Cemal Kayı

Cemal Kayı

OKUMAK KOLAY OLSAYDI, YETİKLİ'NİN UŞAĞI DA OKURDU

OKUMAK KOLAY OLSAYDI, YETİKLİ'NİN UŞAĞI DA OKURDU

*Elif kalem gibi, Be tekne gibi Te ona benzer, Se ona benzer. Cim karnı yarık, Ha ona benzer Hı ona benzer. Dal beli bükük, Zel ona benzer. Ra çengelli, Ze ona benzer. Sin üç dişli, Şın ona benzer. Sad deve dudaklı, Dat ona benzer. Tı tavşan kulaklı, Zı ona benzer. Ayın ağzı açık, Kayın ona benzer. Fe kuzu başlı, Kaf koyun başlı, Kef karnında hemze, Lam orak gibi, Mim çomak gibi, Nun çanak gibi, Vav bir gözlü, He iki gözlü, Lamelif bacağı dolaşık, Ye yılan gibi...*

Ters Dikdörtgen şeklinde beş sınıf bir arada eğitim gördüğümüz, köy İlkokulunda dönem tatillerinde Kuran öğrenirdik.

"BİZ ÖLDÜKTEN SONRA MEZARIMIZIN BAŞINDA BİR FATİHA OKUR" diyen büyüklerimiz, bizleri sabahın alaca karanlığında ocağın karşısına yönümüz ateşe sırtımız ayaza kapıya dönük oturturlar, yaban nanesi kokulu sıcak Tarhana çorbasını önümüze sürerlerdi. Közde gevretilmiş yufkalara dürülü peynirli dürümleri ısırırken tahta kaşıkları çorbaya sallar, yemeğimiz bitince de yemek yerken üstüne otuduğumuz tezeği, koltuğumuzun altına alır bizlere Kuran öğretmek için Okulda bekleyen Tilki Hocaya teslim olurduk.

Tilki Hocanın budakları alınıp ateşte ütülerek kabuğu soyulup parlatılmış çok uzun bir değneği vardı. Nerden edindi bilmiyorum ama içimizden *YALAKA* bir arkadaşımızın bizden gizli hediye ettiğini sanıyorum.

Bacası çekmeyip özelliği öyleymiş, öyle olması gerekiyormuş gibi her seferinde tezek dumanını içeri veren gövdesinden bir kaç defa yamalı sobanın verdiği acı tezek dumanı genzimizi yakıp gözlerimizi yaşartırken Hacı Duran, başına yediği değneğin acısıyla manda sesi gibi akortsuz, çatlak sesini sınıfın toprak sıvalı duvarlarında yankılandırırdı.

"Auzu bılla, der, mısmılla" der, " İnnea Tayna" der, dil yapısı, telaffuzu biz Türklere, Türkçeye uymayan kelimeleri söylemeye çalışır, söyleyemedikçe ise kafasına değneği yerdi. Hacı Duranın zaten yanlış okuyacağını bilen Tilki Hoca, değneğini önceden hazırlar Hacı Duran ise, kaderine teslim olmuş bir günahkâr tavrıyla gözlerinden yaşlar akıtarak, ellerini romatizma ağrıları tutmuş yaşlılar gibi dizleri üstünde aşağı yukari huşu içinde sürterken boynunu bir tarafa büker, ermiş küçük bir Molla tavırlarına bürünürdü...

Biz Türklerin İslamiyete geçmeden önce elbette bir dilimiz, elbette bir dinimiz vardı. Bir Alfabemiz, bu Alfabeyle yazılmış yazıtlarımız, destanlarımız vardı. Yazılı tarihi beşbin sene öncesine dayanan kadim bir milletin, elbette kendine özgü bir dili, bir Alfabesi, bir dini, diniyle şekillenip yoğrulmuş bir kültürü olacaktır.

ATATÜRK, öğrenilmesi ve öğretilmesi zor olup, çok uzun zaman alan, Türk seslerinden farklılık taşıyan, herkesin farklı okuyup farklı anlam çıkardığı Arap alfabesinin yerine, Latin Alfabesini koyarken gene o dahiyane aklıyla görüşüyle hareket etmiş, Türk halkının en çabuk ve kolay öğrenebileceğini, örnek alınan Avrupayla daha çabuk bütünleşilebileceğini düşünerek Lâtin Alfabesini seçmiştir. Ömrü biraz daha uzun olsaydı belki de Mete Hanın Gök Türk Alfabesini, Uygur Afabesini, Oğuz Alfabesini vb. geliştirip güncelleştirmek isterdi...

Orhan Koloğlu'nun *Osmanlıdan Türkçeye Okur Yazarlığımız* adlı kitabında verdiği bilgilere göre;

Hasan Tahsin, Hukuk-u Beşer gazetesinin 25 Mart 1919 tarihli ve 120 sayılı, *Matbaata Bilâ Kayd-u Şart Hürriyet lâzımdır* başlıklı yazısında; gazeteleri okuyanların daha önce ancak % dört'e ulaştıkları belirtliyor. Bu sayı Osmanlı döneminin İstanbul'undaki okur yazar oranıdır.

Siz bir de Anadolu'yu düşünün. Osmanlıda okuryazarlık devlet adamlarının abartmasıyla % on' dur bunun % dört kadarını devlet hizmetinde bulunan ve o zamanki adları; *Milleti Sadık-a olan Rum ve Ermenilerle daha az sayıda Arnavutlarla Ararlarlar teşkil etmektedir" demektedir...

Ben sizlere şunu sorarım;

*Madem Arap Alfabesinin bu kadar kerameti vardı, bu kadar kolay öğrenilip, öğretiliyordu da neden Osmanlı döneminde okur yazar oranı o da şehirlerde, ancak % 4-5 civarındaydı?

*Madem Osmanlı yönetimi bu kadar adil, devlet bu kadar zengin ve müreffehti de neden; okuryazar seviyesi bu kadar düşüktü!

*Osmanlı'nın tüm döneminde yazılan ve basılan kitap sayısı ne kadardır?

*Osmanlının tüm dönemlerinde, Osmanlı topraklarındaki kütüphane ile kütüphanelerde bulunan kitap sayısı ne kadardır?

*Osmanlı döneminde başka dillerden Osmanlıcaya çevrilen ya da Osmanlıcadan başka dillere çevrilen kitap sayısı ne kadardır?

Türkiye Cumhuriyeti döneminin ilk on yılında, Osmanlı devletinin 200 yılda bastırdığı kitap sayısının, % 52 sini bastırmıştır. Bu sayı;

(16 bin atmış üç) 1729-1842 arası (113 yıl) arasında basılan 536 kitap ya da, 1729-1875 yılları arası (146) yıl arasında basılan 3074 kitapla karşılaştırabiliriz...

Osmanlıyı kuranlar bizim atalarımızdı. Yani, *BEN TÜRKÜM* diyenlerin. Yani, Osmanlı bir AİDİYET değil, ancak bir Osman bey, bir Ertuğrul Gazi Aidiyettir. Osmanlı Devleti ve Sultanlar günahlarıyla sevaplarıyla tarihteki yerlerini almışlardır. Ben Türküm diyemeyenlerin bir Ertuğrul Gaziye, bir Osman Bey'e, bir Alpaslan'a takiyye yaparak arasıra olduğu gibi bir ATATÜRK'e sığınma hakları da yoktur. Osmanlılk bir AİDİYET değil, TÜRK olmak bir aidiyettir. Burada ırkçılık yoktur. Ben, bir Almanın Alman olduğu kadar, bir Arabın Arap olduğu kadar, bir İngilizin İngiliz olduğu kadar Türküm. Bu bir AİDİYET'tir, yani ait olduğun ulus, ait olduğun ulusun genlerinin sana verdikleridir...

On sekiz yılda herşey halledildi, sıra Alfabe değişimine geldi öyle mi? Dün Ayasofya bu gün Alfabe değişimi! 2001 yılında bir asgari ücretle, on iki çeyrek altın alınan bir ülkenin geldiği yer bu gün; bir asgari ücretle, sadece üç çeyrek altın alınabilen bir Türkiyedir. Bugün bir Avro sekiz, bir dolar yedi TL'dir. Oysa iktidarı sizin devraldığınız 2001 yılında, bir lira kırk kuruş verip bir dolar, bir lira 28 kuruş verip bir Avro alabiliyordunuz. Bu gün bir Avro alabilmek için, sekizlira yirmibeş kuruş, bir dolar alabilmek için ise, yedi TL ödemeniz gerekiyor!

Dedem Ali Efendi'nin Medresesi vardı, (Anne tarafımdan)

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Gündüz'ün :*Kırşehirde Vakıflar ve Vakfiyeler* kitabında adı geçer. Kırşehir genelinde sayısı iki elin parmaklarını geçmeyen Medrese ve Vakfiyelerden biridir.

O dönemlerde Molla olmak, Medrese Hocası olmak isteyenler başta İstanbul olmak üzere gençler büyük şehirlere giderler, ancak çok az sayıda bir kısmı okuyup Hoca olarak geri dönerlermiş. Kırşehir, Çiçekdağ'ının YETİKLİ köyünden de Hoca olmak için gitmişler, ancak bu gençlerden hiç birisi okuyup hoca olamadan köyüne geri dönmüş. bunun üzerine köylülerden birisi;

"OKUMAK KOLAY OLSAYDI YETİKLİNİN UŞAĞI DA OKURDU!"

demiş.

Kırşehir çevresinde özdeyiş olmuş bu söz gerek Hacı Duran'ın *İNNEA TAYNA* yı yediği o kadar sopaya rağmen bir türlü dilinin dönüp söyleyememesinin, gerekse *YETİKLİ** nin uşağının bir türlü HOCA olamamasının altındaki neden:

Arap Alfabesiyle Osmanlıca dediğimiz *ARAP ÇORBASI* bir dil ile Türkçenin öğrenilip öğretilemeyeceğine bir kanıttır.

Hacı Duran, Cumhuriyet döneminde halâ bir Arap gibi Besmele çekip, bir Arap gibi *İNNEA TAYNA*yı okuyamazken YETİKLİ köyünden Cumhuriyet döneminin Eğitim ve Öğretimiyle, Lâtin Alfabesinin kolaylığıyla çok öğretmen, Doktor, Mühendis vb. çıktığı kanısındayım.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cemal Kayı Arşivi

Atlar

15 Mart 2023 Çarşamba 00:05