Kara öldü!
Kara'yı “hovardalık” götürdü! Kara, yaşına başına bakmaz hovardalığa giderdi...
Hani Kara'nın hovardalığı öyle kaş göz süzmeler, sonra oturup bir yerlerde yemek yemeler, kahve içmeler daha sonra da biraz korku, biraz yürek çarpıntısı, biraz mahcubiyet biraz suçluluk duygusuyla birlikte sıcacık yatağa girmeler şeklinde olmuyordu!
Karda kışta kıyamette üç beş rakip arasından sıyrılmak yürek istiyordu, bilek istiyordu, tecrübe istiyordu, güç kuvvet istiyordu...
Bizim kara'da hepsi vardı da; “ah kör olası yaşlılık” yaşlılık nedeniyle güçten kuvvetten düşmüştü.
Anamın deyimiyle yaşlılık:
"Kapıya konulacak mal değil"di.
Bizim Kara'nın gözü seçmiyor, kulakları ağır işitiyor, dişleri yeterince kesmiyor, burnu koku almıyordu...
"Horoz ölür, gözü çöplükte kalır" derler ya, hah işte tam da öyle...
Bizim Kara, Yıldırım'ın arkasına isteksizce fırlattığı kuru ekmeğin yere düşerken "pat" diye çıkardığı sesi duymuyor, yerde kokusunu alamıyor, sağdan soldan:
" Hey Kara, tam arkanda! Oğlum arkanda, arkanda diyorum görmüyor musun ulan!" diye sitem dolu kızmalara, öfkelenmelere aldırış etmez gibi görünse de burnu yerde ekmek ararken bizler gerçeği bildiğimizden Kara'nın durumuna üzülüyorduk...
"Kara bizim köydeki evimize Aralık ayının çok soğuk bir günü sığınmış.
Köyün sığırlarını güden Balıkesir'li Roman vatandaş, pılısını pırtısını toplayıp köyü terk ederken Kara'yı yanına almamış, peşinden koştuğunda azarlayıp tekmelemiş, küfrederek bir iki taş fırlatıp arabasını gazlayıp gitmiş... Tüm bu hakaretlere, istenmemelere rağmen Kara sahiplerinin arabasının peşinden koşmuş koşmuş... Yetişemeyeceğini anlayınca da başını göğe dikip ağlamış ağlamış...
Sonra umutsuzca, başı yerde omuzları düşük, gelip bizim eve sığınmış bizim köpeğimiz olmuş" öyle söylediler.
Bir hafta içinde iki hovardalık pes vallahi!
Kara'nın birinci hovardalığı bizim mahallede bizim sülalenin avlusu içinde olması nedeniyle, başka mahallenin köpekleri bizim mahallenin avlusuna girememiş, girseler de korktuklarından dolayı Karaya ölümcül yaralar açamamışlar boynunda boğazında üç beş diş izi, kulaklarında bir kaç yırtıkla yetinip bıraktıklarından yıkayıp ilaçladığımız yaralar çabuk kabuk bağlayıp iyileşmeye yüz tutmuştu.
Hovardalıkların genelde böyle riskli olduğunu, huzursuzluklara, geçimsizliklere, boşanmalara, yaralamalara, hatta cinayetlere sebep olduğunu hemen hemen hergün defalarca televizyonlarda gazetelerde görüp duyuyoruz!
Viyana'dan geldiğim bir yaz tatilinde
.... şehrinde kiraladığım araba tam da ....taksi durağının yanındaki bakkal dükkanının önünde arıza yaptı. Duraktan meraklı taksiciler gelip, arabanın sağına soluna el atarlarken bakkal dükkanından da çarpık bedenli, garip yürüyüşlü bir kişi çıktı. Söylediğine göre o beni tanıyıp gelmişti. Bakkaldan gelen, o dükkanın sahibi imiş. Zor tanıdım! Benim bildiğim adama hiç benzemiyordu, gepgenç adamın bacakları eski Skoda tekerlekleri gibi içe doğru bükülüp kavis yapmıştı, iki koltuk değneğiyle zor yürüyordu.
"Seni gördüm geldim aha su dükkan benim" dedi.
"İyi ettin sağol da, bu vaziyet ne oğlum, bacakların çarpılmış, eski skoda tekerleklerine dönmüş, içe doğru kavis yapmış hayır mı?
"Sorma işte, bir kaza geçirdik, araba kazası. Bacaklarım kırıldı, sınıkçıya gittim, o da sardı sarmaladı Ağri (eğri)dutmuş, beyle galdı!"
"Ulan oğlum, böyle galdı olur mu? Bir hastaneye git, ameliyat ol, yeniden kırıp bükerler ama en azından eskisine benzetirler" dedim.
"Boş ver, ta eyle getsin gidecaği yere gadar" deyip elini boşlukta sallarken, sanki başka birinin bacaklarından bahsediyor gibiydi.
Sonradan öğrendiğime göre, kaza yapmamış, bakkal dükkanında hovardalık yapmak isterken yakalanmış, kadının yakınları tarafından dövülmüş, bacakları kırılmıştı!
Kara'ya ne olduysa ikinci hovardalık denemesinde oldu!
"Abdurrahmanlardan Esed'in it küçen olmuş" dediler. Kara bir kaç gün görünmedi. Geldiğinde adeta paramparçaydı, sadece nefesi kalmış, sallanarak yürüyordu. Ne önüne koyduğumuz süte, ne de yüzümüze baktı?
Önümüzden geçip gitti. Günlerce aradık. Terk edilmiş evlere, köy dışındaki kaya kovuklarına, derelere baktık, Kara kayıptı üç gündür yoktu?
Haber İsrafil'den geldi. "Kara'nın ölüsünü bulduk" dedi. Çok üzüldük...
Motorunu koyduğu Tilkilerin Mahli'nin terk edilmiş evinin çökmüş balkonunun bir köşesine sığınıp, orada ölmüş yıkıntıdan gelen koku üzerine orada bulmuşlar.
“İtin ölüsünü, sahibine sürütürler” derler.
Yıldırım, Barış büyükçe bir naylonla gittiler, Kara'nın çürümeye yüz tutmuş kadavrasını motorun römorkuna yükleyip, İncirağacının yükseltisine, köyün dışına bırakıp geldiler...
Kara çok akıllı bir köpekti. Bazen: "Ulan bu biraz daha zorlasa konuşacak ellam" duygusuna kapılır, çıkardığı sesler karşısında ürperirdiniz!
Siz koşarken çelme takar, siz dalgın düşünceli giderken, birden arkanıza bağladığınız elinizi yalar kaçardı.
Özgürlüğüne çok düşkündü, kesinlikle boynuna tasma taktırmaz, tuzak olacağı ihtimaliyle sizden önce kapalı bir yere kesinlikle girmezdi...
Hindistan'dan Budist arkadaşlarım oldu. Onlar, öldükten sonra tekrar başka bedenlerde doğulacağına inanırlar. (Reenkrasyon)
"Köpek olarak tekrar geleceksek Avrupa'da gelelim. Avrupa'da genç kızların, kadınların sevgilisi oluruz. Ya tekrar doğuşumuzda Hindistan'da köpek olarak geleceksek vay halimize. Dövülürüz hakaret görürüz, aç kalır taşlanırız" derlerdi...
Altmış sene önce Avusturya'ya çalışmaya gelen Ali Çetin Dayı, Avusturya'da genç kızların, kadınların köpeklerine karşı gösterdikleri ihtimam (özen) karşısında dayanamayıp yanındaki arkadaşına:
"Ula Nuru (Nuri) gâvurun iti olasın." dermiş.
“Küçen olmak: Kızana gelmek, köpeklerin çiftleşmeye hazır hale gelmesi.”
Saygılarımla...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.