Şimdi anladık mı?
Deprem bir kez daha bize hayatın ne kadar kısa olduğunu ne kadar zamansız ve de ne kadar acımasız olduğunu bir kez hatırlattı.
Sürekli şikayet ettiğimiz evim çok küçük, bugün yine ısınmadık yok doğalgaz çok geldi, yok elektrik faturası şu kadar yüksek geldi derken bugün bunların hiçbir anlamının olduğunu bir kez daha kavradık ne acı bir tecrübe değil mi?
Deprem öyle bir hatırlattı ki kendini; Yattığımız yatağın, üstümüzdeki yorganın markasının çok da önemli olmadığını, yemeğin tuzu, salçası az olunca da karın doyurabileceğini geç anladık ama anladık işte.
Evde beğenmediğimiz yemeğin etli az ya da çok pişmesinin önemli olmadığını, yemeğimiz beş on dakika gecikince kıyamet kopmadığını anladım ama iş işten geçti. İşte tadını ve tuzunu beğenmediğimiz o yemeğe hasret kaldık belki de yemeğe bir daha fırsatımız olmadı.
Dünyanın parasını verip öve öve bitiremediğimiz telefonumuzun markasını, arabamızın modelinin ne kadar önemsiz olduğunu aldığımızı yazlığın denize sıfır olmasını, terasından esen rüzgarın ne kadar önemsiz olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleştik.
Dişimizden, tırnağımızdan artırdığımız ve milyarlarca liraya aldığımız evin belki de mezarımız olabileceğini, üstünümdeki montun, ayağımızdaki botun yağmurdan yaştan korumasının yeterli olduğunu geç anladık. Ama anladığımızda iş işten çoktan geçmişti de farkına varamadık.
Kıyıya, köşeye attığımız diye yüzüne bakmadığımız bir battaniyenin kıymetini, sıcak bir çayın, çorbanın, taze ekmeğin nasıl da güzel bir ikram olduğunu ve ne kadar büyük bir nimet olduğunu sonradan fark ettik değil mi?
Üç günlük dünya için şahsi hırs ve isteklerimiz yüzünden kalbini kırdığımız bir insanın gönlünü almaya vaktimizin olamayacağının farkına bile varamadık. Vardığımızda da enkazın altında kalıp hayatımızı kaybettiğimizi sonradan öğrendik.
Sabah uykulu gözlerle kalkıp iki lokma yiyip bir yudum çap içip apar topar evden çıkıp koşar adımlarla yetişmeye çalıştığımız ve kaçırdığınız trenin, vapurun dolmuşun arkasından telaş yapmanın ne kadar gereksiz olduğunu deprem bir kez daha bizlere hatırlattı.
Hiç düşündük mü nerede, nasıl yattığımızı ve ertesi gün ne halde uyanacağımızı sanmıyorum. Üzerimize alıp mışıl mışıl uyuduğunuz yorganın yerine, moloz yığınlarının altında kalabileceğinizi ve o yatağın bizlere mezar olacağını acı bir tecrübeyle öğrendik.
Yaşadığımız bu afetler, felaketler, hep ders olmalıydı ve unutulmamalıydı ama biz hep unuttuk hep unuttuğumuz gibi ders almadık. Yine bildiğimizi okuyup aman bir şey olmaz dedik. Aslında unuttuğumuz zenginliğin, malın mülkün ve makamın emanet olup asıl insanlığın kalıcı olduğunu unutup insanlıktan çıktığımızı tecrübe etmemize bir deprem yetti arttı bile değil mi?
Onun için şu üç günlük dünya için sevdiklerinizin kıymetini bilin kalbini kırmayın, onları üzmeyin ve yarına çok geç olabilir bunu unutmayın. Unutmayın ki kimi üzerseniz, kimi kırarsanız acısını çok derinden yaşarsınız aklınızda bulunsun.
Har vurup savurmayın, tasarruf edin, yediğinizi içtiğinizi israf etmeyin, emanet olan hayatımızı, canımızı, ne zaman nerede teslim edeceğimiz belli değil? Allah’ın gücüne giden şeyleri yapmaktan uzak durun, durun ki size merhamet etsin. Hırslarınız uğruna insanlıktan çıkmayın ve yardımseverlikten, iyilikten elinizi çekmeyin.
Son bir söz olarak ta şunu diyeyim, yaptığınız işin, imalatın ya da mesleğinizdeki sorumluluğun, insan hayatına nasıl da olumsuzluklar yaşatabileceğini, ölümlere sebep olabileceğinizi aklınızdan çıkarmayın. Çıkarmayın ki yarın başınıza geldiği zaman sevdikleriniz üzülmesin bunu bilin ona göre yaşayın.
Demem o ki namuslu şerefli vicdanlı yaşamak çok kıymetli... Vicdan ve merhametinizi asla kaybetmeyin. Kendinizi sevin, kendinizle barışık olun ki dünya güzelleşsin ve yaşadığınızın farkına varın…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.