Özledim işte ya! Daha ötesi var mı?
Arabayla köylere girerken bazen koyun sürüleriyle karşılaşırdık. Çoban hemen sürüyü arabanın önünden çekmek için çabalardı. Arabalarda koyunların arasından yavaş yavaş ilerlerdi. Zaman zaman herkesin başına gelmiştir. Koyunlar, kuzular, çobanın eşeği ve köpeği sürünün ayrılmaz unsurlarındandır. Bazen köpek bir tane değil de sürünün büyüklüğüne göre daha çok sayıda olurdu. Bazı köpekler araba yanından geçerken sakinken bazıları da arabaları kovalıyorum sanırdı. Arabayı sürüden uzaklaştırana kadar kovalarlardı. Çünkü kendilerine göre sürü o zaman emniyette olurdu.
Köylülerin tarlada ektiği ürünleri haricinde, bahçelerinde kendilerine yetecek kadar hatta birazda eşe dosta yetecek kadar domates, salatalık, patlıcan daha neler, neler yetiştirirlerdi. Mis gibi kokardı o domatesler dalından koparıp tuzlayıp yemek ne kadar muhteşem olurdu. Dedim ya, mis kokardı domatesler. Mis gibi kokardı her yer. Dağlardan kekik kokusu yayılırdı; ovalara. Köylerin içindeki tezek kokusu bile doğallığın teminatıydı. Tezek kokulu köyleri bile özledim desem; inanır mısınız? Şimdilerde o köyleri mum ışığıyla arıyoruz; maalesef böyle köyler kalmadı. Herkesi bir şehir sevdası almış başını gidiyor. Eskiden genel nüfusun %60’ı köylerde yaşarken şimdilerde köyler bomboş.
Yediğimiz meyvenin sebzenin ne tadı var; ne de mis kokusu. Hibrit tohumlarla yetişen anlamsız ürünler, başka ülkelerden ithal edilen bakliyat ürünlerinin ve de hayvanların etinin tadı bile yok. Çünkü doğal değil. Biz nerede yanlış yaptık bilmiyorum ki!
Ancak insanları köylere çekecek projeler üretebiliriz. Aslında M. Kemal Atatürk’ümüzün köy projelerini hayata geçirsek çok daha güzel olacak. Eskiden öğretmen okulları varmış. Bu okullarda yetişen öğretmenler biraz veteriner, biraz ziraat mühendisi hatta birazda doktormuş. Köylüye önder, köylüye can olmuşlar. Koyunculuk, arıcılık, besicilik, süt hayvancılığı, peynir, üretiminden bahçe ekimi, tarladaki köylüye faydalı olacak bütün işlerde birer uzman olarak yetiştirilirmiş. Ancak bu okulların siyasallaşması bu okulların sonunu getirmiş.
Asıl mesele her zaman maalesef unutulmuş. Köylerin kalkınması unutulmuş. Atatürk’te “Köylü milletin efendisidir” demiş ya! Köylüde ben efendiyim diye yıllarca susmuş kalmış. Hâlbuki fikirler el ele verince güçlenir. Ancak; bizler düşünce dünyamızda hep benim dediğim olsun, diyoruz. Benim fikirlerim doğru. Benim fikirlerim en başarılı. Benim fikirlerim en iyisi diye düşünüyoruz.
Artık şapkamızı önümüze koyup düşünme zamanı. Bahar geliyor; yerli üretim için bağ bahçelerimizde kendi ürünlerimizi yetiştirmek için. Yerli tohum, yerli gübre, yerli ilaç üreterek; kesinlikle ve kesinlikle ithalata dur demeliyiz. Yoksa marketlerde yerli üretim logosunu gördüğümüz ürünlerin bile sadece Türkiye’de paketlendiği için yerli ürün diye satıldığını görürüz. Maalesef ben şahit oldum. Türkiye’de paketlenen ürünler yerli diye satılıyor. Amerikan kolaları bile maalesef yerli ürün logosuyla satılıyor.
Kısacası Türkiye’de paketlenmesi ya da başka bir ülke malının lisanla ülkemizde üretilmesi o ürünü yerli ve milli yapmaz.
Ya da yerli ürün logosuna %100 kendi ürünümüz ise ekstra Türk bayrağı bulunsun. Başka ülkenin malı ise o ülkenin bayrağı olsun. En azından ne yediğimizi içtiğimizi bilelim. Yani ülkemizde paketlenen ürün ne malı ise onun bayrağı olsun. Lisanla üretilen Amerikan malına da Amerika bayrağı konsun.
Sizi bilmem ama ben kasketli köylü amcamı pazarda ürününü satarken görmek istiyorum. Şalvarlı teyzelerimi peynir, yumurta, yoğurt satarken görmek istiyorum. Özledim işte ya! Daha ötesi var mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.