Çanakkale’de her şehidin bir öyküsü vardır!
Aynı köyden beş gençtiler. O gün daha da erkenden kalktılar. Doğup büyüdükleri yerin dışına ilk defa çıkacaklardı. Yemen’e Çanakkale’ye, Arap coğrafyasına, batıya Galiçya’ya gidenlerin birçoğu geri gelmiyordu… Aylar, bazen de yıllar sonra, bazılarının künyesi gelirken bazılarından ise hiç haber alınamıyor, şehit mi kayıp mı oldukları bilinmiyordu… Köylüler, sadece Yemen ile Çanakkale ismini bildiklerinden Galiçya’ya gidene de, Filistin’e gidene de, Fizan’a gidene de hep ya Yemen, ya Çanakkale diyorlardı…
Askere gidenler köylülerce evlere davet edilip, ağırlanırdı. Bu grup ta günlerce o davet senin, bu davet benim davetlere gittiler, yarenlik edip eğlendiler…
Caminin önüne toplandılar. En önde asker adayları arkada yakınları yarenleri, daha arkada köylüler birikmişlerdi… Beşinin de kınalı ellerinde küçük birer torbaları vardı. Konuşmalar sessiz, yarenlikler buruktu… Hoca duasını okudu. Kalabalığa bir uğultu çöktü. Yakınları, arkadaşları köylüler asker adaylarına sarılıyor, göz yaşlarını gizlemeye çalışırken asker adayının cebine ufak ta olsa bir harçlık, bir hediye koyuyordu… Bazen tiz bir ana sesi, uğultuyu yarıp, bir sitem bir isyan şeklindeki duygularını ağıtlar halinde dökerken, kimisi hıçkırarak açıktan, kimisi de bir köşede yönünü başka tarafa dönerek sessizce ağlıyordu…Her ana baba daha önce gönderip te bir daha geri gelmeyen oğlunu, bu gönderdikleri asker adaylarında buluyor, kendi oğluna sarılır gibi bir daha bir daha sarılıyor, kendi oğlunun, kendi yitiğinin kokusunu izini bulmaya çalışıyordu…
Aynı kalabalık köyün kuzey taraf çıkışına kadar asker adaylarıyla birlikte gittiler. Bazıları yeniden vedalaşıp ayrıldılar… Asker adayları Çerikli’ye kadar yaya gittiler. Oradan trenle Ankara’ya geldiler, Ankara Güvercinlik’teki birliklerine teslim oldular.
Köylülerinden arkadaşları, akrabaları, komşuları Cemal, Ankara Güvercinlikte Eğitim Çavuşuydu. Cemal Çavuş’u buldular. Sarılıp ağlaşarak hasret giderdiler. Cemal Çavuşun anası Nazife Anayla nişanlısı Mariye Bacı’nın gönderdiği hediyeleri teslim ettiler. Mutluydular, korkuları, çekinceleri gitmiş, Çavuş olan köylülerini bulmuşlardı…
Eğitim bitti, ertesi gün Çanakkale’ye gideceklerin isimleri okundu. Kırşehir Akpınar Hacıselimli Köyünden gelen beş arkadaşın da okunan listede isimleri vardı. Sevindiler, bir birinden ayrılmamışlar, mutluydular. Eğitim dönemi içinde her akşam Cemal Çavuşun koğuşunda toplanan köylüler, geçmişteki ortak anılarını anlatıyorlar, sanki o günleri yeniden yaşıyormuş gibi oluyorlardı… Bağ bostan yolduklarını, öküz inek güttüklerini, Kanlıgöl Kanyonunda öğle sıcağında Büğelekten kaçan mandalarını, öküzlerini yatırdıklarını anlattılar. Kayalardan, keklik, ala sığırcık yumurtası toplayıp köze gömüp yediklerini, kartal yumurtası alırken kartalın kendilerine saldırıp kayadan düşüp ölümden döndüklerini, saatlerce suda yüzdüklerini, tekrar tekrar hatırlayıp gülerken defalarca anılarını tazelediler…
Okunan listede Cemal Çavuş’un adı yoktu. Cemal Çavuş arkadaşlarından ayrılmamak, Çanakkale’ye beraber gitmek istiyordu. Ertesi gün sabah içtimasında o da Çanakkale’ye gideceklerin arasına geçti. Komutan geldi, tekmil aldı. İsmi okunanların öne çıkmasını istedi. İsimler okunup listede olanlar bir adım öne çıkmış, Cemal Çavuş arka sırada tek başına kalmıştı…
Komutan gördü, sırada kalan kendi eğitim çavuşuydu. Karşısına dikildi. “Sen neden buradasın” diye sordu?
Cemal Çavuş; “Komutanım, ben de köylülerimle Çanakkale’ye gitmek istiyorum. Onlardan ayrılmak istemiyorum” dedi. Komutan kızdı; “Benim burada sana ihtiyacım var! Seni, sarımsaklı dötüme kurban ederim! Ulan bunlar ölüme gidiyor ölümeee! geri dönmeyecekler” diye bağırarak Cemal Çavuş’a tokadı patlattı…
Bu beşli gruptan Rıza, evliydi çocuğu vardı. Kendinden önce gidip şehit olup geri dönemeyen kardeşi Kamberin karısını vermişlerdi. Bektaş onun bir yaş küçüğüydü, nişanlıydı. Tevfik bekardı ailenin tek erkek çocuğuydu. Ömer ile Sadık bekardılar…
Cemal Çavuş, önce Batum, daha sonra Galiçya’ya giden iki tümen askerin geri dönebilenleri arasındaydı. Galiçya’dan sonra Kurtuluş Savaşına katılarak sekiz sene askerlik yaptı. Köyüne Gazi olarak geri döndüğünde çökmüş, sanki yirmi yaş yaşlanmıştı. Nişanlısı Mariye; “Amanın Cemalım! ben seni böylemi göndermiştim” diye ağıtlar yaktı…
Komutanın dediği gibi, ölüme gittiler! Bu gruptan hiç biri geri dönmedi. Onlardan bizlere Künyesi bulunanların Çanakkale Şehitlik Abidesindeki isimleriyle “Analarının yaktıkları ağıtlarları” kaldı…
Bülbüller ötüyor seher çağında
Kan damlıyor kekilinin yağında
Yar ayrıldı ciğerimin bağında
Kader böyle imiş kime ne deyim.
Kucağımdan çekip yâri aldılar
Aldılar da yad ellere saldılar
Kollarımı ta kökünden kırdılar
Kader böyle imiş kime ne deyim.
Aşağıdan gelir atlı araba
Güvenilmez İNGİLİZE ARABA
Şimdi gönül bağım viran harabe
Kader böyle imiş kime ne deyim.
Mehmedimin iki kolu sırmadan
Hasanımın bıyıkları burmadan
Salih yavrum muradına ermeden
Kader böyle imiş kime ne deyim.
Körpe kuzulara ağlıyor Haçça
Bize sebep oldu şu soyka maçça
Kametim büküldü ak düştü saça
Kader böyle imiş kime ne deyim.
Ağıt, üç oğlunu Çanakkale’de, kocasını da başka bir savaşta kaybeden Kırşehir/Mucur’lu
Hacca (Hatice) anaya aittir. Ruhları şad olsun…
Saygılarımla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.