir. Şirketler için: Yeniden yapılanma, pazar dalgalanması, çevresel faktörler, finansal zorluklar, pazarlama sorunları, toplumsal desteğin zayıflaması gibi pek çok nedeni bulunabilmektedir. Bu duruma müdahale edilmediği takdirde şirketlerin zarar etmesi ve iflasına kadar gidebilen bir sonuç doğurabilmektedir. İbn-i Haldun Mukaddimesinde ülkeleri/devletleri beş ana evre ile açıklamaktadır. Bunlar; kuruluş, güçlenme, refah, barış ve israf evresi ile son bulduğunu belirtmektedir. Toplumların çöküşünü ise; dayanışmanın yok olması, üretimin zayıflaması/gerilemesi, vergilerin artması, liyakatin dikkate alınmaması, adaletsizliğin yaygınlaşması, umutların kırılması ve göçün hızlanması olarak değerlendirmektedir.
Tarih boyunca birçok devlet gibi Türk Devletleri de önemli krizler yaşamışlardır. Bu krizler dikkatlice incelendiğinde, diğer devletler de benzer sonuçlar yaşamış olmakla beraber Türk Devletlerinin hemen hepsi içten çökertme yöntemi ile yıkıldıklarını görebilmekteyiz. Cumhuriyet tarihine baktığımızda ise neredeyse her on yılda bir ihtilaller yaşanmıştır. 15 Temmuz 2016 tarihindeki olayın neredeyse örneği yoktur. Hain darbe teşebbüsü ya da kalkışması, devletin imkânı ile önemli makam-mevki, mal varlığına kavuşmuş sözde bizden birileri tarafından yok edilmek istendiği bilinmektedir.
Demokrasi, insan hakları, insana yakışır iş ortamları, şiddetin önlenmesi gibi kavramlar sözde değil, özde uygulanması halinde değerli olabilmektedir. Ancak Batı Dünyası, tarih boyunca “Türkler ve Müslümanlar” konusunda hep çifte standart uygulamalar içinde olduğu da bilinmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti son kırk yıldır binlerce insan ve trilyonlarca parayı terör belası yüzünden kaybetti. Uluslararası Spor Federasyonu (UEFA), ülkesini korumak için yaptığı “Barış Pınarı Harekâtı” nedeniyle asker selamı veren sporcuları dahi cezalandırmaktan geri durmamıştır. Bosna Hersek’te binlerce Boşnak Müslümanın katledilmesini inkâr edip, Sırp savaş suçlularını destekleyen Avusturya’ lı yazar Peter Handke’ ye “Edebiyat” dalında Nobel Barış Ödülü verilmesi ise bu konudaki en son örneklerden olup, manidar bir ödüldür. Oysa insan hakkı, dünyadaki tüm insanlar için geçerli bir hak değil midir?
Tüm dünyada ülkelerin en büyük sermayesi, yüce varlık olan insandır. O halde büyük emeklerle yetişen insan, üretmekten niye uzaklaştırılır ki? Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki “en büyük israf, insan israfıdır.” Lütfen insanı israf etmeyelim! Ülkemizin kıymetli evlatları yıllar yılı şuculuk-buculuk denilerek ayrıştırıldı, ötekileştirildi, pasifize edildi hatta büyük işkenceler yapıldı.
Yakın tarihte ise cemaat adı altında örgütlenen yapı, binlerce insanı türlü yöntemlerle yok etti. Neden –sonuç ilişkisini irdelemek zorundayız. Bu cemaat denen yapı, 170 ülkede hangi gücü arkasına alarak böylesi bir oluşumu kurabilir? Kendilerinden olmayanı “Müslüman” dahi kabul etmeyen yapı nasıl oluyor da İslami olabiliyor? Bu soruları cevaplamak; sorgulayanlar, neden, niçin, nasıl sorularını sormak ve biraz da olsun ülke ve dünya gündemini okuyanlar için çok kolay cevaplanacak sorulardır. Binlerce kişi; yurt içi ve dışında ciddi okulları bitirenler, ilahiyatçılar, askerler, yargıçlar vb. nasıl oldu da böyle bir yapıya kandı ve o yapı içerisinde yer aldı? Bu sorunun da cevabı çok kolay aslında; menfaatperestlik, güce olan tutku ve sorgulamadan biat ile açıklanması mümkündür.
Aslında tarih ders almak için en önemli hazinelerden biridir. Bunca acılardan ders alıyor muyuz? Onun cevabını lütfen sizler verin.
“Liyakat, ehliyet, adalet” demekten dilimizde adeta tüy bitti. Özellikle kamu kurumlarındaki keyfi uygulamalar, bu vatanın evlatlarını yok sayma, ötekileştirme, pasifize etme, aşağılama, kayırmacılık vb. nice kötü muamelelerle dolu. Basın ve medyanın sayesinde az da olsa bazı olaylardan haberdar olunabiliyor. Güngören Belediye Başkan Yardımcısının insanlık dışı muamelesi, Silopi İHL müdürünün sözleşmeli öğretmenlere iğrenç talimatnamesi gibi bazı hadiseler maalesef testi kırıldıktan sonra da olsa faillerin cezalandırılması kararları güzel ancak toplum vicdanı için yeterli olmaktan uzaktır. Çünkü Gaziantep’te Mobbing’ten dolayı intihar eden Saadet Öğretmen, Uşak Üniversitesinde ki şüpheli ölüm, Bartın Üniversitesinde hayatının baharında ve başarılı olan akademisyenin intiharı, Yalova Üniversitesi Rektörünün toplantıda akademisyeni azarlaması, Konya Valisinin “Öğretmenler Günü” kutlamasındaki aşağılamaları, sağlık çalışanlarına yapılan şiddet uygulamaları gibi basın ve medya aracılığıyla haberdar olamadığımız binlerce sorun ne yazık ki saymakla bitmemektedir.
Ülkeye hıyanet sadece silah ile olmuyor. Vatandaşı devletten soğutan, güveninin ve umudunun yıkılmasına neden olan her bir kişi, bilerek ya da bilmeyerek bir hıyanetin içindedir. Hiç kimse milletin kendisine emanet ettiği makam ve mevkii’ sini kendi egosunu tatmin için kullanma hakkına sahip değildir. Ülkenin Cumhurbaşkanı, her zaman ve her ortamda “milletin hizmetkârıyım” derken, gerçekte küçücük ama kendilerince koca makam ve mevkilere atanan birileri ise milletin efendisi olmaya çalışıyorlar! Ne garip çelişki!
Ülkemizin terör, ekonomi, işsizlik, Suriye, Akdeniz, Yunanistan gibi pek çok sorunu bulunmaktadır. Bunca soruna sahipken insanları; dil, din, ırk, mezhep, meşrep, etnik köken, cinsiyet, siyasi görüş, fiziksel farklılıklar sebebiyle ayrıştırılıp incitilmesi, amirinden üstün özelliklere sahip çalışanların kifayetsiz yöneticilerce pasifize edilerek yok edilmesi gibi pek çok yöntem ile yapılan baskılar ülkenin menfaatine, birlik ve beraberliğine asla hizmet etmemektedir. Devlet erki ülkenin geleceği ve menfaati adına buna dur demelidir! Bunun için tüm kurumlar, görevlendirilecek özel bir ekip (objektif ve adil) tarafından ciddi manada denetlenmeli ve gereği yapılmalıdır. Günü kurtaranlara, gönül kıranlara, umutları yıkanlara imkân verirsek ve “bizim adam” diyerek korumaya devam edersek, geleceğimiz berbat olur! İnsanları hoyratça israf edin ve bu gemiyi batırın diye binlerce kefensiz yerde yatmamaktadır!
Saygılarımla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.