“Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz…”
“Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz…”
“Yalanın, dolanın, nemelazımcılığın, adaletsizliğin, kinin, gıybetin, adam kayırma ve bencilliğin tavan yaptığı günümüzde; Yunus Emre’yi daha sık anmamız, anlamamız, söylediklerine kulak vermemiz gerekir...”
Ankara'nın Nallıhan ilçesinde, 1956 yılından bu yana elektrik üreten Sarıyar Hasan Polatkan Barajı var.
Ziyaret amaçlı, altı ay ara ile baraja iki kez gittim.
İkinci kez gittiğimde Ankara’ya dönerken Emremsultan Köyü çıkışında, sol tarafta Tapduk Emre’nin kabrini gördüm. Doğrusu, makamının bu köyde olduğunu biliyordum ama gelmek, görmek kısmet olmamıştı.
Bir daha yolum bu tarafa düşerse, “Kesin ziyaret edeceğim” diye kendi kendime söz verdim.
Başka zaman yolum düşmedi, gidemedim.
Yunus Emre okumalarımda, Yunus Emre konulu söyleşileri dinlerken hep bu geldi aklıma. Zaten, Yunus Emre’nin konuşulduğu yerde Tapduk Emre, Tapduk Emre’nin konuşulduğu yerde Yunus Emre gelir akla. Öyle değil mi?
Eskişehir’de; arkadaşımız, dostumuz şair, yazar Mustafa Özçelik var.
Özçelik, özellikle Yunus Emre ve Mehmet Akif Ersoy üzerine yaptığı araştırmaları, yazıları ve konuşmaları ile tanınıyor.
D. Mehmet Doğan ağabeyle daha sık görüşen, Ankara’ya geldiğinde de Türkiye Yazarlar Birliğine uğrayan Mustafa Özçelik, Mütevelli heyeti üyesi olarak Eskişehir Türk Dünyası Vakfının çalışmalarına da destek veriyor.
Türkiye Yazarlar Birliği yönetimi olarak bir davet aldık.
Mustafa Özçelik, Eskişehir Türk Dünyası Vakfı adına bizleri Eskişehir’e davet etti.
2013 de kurulan vakfın amacı: Türk dili konuşan ülkeler arasında dostane ilişkiler kurarak, ortak Türk kültürünü, dilini, tarihini, sanatını, gelenek ve göreneklerini araştırarak ortaya çıkarmak, geliştirmek ve gelecek kuşaklara aktarmak.
Vakfın Mütevelli Heyet Başkanlığını Milli Eğitim eski Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı yürütüyor.
Davete icabet etmek gerekmez mi?
Elbette gerekir.
Biz, Ankara’dan yola çıkacağız, İstanbul ve Bursa’dan gelecek arkadaşlarla Eskişehir’de buluşacağız.
Ankara Eskişehir arası 235 km.
Minibüsle yolculuğumuz kaç saat sürer diye bir tahminde bulunmaya çalışıyordum ki; Eskişehir’den önce Emremsultan’a, Tapduk Emre’nin kabrini ziyaret edeceğimizi öğrendim.
Demek ki Tapduk Emre’nin beni huzuruna davet etmesinin vakti, zamanı gelmiş diye düşündüm.
Tarih, 14.09.2019 Cumartesi.
Buluşma yerimiz Macunköy Metro İstasyonu.
Kafilenin yolcuları: D. Mehmet Doğan, Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan ve küçük oğlu Erdem, Osman Özbahçe, İbrahim Ulvi Yavuz, Ferhat Koç, Prof. Dr. Hicabi Kırlangıç, Mehmet Kurtoğlu, Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu, Dr. Fahrettin Coşguner, Doç. Dr. Yakup Şafak, Mustafa Ekici, Alaattin Varol, Rabia Nur Akmaz ve Büşra Gönülal.
Saat: 10.00. Emremsultan’a yolculuk başladı.
Araçtakiler; Mesneviyi orijinal metninden okuyup günümüz Türkçesine çeviren değerli akademisyenler, edebiyatçılar, felsefeciler, bilim insanları ve tarihçiler olunca; elbette yol boyunca sohbetin konusu; Mevlânâ, Yunus Emre, Tapduk Emre, şiir ve edebiyat oluyor.
Yaklaşık 2 saatlik bir yolculuk yaptık.
Yunus Emre'nin hocası Tapduk Emre’nin huzurunda durduk
Soldan Sağa: Adnan Karaismailoğlu, İbrahim Ulvi Yavuz, D. Mehmet Doğan, Mehmet Kurtoğlu, Erdem Arıcan, Musa Kazım Arıcan, Fahrettin Coşguner ve Mahmut Erdemir. / Tapduk Emre’nin türbesinde hep birlikte dua okuduk...
Şimdi, Nallıhan ilçesinin Sarıyar yolu üzerindeki Tapduk Emre’nin türbesindeyiz. Selçuklular devrinde Türkistan tarafından gelerek Emremsultan Köyüne yerleşen Taptuk Emre burada yaşamış, dergah kurup talebe yetiştirmiş, çiftçilikle uğraşmış ve burada vefat etmiş.
Bir Anadolu ereni olarak bir çok gönül insanı yetiştirmiş; Onların arasında Yunus Emre de var. Uzun yıllar hizmetinde bulunan Yûnus Emre onun görüşlerini Orta Asya’ya, Anadolu’ya ve Balkanlara kadar yaymış, eserlerinde de kendisinden saygı ve övgüyle söz ediyor.
Bir rivayete göre; Kızının biri Yûnus Emre ile evlenmiş. Ama bu konuda yeterli ve sağlıklı bilgilere ulaşılamamış.
Oldukça bakımlı, temiz ve iyi görünen türbede esaslı bir restorasyon çalışması yapılmış.
Yurt içinden olduğu kadar yurt dışından da ziyaretçiler yoğun olarak geldiği türbede 6 sanduka var. Ortada büyük olan sanduka Taptuk Emre’ye, diğerleri ise eşi ve çocuklarına aitmiş.
Kur’an tilavetinden sonra hep birlikte dualar okuduk.
Ziyaretçilerin Taptuk Emre’yi daha iyi tanımalarını sağlamak amacıyla; buraya doküman, kitapçık desteği sağlanmalı ayrıca, fiziki olarak gelemeyenler için de mutlaka Türkiye ve dünyadan pek çok müzede olduğu gibi sanal ziyaret ve bilgi için online bir sistem kurulmalı.
Tok olan aç olanı unutmasın...!
Taptuk Emre’nin çok anlamlı, manalı ve öğüt verici sözleri var.
İşte onlardan birinde de insanlara şöyle sesleniyor:
“Tokun, açın halini unuttuğu bir memlekette ne dirlik kalır ne birlik… O vakit biriktirme ver, azdan az çoktan çok ver. Rızkı veren O’dur. Sakın aldanma, kula minnet eyleme yaratılmış olan her canlının rızkı da yaratılmıştır. Amma hırsızlık edip biriktirme! Senin değil o. Bırakıp gittiğin nasıl senin olur? Ya senin olmayanı biriktirmenin sana ne faydası var? Gafil olma, fırsatın var iken ver.”
Şimdi de Eskişehir’e gidiyoruz. Bir manevi iklimden ayrılıp diğerine Yunus Emre’nin kabrini ziyaret edeceğiz.
Yolu kısaltmak amacıyla, inişli çıkışlı dağlık yollardan aşarak, tahminen 2 saatlik bir yolcukla varıyoruz Eskişehir’e.
Bizi, Eskişehir Türk Dünyası Vakfı Genel Sekreteri Mustafa Fıratlı mütevelli üyesi Mustafa Özçelik, Düşünce Okulu koordinatörü Fatma Balcı, Düşünce Okulu Öğrencileri karşıladı.
Önce, öğlen yemeği için Güneydoğu yemekleri yapan bir lokantaya gidiyoruz. Menüde, döner ve köfte var. İçecek olarak da ayran tercih ediyoruz.
TYB İstanbul Şube Başkanı Mahmut Bıyıklı, yönetim kurulu üyeleri Muzaffer Doğan, Ahmet Maraşlı, Haluk İnanoğlu, Mekki Yassıkaya, TYB Bursa Şube Başkanı Mustafa Baki Efe, Yönetim Kurulu Üyeleri İhsan Deniz, Kenan Yardımcıoğlu da yemekte bize katıldılar.
Yemekten sonra zamanı iyi kullanmamız konusunda herkes hem fikir.
Şimdi de araçlarla Yunus Emre’nin anıt mezarının da bulunduğu külliyeye gidiyoruz.
Külliye Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy’de.
Yunus Emre’nin huzurunda...
Yunus Emre'nin ilk kabrinde Kur'anı Kerim tilavetini dinliyoruz...
Yunus Emre’nin hayatı hakkında değişik rivayetler, söylentiler var. Yunus, Sarıköy’de doğmuş ve yaşamış. Çiftçilikle geçinmiş. Yaşadığı dönem, Anadolu Türklüğünün sıkıntılı olduğu yıllardır.
Farklı kaynaklarda en çok bahsedilen; Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli ile tanışmış ama manevi yükselişini Taptuk Emre Dergâhı'nda yaşamış.
Yayınlanan kitaplarıyla, verdiği konferanslarla topluma ama özellikle gençlere Yunus’u anlatmayı kendine bir görev sayan Mustafa Özçelik şimdi de bize Yunus ile ilgili bilgiler veriyor.
Konuşmaya da Yunus Emre’nin şu şiiri ile başladı:
Ben gelmedim dava için,
Benim işim sevi için,
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim.
Yunus’un yaşamının “arayış” ve “buluş” hikâyesi olduğunu söyleyen Özçelik, şöyle konuştu: “Arama sürecinde nasibi onu Hacı Bektaş’a, oradan da Taptuk Emre kapısına götürür.
Burada aldığı eğitimle ‘Bizim Yunus’ olur. Bu eğitim 30-40 yıl sürmüştür. Bu süreçte Yunus, gerçek bilgiyle tanışmış, olgunlaşmayı başarmış, ardından da şiirler söylemeye başlamıştır.
Bu şiirler onun tebliğ ve telkin vasıtasıdır.
O, sufi kimliğiyle de başta Anadolu olmak üzere Balkanlar ve Orta Asya Türk coğrafyasında İslâm’ı geniş kitlelere sevdirip benimsetmede örnek olmuş bir şahsiyettir.
Yunus Emre, bu özelikleriyle yaşadığı çağdan günümüze, toplumun bütün kesimlerini etkilemiş, onlara rehberlik yapmıştır.”
Yüz yıllardır barış, sevgi, cömertlik ve kardeşlik şiirleri okunan, ezberlenen “Yunus” eserlerinde estetik kaygılardan uzak; sade, akıcı ve anlaşılabilir bir Türkçe kullanmıştır.
D. Mehmet Doğan, bu konuda yazdığı makaleler ve yaptığı konuşmalarda şu tespiti yapıyor: “Türkçenin bir edebiyat ve kültür dili olmasında Yunus ’un hizmeti son derece büyüktür.”
Dervişlik nefsini yenmektir
Burada elbette, ömrünü sevgi, aşk, irfan ve hizmetle gönül yapmaya adamış Yunus Emre’yi, şiirlerini, insana olan yaklaşımını uzun uzun anlatacak değilim…
Ama en azından şu gerçeği paylaşayım: Yunus’un tasavvuf anlayışında dervişlik, nefsini yenmektir, kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır.
Külliye içinde, Yunus’un üç tane kabri var.
İlki, mezar taşı bile olmayan, çok sade, üzerinde mevsim çiçeklerinin yer aldığı toprak bir mezar.
Önce burayı ziyaret ediyoruz. Hep birlikte dua okuyoruz.
Yunus’un neden Üç kabri var?
Duadan sonra Mustafa Özçelik neden üç kabir olduğunu şöyle açıklıyor:
Demiryolunun bu kabrin yakınından geçeceğini öğrenen köylüler, yetkililere müracaat ederek mezarı buradan yaklaşık 100 metre ileriye nakletmek isterler.
1946’da yeni bir mezar ve anıt çeşme yapılmış 1949’da da buraya taşımak için hazırlıklara başlanılmış.
Yunus’un yeni kabrine nakli sırasında bir izdihama yol açılmaması için nakil töreni gizli tutulur.
Ancak, hiç hesap da olmayan bir durumla karşılaşılır, kim nasıl haber verdi, insanlar nasıl öğrenmişler bilinmez; çevre illerden gelen 25-30 bin kişi alanı doldurmuştur. Sanduka yeni kabre nakledilirken bu 100 metrelik mesafeye tam dört saatte gidilir.
Bu arada kazanlar kurulmuş, pilavlar pişirilmekte ve Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i okunmaktadır. Ve Yunus, böylesi bir hava içerisinde ikinci kabrine nakledilir.
Bu kabrin mezar kitabesinde o’nun “Sevelim sevilelim” sözleri yazılı.
Anıt mezar
Yunan işgalinde, Yunus’un kabrinin bulunduğu yer kullanılamayacak kadar harap olmuş.
Bir anıt mezar yapılmaya karar verilir.
Cami, konukevi, müze ve sergi salonunun da içinde bulunduğu alanın tam ortasına Selçuklu mimarisinden de esinlenerek anıt mezar yapılır ve böylece Yunus, ikinci mezarından da çıkarılarak 24 Mayıs 1970 tarihinde düzenlenen bir merasimle bu anıt mezara defnedilir.
Her üç kabri de ilkinden başlayarak ziyaret ettik, Kuran-ı Kerim tilavetiyle başlayan dualarla son bulan programda manevi iklimi hep birlikte yaşadık.
Düşünce Okulu Öğrencileri
Eskişehir’e geldiğimiz de bizi karşılayanlara arsında “Düşünce Okulu” öğrencileri de vardı. Külliye gezisinde de eşlik ettiler.
İsterseniz önce bu öğrencilerin faaliyetlerinden söz edeyim biraz. “Düşünce Okulu” orta öğretim ve lise öğrencilerini kapsıyor ve Türk Dünyası Kültür Vakfı tarafından 2017 yılında oluşturulmuş.
Edebiyattan sanata, müzikten sinemaya kadar farklı alanlardaki faaliyetlerin içinde yer alan, atölye çalışmaları yapan düşünce okulu öğrencilerinin sayısı gün geçtikçe artıyormuş.
Bu öğrencilerle birlikte külliyenin içinde bulunan konukevindeyiz. Konukevi oldukça geniş, misafirler sedir döşemede ağırlanıyor.
Bir kız öğrenci Yunus Emre’nin şiirlerini okudu, bir başka kız öğrenci ise ney dinletisi sundu.
Daha sonra, İstanbul’dan Bursa’dan gelen Türkiye Yazarlar Birliği üyeleri de şiir ve ilahiler okudular.
Konukevinde ilim meclisi kuruldu
Konukevinde ilim meclisi kuruldu.Türkiye’de Yunus Emre konusunda konuştuğu dinlenecek, yazdığı okunacak 20 kişi varsa abartısız beşi şimdi bu mecliste.
Ayrıca farklı şehirlerden gelen şair ve yazarlar var.
Bir yandan çaylar, şuruplar içilirken diğer yandan da Yunus’un şiirleri ve ilahileri seslendiriliyor.
Adı güzel, kendi güzel Muhammed
Canım kurban olsun senin yoluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed,
Şefâat eyle bu kemter kuluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed
Mümin olanların çoktur cefâsı,
Ahirette olur zevk-u sefâsı,
On sekiz bin âlemin Mustafâ'sı,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed
Yedi kat gökleri seyrân eyleyen,
Kûrsûnün üstünde cevlân eyleyen.
Mi'râcda ümmetin Hak’dan dileyen,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed
Hayatı, eserleri, düşünce dünyası, seyahatleri, tasavvufî yönü, şiirleri, edebi kişiliği, hocasıyla diyalogları konuşuldukça; ben ve orada bulunanlar bu manevi havada Yunus’u yeniden keşfediyoruz.
Yunus Emre Ankaralı mı?
Bir süre sonra konu Yunus’un nereli olduğu, nerede yaşayıp nerede vefat ettiği gündeme geldi.
Mustafa Özçelik, tüm tarihi kaynak ve belgelerde Yunus’un Eskişehir’de yani burada Sarıköy’de doğup, çiftçilikle uğraştığını, irşad için de yine buradan farklı şehirlere ve ülkelere gidip döndüğünü söyledi.
Araştırmacıların, bilim adamlarının çoğu bu yönde görüş bildiriyor ama Anadolu’nun bir çok şehrinde; Bursa, Erzurum, Manisa, Isparta, Sivas, Aksaray, Afyon da Yunus’un kabri olduğu da biliniyor.
Bu ildekiler de “Bizim Yunus” diyorlar, kendi görüş ve kaynaklarını açıklayarak. Bilmiyorum bu farklı makamları nedeni nedir.
Belki de, Yunus sevgisi, manevi yakınlık ya da oralarda bulunmuş, bir süre ikamet etmiş olabilir mi? İsim benzerliklerini de dikkate almak gerekir.
Konu tarih, şiir, edebiyat, Yunus Emre olunca elbette D. Mehmet Doğan’ın da söyleyecekleri olur.
Doğan’ın ilk sözü şu oldu:
“Yunus Emre'ye Türkiye'nin bütün illerinin sahip çıkmaya hakkı vardır! Onun sınırları aşan bir Türkçesi olduğunu da unutmamalıyız. Batımızı, Balkanları bir tarafa bırakıyorum; Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve hatta bütün Türk dünyası Yunus Emre'yi kendinden sayabilir.”
“Ömrüm Ankara / Bir Ankara Şehrengizi” kitabının yazarı D. Mehmet Doğan, şimdi de Yunus Emre’nin Ankaralı olduğunu söyledi.
Konukevinde bulunanlardan Doğan’ın bu konuda yazdıklarını daha önce okuyan, söylediklerini hatırlayanlar çok şaşırmasalar da ilk duyanlar konuşmaya dikkat kesildiler.
Doğan ise şu açıklamayı yaptı:
“Mihalıççık, dolasıyla Sarıköy önceden Ankara’ya bağlıydı. Hani, Yunus Emre, Kütahyalıdır, Karamanlıdır, Kula’lıdır, Erzurumlu ’dur derler ya ben de dedim ki Yunus Emre Ankaralıdır. Çünkü eski idari taksimata göre Milahalıçcık hatta Sivrihisar Ankara’ya bağlı idi. Sonra burayı Eskişehir’e bağlıyorlar, Yunus Emre de Eskişehirli oluyor.”
İlim meclisi kuruldu; Konu, Yunus Emre’nin hayatı, eserleri ve insanlara verdiği mesajlar
Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan ise Yunus Emre’nin her bir dizesinin bu torakların felsefesini anlattığını, bu felsefenin ise gönül ve irfan felsefesi olduğunu belirtti.
İlim meclisinin son konuşmacısı değerli akademisyen Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu ise programı düzenleyenlere teşekkür ederek “Mevlâna ve Yunus Emre eserlerinde bizlere istikameti ve samimiyeti gösterdiler. İçinde bulunduğumuz bu meclis, birlik ve beraberlik inşallah daim olur. Ömrümüzün hayırlı bir anı hayırlı bir günü, vesile olanlardan Allah razı olsun.” diye konuştu.
Dünya ve dünya işlerinin konuşulmadığı mecliste, Yunus sohbeti koyulaştıkça koyulaştı, vakit geçti, saat 17.00 oldu.
Külliyeden ayrılmadan önce Kültür Evindeki müzeyi de gezdik.
Yunus Emre’nin dörtlüklerini içeren levhalar, hakkında yazılmış kitaplar, yayınlanmış dergilerin yanı sıra ilk mezarından kalan mimari parçaları da görmek mümkün oldu.
“Gelin tanış olalım, İşi kolay kılalım, Sevelim sevilelim, Bu dünya kimseye kalmaz" diyen Yunus Emre'nin makamından ayrılma zaman geldi.
Bir gün içinde; Sevgiyi, hoşgörü, kardeşliği, paylaşmayı, yardımlaşmayı ve dayanışmayı terennüm eden iki Allah dostunun huzurunda olduk. Manevi iklimlerinden faydalandık.
Yalanın, dolanın, çalmanın, çırpmanın, kinin, gıybetin, adam kayırma ve bencilliğin tavan yaptığı günümüzde Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, Hacıbektaş-ı Veli’yi daha sık anmamız, iyi anlamamız, söylediklerine kulak vermemiz gerekir diye düşünüyorum.
Derim ki; sıkıcı, monoton hayattan bıkmışsanız bir nebze huzur için fırsat bulup yolunuzu Sarıköy’e düşürün.
Yunus Emre ve Türkçe Yılı
Türk dili ve kültürünün en önemli şahsiyetlerinden biri olan Yunus Emre’nin vefatının 700. yıl dönümü olması nedeniyle UNESCO tarafından anma ve kutlama yıl dönümleri arasına alındı.
Daha sonra; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla 2021 yılının “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” olarak kutlanmasına ilişkin Genelge yayımlandı.
Bu kapsamda; Şiirleriyle Türkçenin gelişmesine önemli katkılar sağlayan, sözü çağları aşarak dünyanın dört bir yanına ulaşan Yunus Emre’nin; dini-tasavvufi yönü, hayatı, eserleri ve düşünce dünyası ile “Dünya Dili Türkçe” adıyla yurt içinde ve dışında etkinlikler düzenlenecek.
Umarım hem “Yunus Emre” hem de bizi “biz” yapan milli kimliğimizin en önemli unsuru olan “Türkçe” adlarına, önemlerine yakışır şekilde sadece ülkemizde değil Türk Dünyasının da gündeminde olurlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.