Yeniden merhaba
Anne tarafımdan Medrese sahibi Ali Efendi Hoca, ilçe pazarına gönderdiği çocuklarını Pazar dönüşü yanına çağırıp bilgi almak istermiş.
Çocuklarından Mehmet hariç hepsi; “Amaan baba! İşte gidip geldik” deyip geçiştirirken, Mehmet başlarmış anlatmaya: “Köyden çıktığımızda boz eşek topallıyordu zaten, Hanyeri Köyüne kadar bu şekilde gittik, orada Zurnacı’nın Kamberin evine uğradık senin selamlarını söyleyip topal eşeği orada bırakarak Kamberden kır eşeği ödünç alıp çuvalı kır eşeğe yükleyip yola devam ettik. Cerit Köyünde, Göz Tepesinde adeta konvoylar, gruplar oluşturduk. Grubumuza her köyden atlı yaya eşekli katılıyordu. Kimisinin sırtında iki çapar tavuk ayaklarından bağlı şekilde satılmaya giderken, kimisi karnının sancısını bastırmak için su içerek hastaneye, kimisi komşusuna kaçan kızının mahkemesine, kimisi de çalınan koyunununun hırsızını bulmak için karakola gidiyordu…”
Gözlerin kör, kulakların sağır, dillerin lâl olduğu bir dönemden geçiyoruz. Sanki uzay boşluğunda gittiğimiz yeri bilmeden bilinçsizce savrulmaktayız…
CORONA Virus dediğimiz küresel afet, kendi tercihimiz olan politik afetle birleşerek ülkemizi, insanlığımızı yıkıma doğru sürüklerken son günün arifesinde gibiyiz…
Ülke olarak, insan olarak duygularımız yok olmuş, mücadele azmimiz yitmiş felaketlerin getrdiği acizliklerle rahmetli anamın dediği gibi; “YORGANI BAŞIMIZA BÜRÜYÜP YATIYORU!Z”
Yorganı başımıza bürüyüp yatmakla felaketlerden, olumsuzluklardan, kazalardan belalardan kurtulacağımızı sanmanın aymazlığı içinde tarikatlara, cemaatlere, şıhlara, şeyhlere onların telkinleri ile boynumuza taktıkları muskalara sığınıyoruz!
Ülkemiz, ülkemizin geleceği, çocuklarımız, çocuklarımızın geleceği, komşularımız sanki bizleri ilgilendirmiyor!
YORGANI BAŞIMIZA BÜRÜDÜKÇE BÜRÜYORUZ!
“Veli Abi ölmüş”
“Essah mı, kim söyledi?”
“Valla dün hastanede ölmüş! İsa’nın oğlu hemşire ya orda, o söylemiş. Üç gündür titriyordu, çok acıdım!” demiş.
Az önce Demircinin Garısı Semihanın da selası verildi! O vadesiyle İzmir’de oğlu Hacı Halil’in evinde seksenbeş yaşında ölmüş cenazesini yarın köye getireceklermiş.”
Bir tarafta sel baskınları, sel baskınlarının getirdiği can, çevre kayıplarıyla Karadeniz Bölgesi, bir tarafta kuraklığın etkisiyle toz toprak içinde sertleşip betona dönmüş çamurlu suların içilip yıkanıldığı ölü şehir görünümünde kaderine terkedilmiş Anadolu Bozkır’ının köyleri… Ölümler, acılar, yitikler…
Talan edilen orman arazileri, tahrip edilip kesilerek içindeki canlılarla birlikte yakılıp orman vasfı kaybettirildikten sonra imara açılan koylar, sit alanları yeraltı, yerüstü sularıyla satılığa çıkarılan köy meraları, kayalıklar, dağlar tepeler…
Bacası tütmeyen fabrikalar, ekilmeyip yaban otlarına terkedilmiş milyonlarca dönüm araziler, boş oteller, kapanan dükkânlar, akşam evine ekmek götüremeyen milyonlarca işşizler… Gazetelerde adları bile geçmeyen ŞEHİTLER…
Üstümüze kalmış ne olacakları meçhul Suriyeliler, Afganistanlılar, Iraklılar, İranlılar, Afrikalılar…
Gene bir tarafta şalvarlı, sarıklı başka bir dünya yaratığı görünümünde cübbe savurarak parmaklarında yüzüklerle televizyonlarda ahkâm keserken Atatürk’e, Cumhuriyete kin kusan çağ ötesi güruh…
Bu ülke, bu dünya, duyarlılığını sorgulama düşünme, yetisini kaybetmiş insanlarıyla sadece seyretmekle yetinmenin sonucu ne olacak, bu şekilde daha nereye kadar gidebilecek?
Kendisine “Ben aydınım” diyen. Cumhuriyetten Atatürk’ten, çağdaşlaşmadan yana olan herkesin göre vi, cumhuriyetin, aydınlanmanın Atatürk ve Atatürkçülüğün yanında olmaktır! Şurası unutulmamalıdır ki, yıkıma sebep olanlarla sebep olanlara yardımcı olanlar ya da;
“YORGANI BAŞINA BÜRÜYÜP YATANLAR” da bu yıkımın altında kalıp ezileceklerdir…
Saygılarımla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.