Kendi muhtaç bir dede kalkıp başkasının çöpüne himmet edemez!
Çevreye karşı çok duyarlıyız ya, plastik poşetleri de marketten alırken 25 kuruş ödeyeceğiz. Çevreye katkı sağlayacaksa başlangıç sayılacaksa olabilir. Türkiye gibi bir ülkeyi böyle palyatif tedbirlerin çözüm sağlayabileceğini sanmıyorum. Çözüm köklü ve kesin temellere dayandırılmadan Eğitim-Üretim-yasal ve cezai önlemleri sağlanamadan sonuç elde edilemez. Kendi çöp sorunumuzu çözdükte sıra İngiltere’den 80 bin ton plastik çöpü almaya geldi! Ülkemizin adı çevreci ülkeler arasına girsin diye bu yola başvuruluyorsa durum vahim demektir.
Her şey den önce Türkiye kendi çöpünü dönüştürecek-ayrıştıracak yapıya ve teknolojiye sahip değildir. Kalkıp başkaca ülkelerin çöpünü almak gösteriş olur. Dünyada İngiltere’den en çok plastik çöp kabul eden ülkelerden biriyiz başı çeken Malezya’dan sonra gelir yerimiz. Peki, ne yapacağız bu çöpleri ayrıştırabilecek miyiz? Ne avantaj sağlayacak ülkemize? Bildiğiniz gibi niçin alındığı kimin aldığı kimin ayrıştırdığı devlet sırrı gibi. Perde arkasından bu işe soyunanlar rant sağlayarak sır perdesini oluşturuyorlar.
Hadi diyelim elin çöpünü İngiltere’den-Almanya’dan-İtalya’dan aldınız. Bunun dönüşümünü-ayrıştırıp üretime katkı sağlayacak fabrikalarınız nerede? Yok tabi. Devlet sırrı gibi. Tıpkı Malezya örneği gibi satın aldığımız çöpü yakıp külünü de havaya savuruyoruz. Nasıl olsa ülkede insan hayatı en ucuz şey! Havaya karışan gözle görülmeyen o mikro plastik ürünlerin partikülleri Hava-Su-Yiyecek yoluyla insan vücuduna giriyor. Uzmanların ağırlıkla üzerinde durduğu kanser artış nedenlerinden biri de bu.
Lafa gelince de bütün bu yapılanları çevreci kimliği ile yapıyorlar ya! OECD raporlarında bile Türkiye çöpünün %1’inin geri dönüşümünü sağlayabiliyor diye raporlar var. Maksat bu yoldan birileri para kazansında gerisi önemli değil. Kimin ithal ettiği kimin yakıp veya toprağa gömdüğü önemli değil. Yeter ki ithal eden gizli el bizden olsun. Keşke marketlerde para ile satılan poşetlerin önü 25 kuruş ile kesilmeseydi. Üretimi-satışı tümden yasaklanıp yerine alternatif bez torbalar-fileler konabilseydi. Daha köklü bir sonuç getirmez miydi? Doğada-havada-suda uzun yıllar yaşayıp yok olan mikro plastikler sudan-havadan-topraktan hayvan ve insanlara geçmektedir. Kıyılarımız-denizlerimiz-kent çöplüklerinin içler acısı halini hepimiz izler durumdayız. Korumasız laf olsun diye alanlar açmak olmamalı
Kendimize çevreci havası vereceğiz diye, çevremizde ki göl-nehir deniz ve doğayı siyasetin ve Rantın bakar kör gözlükleri ile ne hale getiriyoruz. Trabzon/Çaykara ilçesine bağlı Uzun Göl 56 km Stabilize bir yola sahipken o günün siyasilerinin Uzun Gölü koruma ve kollama altına almadan o yolu asfalta dönüştürerek denetimsiz bir yapılaşmaya-betonlaşmaya ve kirliliğe yol açılmasına neden olmuştur. Bölgeye özgü Karadeniz’in kimliğini oluşturan o güzelim iki katlı ahşap evlerinin yerini beton almış bölge kimliğini kaybetmiştir. Dağlardan gelen karlı suların erimesiyle oluşan göl ve içinde nadir bulunan renkli alabalıklarının yerini naylon plastik ve atıklar esir almıştır. Dünya da sadece Alp Dağlarında var olan göllere tek örnektir Uzun Göl. Ancak burada yaratılan denetimsiz yapılaşma ve kirlilik gölde ve çevrede oluşan plastik mikro organizmaların varlığı ile insan ve canlı hayatını da esir almış durumdadır.
Uzungöl daha başından beri gelişim sürecini yaşayarak takip ettiğim bir örnektir. Şimdi sıra Burdur’un Salda Gölü’ne gelmiştir. Dileriz çevreciyiz çevreyi insanların hizmetine açıyoruz diye ilerde oluşacak Ranta-kirliliğe betonlaşmaya doğanın katledilmesine-yağmalanmasına yol açmazlar. Daha önceleri de bu tür çevreci girişimleri yapmaya soyunanlar olmuştur. Çevreyi milletimizin hizmetine açıyoruz diyenler olmuştur. Şimdilerde bunun adı Millet bahçesi adı altında yapılmaya çalışılmaktadır. Dileğimiz denetimsiz ve korumasız alanlar yaratarak o alanları siyasetin kör kuyusuna atmak olmamalıdır. Kör siyasetin yarattığı sözüm ona çevreci girişimler nasıl siyasi mevta haline dönüştüğünün sayısız örnekleri vardır.
Daha yakın bir tarihten örnek vermek gerekirse, çevreci ayaklarla yaratılmak istenen İstanbul Büyük çekmece Albatros’taki milyonlarca metre karelik ağaçlık alanı Millet bahçesi yapacağız, yetmedi İstanbul Arnavutköy’de ki 2 milyon 796 bin 584 metre karelik alanı, daha önceleri “Su koruma havzası ve tarım alanı” olarak belirlenen araziyi, konut-AVM-otel-alanına çevirmek, siyasilerin ve çevreciyiz adı altında boy gösterenlerin hedefi ya da amacı olmamalıdır. Çevre yanlış ellerde katliama uğrarsa suya-havaya-toprağa karışan mikro plastik atıkları insanların kansere bir adım daha yaklaşmasını sağlar. İngiltere ve diğer ülkelerden getirilen plastik atıklarını biz ayrıştırırız diye çevrecilik yapıldığını sanmak kendi doğasının ve insanının sonunu hazırlamaktır.
Kendi çöpünü ayrıştırıp dönüştüremeyen denize-göle-toprağa atan eğitilememiş-dizginlenememiş bir toplum ve siyasi iradesi başka ülkelerin çöpünü almaya talip olmamalıdır. Bu gün yokluğunu hissettiğimiz Domates-biber ve patlıcanı kış ayında kısa bir dönem alamasak ta olur. Ancak siyasetin yarattığı ilerde mevta alanlarına dönüşecek plastik yığınlarını önleyemez ve kontrol altına alamasak mevsiminde bile hayalini kurduğumuz sebze ve meyveleri ilerde bulamayabiliriz de!