Ne Arab’ın yüzü ne Şam’ın şekeri!
Hani din kardeşiydik hani dosttuk? Ne oldu da birbirimize sırt çeviriverdik. Karşılıklı alışverişimiz ve sempatimiz vardı hasretle kucaklaşıp hasretle birbirimize sarılıp öpüşüyorduk. Üç buçuk milyar dolarlık ithalatımız, üç milyar da ihracatımız bile vardı. Ani bir ambargo niteliği taşıyan kararla hiçbir ürünümüzü ithal etmeyeceklerini açıkladılar. Hatta ülkelerine hiçbir Türk müteahhidi bile sokmayacaklarmış. Bu karar sadece Suudilerin aldığı bir kararla kalmayıp, diğer Arap ülkelerini de kapsamış durumda. Bu kadar hayranı bulunan ülkemize bu yapılır mı? Oysa aramız iyiydi. Suudi kralı öldüğünde bile Afrika ziyaretinde bulunan liderimiz seyahatini yarıda keserek Suudi Arabistan’a cenazeye katılmak için gitmişti. Acımızın kanıtı olarak da Türkiye de bayraklarımızı bile yarıya indirerek acımızın ne kadar büyük olduğunu göstermiştik.
Her şey bir Arap kökenli Suudi yönetimini eleştiren bir gazetecinin, şehrin göbeğinde nişanlısıyla Suudi elçiliğine vize almak için giderken gazeteciyi içeriye kabul edip öldürülmesi hatta boğazlanıp parçalanmasıyla başladı. Gazeteci öldürülüp parçalanmış ve yok edilmişti. Katiller ellerini kollarını sallayarak geldikleri özel uçakla ülkelerine dönmüşlerdi. Dönüş sonrası mesele anlaşılınca dünya kamuoyu ayağa kalkmış, ülkedeki zafiyet dile getirilmişti. O gün bu gündür ülkeler arasında esen ters bir rüzgâr vardı. Bu ambargo niteliğinde ki kararda onun tuzu biberi oldu.
Arap’tan dost ayıdan post olmaz diye bir Anadolu deyimi vardır. Mustafa Kemal Atatürk’te Osmanlı döneminde yemende ve diğer Arap ülkelerinde bulunmuş ve bu toplumu tanıma fırsatı edinmişti. Bunun içindir ki “Türkler yönünü batıya çevirmeli, Arap toplumundan uzak durmalıdır” demiştir. Hiçbir zaman Arap toplumunun dostluğuna güvenilemez. Sadece diplomatik bağlantılar devam ettirilebilir. Uygulanan yanlış dış politikalar sonucu uğruna savaşlar verdiğimiz dost diye bileceğimiz bir ülke kalmamıştır. ABD dost ve müttefikimiz iken bizi Suriye de arkadan vuran PKK-PYD gibi terör örgütlerine para ve silah yardımı yaparak askeri destek vererek bizi satmıştır. ABD istedi diye sınır komşumuz Suriye ve Irakla da papaz olduk. ABD istedi diye Kore de nice şehitler verdik. Oysa müttefikimizdi dost biliyor her dediğini itirazsız yapıyorduk. Gelen tehdit ve hakaret içeren mektubu bile üç maymunu oynayarak geçiştirdik. Oysa çat kapı ziyarete gidip bağlılıklarımızı bildiriyor sohbet ediyorduk.
Bütün dost ve müttefik bildiklerimizle omuz omuza iken şimdi sırtımızı döndük. Sadece ABD-Suudi-Suriye-Irak-Mısır-Fransa-Rusya ile değil bütün çevre ve dost bildiklerimizle çekişme içerisindeyiz. Dünyanın çeşitli ülkelerinde askerlerimiz var. Savaş verip şehit düşüyorlar. Bütün bu kopuk ilişkileri yaratanlar yine bizleriz bizim yanlış politikalarımızdır. Duygusal davranıp yüzümüze gülerek bizi arkadan vurmalarına biz sebep oluşturuyoruz. Düşman dışarda değil içimizde. İçimizde ki düşman da bizi içimizde ki kurt gibi eritmektedir. Bu yanlış uygulamalar içimizi durmadan kemirir durur. Bu yanlışlardan kurtulmanın yolu elbette ki vardır. Bu girdaptan çıkmak için hiçbir sonuç getirmeyen siyasetteki kayıkçı kavgalarından vazgeçmek gereklidir. Üretmeyen istihdam yaratmayan ekonomik politikalardan vazgeçerek üreten planlı bir ekonomiye geçilmelidir. Çevreyi betona teslim eden politikalardan kurtularak çevreci planlamalara geçilmelidir. Tarikat kuyruğuna takılmaktan kurtulup bilimin-Teknolojinin ve aklın yolunu seçen politikalara yönelmelidir.
Tek yol planlı ve teknolojiye dayalı üretimdir. Doğru politikalarla güven sağlayıp ihracattır. Turizmdir-milli bir eğitim sistemidir. Siyaset oy kaygısıyla oy devşirmek amacıyla yaptığı kutuplaştırıcı-ayrımcı dili bırakıp birleştirici-uzlaştırıcı bir dil kullanmalıdır. Sen-Ben kavgası yaratarak toplumu ayrıştırarak yapılan siyaset ne yurtta ne de dış dünyada itibar görmez. Görmediği gibi çevresinde dostluğuna güvenilir ülke bırakmaz. Oluşan güvensizlik ortamında etrafınızda hiç dost kalır mı? Size itibar eden olur mu? Değirmene kılıç sallayan DON KİŞOT’A dönersiniz. Güven oluşturacaksınız ki dostunuz size itibar etsin, gelip ülkenizde yatırım yapsın. Her gün 300 tane yalan atarak ne ülke kalkınır ne itibarınız olur ne de yatırım yapmak için ülkenize gelen olur.
Samanı Bulgaristan’dan, pirinci bile yerlisi ve millisi varken Yunanistan’dan, bayramlık danaları bile Arjantin’den ithal ederseniz, ülkede tarım gelişir mi? Milli ve yerli ürünlerini üretemeyen bir ülke çevresinde dost bulabilir ve saygın olabilir mi? Arapların bile güven duymayıp bize sırt çevirdiği ülkede suçu orada burada aramayıp kendimizde aramalıyız. Suçlu olan bizim uyguladığımız politikalardır. Parsel-parsel yabancıya peşkeş çekerek talan ettiğimiz ormanlarımız, Ranta kurban verdiğimiz kıyılarımız, betonlaştırdığımız şehirlerimiz hepsi bizim yanlış uyguladığımız politikaların sonucudur. Suçluyu dışarda ilan edip işin içinden sıyrılamazsınız. Suçlu biziz bizim uyguladığımız politikalardır.
Türkiye kendi Milli ve yerli ülkenin kuruluş değerlerine bağlı politikaları uygulamadığı müddetçe ne müttefiklerinin dostluğu ne de Arapların din kardeşliğine bağlı varlığı söz konusu olabilir. Tek yol Mustafa Kemal Atatürk’ün uyguladığı milli ve yerli politikalara, ülkenin kuruluş değerlerine dönülmesiyle mümkün olacaktır.