Trafik sorunu
Sofrazlının yokuşta Salimle kafa kafaya geldik. Benim her zaman tedbirli olup, trafik kurallarına uymam büyük bir kazayı önledi. Baba Salim, tek şeritli yolda karşıdan araç çıkacağını düşünmeden arkadaşıyla; "Kimin malı yiğitse aÇığa çıksın babam" diyerek yarışa kalkışmış kafa kafaya geldiğimizde kaçacak yer bulamamış, benim arabamı tarlaya çevirip sürmem nedeniyle önünde açılan boşluktan yararlanıp arabasına normal yol seyrini bulduğunda kazayı önlemiş olduk...
Arabaların içinde göz göze geldiğimizde utanıp yüzüme bakamadığını anladım. Ama, gene de yaptığı yanlışı, yaptığı yanlışın nelere mal olabileceğini bizzat kendisine anlatmam gerektiği düşüncesiyle tarlaya sapan arabamın yönünü yola doğrultup çıktım.
90'lı yıllarda Ehliyet Edinebilme yasası değiştirilerek Trafik İdaresinden alınarak özele devredildi...
Bu bir hükümet politikasıydı. Avrupa Birliği Normlarına uymak için, Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi ehliyet sayısı ve araba sayısının fazla olması gerektiğinden, hükümet vatandaşı ehliyet edinmeye yönlendirmiş toplumun büyük bir kesimi de *Kar yağdı kiriz avı oldu* bu puslu, bu belirsiz havada ehliyetimizi bari alalım diyerek ehliyet edinmeye yönelmişlerdi ...
Böylece, büyükşehirler bir yana her ilçede her kasabada “EHLİYET KURSLARI” açıldı. Gene her zaman yaptığımız gibi, alt yapısını hazırlamadan bir gecede yasayı çıkarıp;
*Biz hele bir başlayalım, zamanla düzelir, islim arkadan gelir* düşüncesiyle, hadi bakalım! dedik...
Herkes ehliyet almak istiyordu. Köylerden ellerinde birer helke yoğurtla, ya da ayağından sıkı sıkıya bağladığı bir hindiyle (Culuk-gülük) ya da görevlilere vermek için çıkınında bir döndermeli dürümle gelen vatandaşlar ehliyet kurslarını doldurdular.
Salimin de çıkınında görevlilere verilmek üzere bir döndermeli dürüm vardı. Salim ehliyetini aldı. Hem de ağır vasıta. Daha kimler almadı ki...
Her zaman yazarım söylerim, biz Türkler sosyolojideki toplum basamaklarını tek tek çıkarak özümlemedik. Bazı basamakları çıkmadan atladık. Şimdi de bunların sancılarını yaşıyoruz.
Orta Asyadan atı binlerce yıl öncesinden beraberimizde getirdik, Bering'den geçerek Kuzey Amerika’ya, Rusya üzerinden geçerek Avrupa'ya yaydık. Ancak zamanla değişen çağa ve koşullara uyduramadık. Yani motorlu çağa geçmeden önce onları bir Avrupalı, bir Amerikalı gibi tarımda, ulaşımda, günlük ihtiyaçlarımızda kullanamadık. At bizde, Anadolu’ya geçtiğimizde zengin köy evlerinin süsü muamelesi gördü.
Biz tarımımızı, ulaşımımızı, kağnı, karasaban ve öküzlerle sürmeye, taşımaya devam ettik.
Dedem Cemal 1. paylaşım savaşında müttefikimiz Almanlarla beraber Galiçya da, Romanya da bulunmuş, anlatırdı;
Romanya da erkekler savaşta oldukları için çifti kadınların koca koca Kadanalarla (çok iri, yük ve koşum hayvanı) ve pulluklarla sürdüklerinden bahsederdi... Bizim İç Anadolu’ya pulluk 1950 den sonra girmiştir.
Biz bilhassa İç Anadolu 1960’lı yıllarda kağnıdan traktöre atladık. Yani at arabası dönemini yaşamadan öğrenmeden geçtiğimizden o dönemle ilgili sosyolojik sorunlar yaşamaktayız... İyi hatırlarım, bizim o yörelere motorlu araçların bir traktörün, bir biçerdöverin yeni girdiği dönemlerde kendi köyümüzden ya da yakın köylerden hep kaza haberleri alıp, kahredilen motorları, motoru bulduğu için suçlanan gavurları, yakılan ağıtlarda dinlerdik;
Binmeyin motora gavur yapısı
Alınırmı şu dünyanın tapusu
Kitli kaldı Abdi Şıhın kapısı
Gülüm gonca iken soldu ağlarım.
Binmis motora da köyleri gezer
Evciye varınca uğradı nazar
Ayvalı köyüne kazıldı mezar
Gülüm gonca iken soldu ağlarım.
Ben en çok bayramlarda korkarım…
Bayramlar insanların ortak paydalarıdır.
Gecmişleridir, kültürleridir, birliktelikleri, dostlukları, kardeşlikleridir...
Her bayram yüreğimize bir korku, içimize bilinmeyen ince bir sızı çöker. Yanımızda olmayanlardan yolda olan canlarımızdan, akrabalarımızdan komşularımızdan iyi haberler sağlıklarla kavuşmalar bekleriz…
Bayramlar coşkuların, tatlı heyecanların, sevinçlerin, kavuşmaların yaşandığı, yaşanması gerektiği günlerdir.
Ancak, bizler bayramları da ağıtlara, acılara, ölümlere dönüştüren bir toplum olmuşuz...!
Her bayram binlerce kaza, binlerce yaralanma yüzlerce ölüm haberi alırız. Cenazeye giderken cenaze olur, gelin almaya giderken türkülerimizi ağıtlara döndürürüz…
Türkiye’de 2018 yılında 186 bin 532 trafik kazası meydana gelmiş, bu kazalar sonucu, 3 bin 368 kişi kaza yerinde, 3 bin 307 kişi de yaralanıp sağlık kuruluşlarına sevk edildikten sonra 30 gün içerisinde hayatlarını kaybetmişlerdir.
İki şey her zaman beni çok korkutur:
Birincisi: Ülkemdeki trafik kazaları ve bu kazalar nedeniyle, yitirilen hayatlar, ocaklara düşen ateşler…
İkincisi:
Muktedir’in yurt dışı gezileri. Ne zaman muktedir yurtdışı gezilerine yönelse;
Eyvah! Derim, gene ülkemin yoksul bütçesinden kimlere ne tavizler verilecek…
Lütfen, trafik kurallarına uyalım. Kurallar, yasalar bizleri hayata bağlayan organlar gibidir…
Kazasız belasız günler dilerim. Saygılarımla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.