İrfan Paksoy

İrfan Paksoy

Cumhuriyet nasıl ilan olundu? (1)

Cumhuriyet nasıl ilan olundu? (1)

Asırlardır zamanın ruhundan kopmuş ve çağdaş gelişmelerden uzak kalmış ve bu nedenle de yenik çıktığı I. Dünya Savaşı sonrasında özgürlük ve bağımsızlığını kaybetmeye ramak kaldığı bir ortamda Gazi Paşa’nın önderliğinde yek vücut olan Türk milletinin, kazandığı bu büyük zafer sonrasında çağın gerekleri doğrultusunda dönüşmesi, fert ve toplum olarak hayatına yeni bir anlayışla devam etmesi gerekiyordu. Gazi Paşa’nın, Büyük Zafer sonrasındaki düşünceleri de bu gerekliliğe ilişkindi.

GİRİŞ…

Bu hafta Cumhuriyet Bayramı haftası. Dahası da var. Bu seneki bayramla eşzamanlı olarak Cumhuriyetin ilanının 100. Yılını idrak edeceğiz ve kutlayacağız. Bu durum seneki yurttaşlar nezdinde Cumhuriyet coşkusunu daha bir artırmış ve bu coşkunun günler önceden başlamasına da sebep olmuştur.

Ülkemizde Cumhuriyet’in 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edildiği bilinir ama ilan ediliş sürecinin konunun uzmanları ve ilgilileri dışında pek de bilindiği söylenemez. Cumhuriyet’in İlanının 100. Yıldönümü münâsebetiyle kaleme aldığım iki bölümden oluşan makalede bu süreci makale sayfasının sınırlılıkları kapsamında okuyucularla paylaşacağım.

LOZAN SONRASI …

Ankara’da, Lozan’dan sonra “Savaş bitti” diyorlardı. Oysa savaş bitmiş değildi. Gazi, amaçlarından birincisini elde etmişti. Türkiye’yi kurtarmış, düşmanlarla sarılı, dağınık ve parçalanmış bir devletten ileride dost olabilecek milletler tarafından tanınan yekpâre bir devlet çıkartmıştı. Şimdi yapacağı iş için daha fazla bir şeyler gerekiyordu. Yurdunu kurtardıktan sonraki amacı, yeni bir yurt yaratmak olacaktı. Asırlardır zamanın ruhundan kopmuş ve çağdaş gelişmelerden uzak kalmış ve bu nedenle de yenik çıktığı I. Dünya Savaşı sonrasında özgürlük ve bağımsızlığını kaybetmeye ramak kaldığı bir ortamda Gazi Paşa’nın önderliğinde yek vücut olan Türk milletinin, kazandığı bu büyük zafer sonrasında çağın gerekleri doğrultusunda dönüşmesi, fert ve toplum olarak hayatına yeni bir anlayışla devam etmesi gerekiyordu. Gazi Paşa’nın, Büyük Zafer sonrasındaki düşünceleri de bu gerekliliğe ilişkindi.

ASKERÎ ZAFERLERİ SİYASÎ, EKONOMİK VE KÜLTÜREL ZAFERLERLE GELİŞTİRMEK…

Gazi Paşa askerî zaferleri siyasî, ekonomik ve kültürel zaferlerle geliştirmek gerektiği düşüncesindeydi. Büyük Zafer sonrasındaki bu yeni savaş ise maddî değil, manevî silahlarla yapılacaktı. Fakat usül ve taktik bakımından diğerinden farklı değildi. Bu yeni savaş da önceki gibi, adım adım gerçekleştirecekti. Ancak, şimdi inisiyatif kendi elinde olduğu için, daha hızlı olacaktı. Şimdi vakit gelmişti. Türkiye, gelişiminin yeni bir dönemine giriyordu. İzleyeceği rota ne olacaktı? Kararı şuydu: Türkiye bir cumhuriyet olmalıdır. Şimdi kararını yerine getirmek için güçlü bir durumdaydı. Kazandığı askeri zafer ve şerefli bir barış (Lozan), etkisini ve saygınlığını yükseltmişti. Kendi topladığı yeni bir Meclis ve hem kurucusu hem de başkanı olduğu yeni bir parti, ona yeni iktidar yolları açmıştı. Reformlara girişmek işi artık sadece bir taktik ve zaman sorunuydu.

OLAYLARIN YÖNÜ…

TBMM kurulduğu zaman (23.04.1920), bu yeni devletin adı da yoktu, bir başkanı yoktu. Yeni devletin başkanlığa ilişkin önemli işleri de Meclis Başkanı olan Mustafa Kemâl Paşa yerine getirmekteydi. Saltanat kaldırılınca (01.11.1922) devlet biçiminin ne olacağı üzerinde tartışmalar başladı. Millî egemenliği esas alan TBMM’nin yapısı, yeni devletin de nasıl bir devlet biçimine dönüşeceğini zaten gösteriyordu? Özellikle Meclis içindeki ve dışındaki muhafazakâr çevreler, Hâlifenin durumunu güçlendirerek onu bir çeşit Devlet Başkanı olarak göstermek istiyordu. Ancak, Devletin başı Cumhurbaşkanı olduğu takdirde, Saltanat yanlılarının istedikleri bir ölçüde önlenebilirdi. Zaten kurulduğundan beri yeni devletin yapısı Cumhuriyete benziyordu. Yapılması gereken, birkaç ayrıntıyı formülleştirmekti. Fakat pek çok aydın cumhuriyet kelimesinden ürküyordu. Bunlar millî egemenliğe sahip TBMM’nin başı olarak hep Hâlifeyi gös(ter)mek istiyorlardı. Bunun ise millî egemenlik ilkesiyle bağdaşması kesinlikle mümkün değildi.

GAZİ’NİN KAFASINDA BELİRGİNLEŞEN CUMHURİYET…

Cumhuriyet düşüncesi, 1923 yazında Gazi’nin kafasında belirgin bir şekil almıştı. Bir tasarı hazırlayarak, gizlice, daha önceleri de Saltanatın kaldırılması ve bir takım anayasal konular hakkında kendisine danıştığı Adalet Bakanı Seyit Bey’e yolladı. Seyit Bey, tasarıyı ilke olarak yasama bakımından uygun buldu ve sadece bazı ayrıntıların düzeltilmesi için geri gönderdi. Sonra tasarı, barış (Lozan) imzalanıncaya kadar bir yana bırakıldı.

GAZİ’NİN ERZURUM’DAYKEN SÖYLEDİKLERİ…

Devlet yönetimi olarak Gazi’nin Cumhuriyet düşüncesi yeni değildir. Erzurum Kongresi sırasında Mustafa Kemâl zihnindeki yönetim şeklini Mazhar Müfit (Kansu) Bey’e şu şekilde not ettirecektir: “Zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır. Padişah ve hânedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.”

NEUE FREIRE PRESSE GAZETESİNE VERİLEN DEMEÇ…

Gazi, 27 Eylül 1923 tarihinde Viyana’da çıkan Neue Freire Presse gazetesinin muhabirlerinden Hans Lazar’a verdiği demeçte niyetini dünyaya şu şekilde açıklamıştı: “Türk Devletinin, adından başka her şeyi ile bir Cumhuriyet olduğu, Anayasanın ilk maddesinde egemenliğin millete ait olduğu; ikinci maddesinde de halkın sadece Büyük Millet Meclisi tarafından temsil edildiği, bu iki cümlenin bir tek kelimeyle özetlenebileceği, bunun da cumhuriyet olduğu, Türkiye’nin şimdiki gerçek şeklinin kısa zamanda kanunla onaylanacağı.”

DEMECİN ANKARA’YA YANSIMALARI…

Bu demeç, Ankara’da yıldırım etkisi yaptı. Zirâ Cumhuriyet kavramı, geleneksel Müslüman Devlet anlayışıyla taban tabana zıttı ve bu sözcük Türkçe bir konuşmada ilk kez telaffuz ediliyordu. Böyle bir değişiklik tehlikesi hem İstanbul basınında hem de henüz ciddî bir cumhuriyetçi hareketin gelişmemiş olduğu Mecliste heyecan yarattı. Gazi bu konuda Mecliste açık bir tartışmanın kötü sonuçlar vereceğini anlamıştı. Cumhuriyeti, muhalefet daha birleşmeye vakit bulmadan, başka yollardan ilan etmek gerekiyordu.

CUMHURİYETE YÖNELİK FARKLI ALGILAR…

Cumhuriyet, sağdan da soldan da karşı akımları harekete geçirecek bir sorun olarak görülmekteydi. Her türlü köklü değişime karşı olan muhafazakâr kesim, Hâlife’nin gücünü ne pahasına olursa olsun korumak istiyor, bazıları da Cumhuriyet ilân edilecekse, Hâlife’nin, Cumhurbaşkanı olması gerektiğini ileri sürüyorlardı. Adım adım ilerleme taraftarı olan yenilikçi kesim ise güçler arasında bir denge kurmak çabasındaydılar. Bazı kimseler, Hâlife’nin başına geçeceği meşrutî bir krallık gibi bir yönetim tarzı düşünüyor; bazıları da Batıdaki (örneğin Fransa ya da Amerika’daki) gibi gerçek bir demokratik Cumhuriyet kurulmasını uygun buluyorlardı. Bir yandan da Cumhuriyetin, Gazi Mustafa Kemâl Paşa’nın elinde Güney Amerika ve Sovyet Rusya da olduğu gibi bir çeşit diktatörlüğe dönmesinden çekiniyorlardı. Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile Rauf (Orbay) Bey’in görüşleri de böyleydi. Onların bu sırada Meclisten uzaklaşmış olmaları da Cumhuriyet’in ilanı adına siyasî ortamı daha bir elverişli hâle getirmişti. Asırladır padişahın bir tebaası ve kulu olarak yaşamış bu toplumda kimi siyasî ve askerî üst düzey zevat da Cumhuriyete endişeyle bakıyor ve Gazi Mustafa Kemâl Paşa’nın, Mecliste, bir olup bitti ile Cumhuriyeti ilân etmesinden endişe ediyorlardı. Evet. Gazi, böyle bir şeyi gerçekten de tasarlamıştı.

DEVLETİN REJİMİNİN VE İDARE ŞEKLİNİN ADININ KONULMASI GEREKLİLİĞİ…

TBMM Hükûmeti, elbette ki geçici bir yönetim şekli ve rejimdi. Devlet idaresi şekilleri arasında böyle bir idare biçimi yoktu. Bu devlet şekli, olağanüstü şartların doğurduğu, İstiklâl Savaşı’nın ve onu takip eden Cumhuriyet öncesi dönemin geçici ve olağanüstü düzeniydi. Saltanat da kaldırılmış olduğuna göre TBMM’nin açılmasından itibaren yaşanan gelişmelere paralel olarak devletin rejiminin ya da idare şeklinin adının konulması gerekiyordu.

MECLİS HÜKÛMETİ SİSTEMİNİN ZORLUKLARI…

I. Meclis ve Meclis Hükûmeti Sistemi, yasama ve yürütme yetkilerini kendinde topladığından, yürütme görevi de vekâleten Bakanlar Kuruluna devredilmiş bulunuyordu. Meclisin, Vekilleri (Bakanları) seçme yetkisini hâlâ elinde bulundurması, milletvekillerinin bakanlık için manevrâlara girişmelerine ve hizip yaratmalarına yol açtığı için Mecliste birliği ve ahengi bozuyordu

ÇALIŞAMAZ HÂLE GELEN BAKANLAR KURULU…

TBMM ikinci dönemi 11 Ağustos 1923 tarihinde açılmış, 14 Ağustos 1923 tarihinde Fethi (Okyar) Bey başkanlığında kurulan yeni Hükûmetteki bakanların tamamı Meclisin II. Dönem üyeleri tarafından seçilmiştir. Bu Hükûmet de bir süre sonra I. TBMM’de olduğu gibi, yine Meclis tarafından eleştirilmeye başlanmıştı. Bu alışılmış bir durumdu. Ancak II. Meclisteki bu muhalefet grubunun gizli çalışmaları yüzünden Bakanlar Kurulu neredeyse iş göremez hâle gelmişti. 1921 Anayasası’nda Kabine Sistemi mevcut olmadığından, milletvekilleri, Hükûmete sık sık müdâhalede bulunulabiliyorlardı.

Hükûmet Başkanlığı görevi ile birlikte İçişleri Bakanlığını da yürütmekte olan Fethi Bey, dikkatini ve çalışma gücünü Hükûmet Başkanlığı görevinde toplayabilmek için 24 Ekim’de ikinci görevinden istifa etmek zorunda kalmıştı. Ali Fuat Paşa’nın Ordudaki görevine dönmeyi istemesi üzerine, 24 Ekim 1923 tarihinde Meclis II. Başkanlığından ayrılması sonucu bu makam da boş kalmıştı. Fethi Bey, kendisinden boşalan İçişleri Bakanlığına Ferit (Tek) Bey’i aday göstermiş, Ali Fuat Paşa’dan boşalan TBMM İkinci Başkanlığına Yusuf Kemâl (Tengirşek) Bey’in seçilmesini istemişti. 25 Ekim 1923 tarihinde Halk Fırkası (HF) toplantısında, Meclis II. Başkanlığına (Lozan Barış Antlaşması’ndan hoşnutsuz olan) Rauf Bey’in, İçişleri Bakanlığına da Erzincan Milletvekili Sabit Bey’in seçilmesi için karar alınmıştı. Ancak Gazi, HF Grubunun bu kararından hoşnut olmaz. Gazi’ye göre, Rauf Bey’i TBMM II. Başkanlığına getirmeğe kalkışmakla, tüm Meclisin Rauf Bey’le hemfikir olduğu yani tüm Meclisin Lozan Barış Antlaşması’nı yapan ve Hükûmette de Dışişleri Bakanlığı olarak bulunan İsmet Paşa’nın aleyhinde olduğunu göstermek maksadı hedefleniyordu.

Not: Devam edecek

© 2023. Bu makalenin / yazının içeriğinin telif hakları yazarına ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

KAYNAKLAR

AKBULUT, Dursun Ali; “İkinci Dönem BMM ve Cumhuriyetin İlanı”, Türkler, C. 16, 7. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.

ATATÜRK, Mustafa Kemâl; Nutuk II, (Baskıya Hazırlayanlar: Birol Emil, Metin Has-Er, Mehmet Ali Aydın), 1. Baskı, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1973.

AYDEMİR, Ş.Süreyya; Tek Adam Mustafa Kemâl (1922-1938), C. 3, 6. Basım, İstanbul 1978.

CEBESOY, Ali Fuat; Bilinmeyen Hatıralar, (Hazırlayan: O.Selim Kocahanoğlu), Temel Yayınları, 2001 İstanbul.

ÇEÇEN, Anıl; Atatürk ve Cumhuriyet, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1981.

JEVAKHOFF, Alexandre; Kemâl Atatürk Batının Yolu, (Türkçesi: Zeki Çelikkol), İnkılâp Kitapevi, İstanbul 1998.

KANSU, Mazhar Müfit; Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Cilt: I, TTK Bsmv., Ankara 1988.

KINROSS, Lord; Atatürk Bir Milletin Doğuşu, 13. Basım, Akdeniz Yayıncılık.

KOCATÜRK, Utkan; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938, 2. Baskı, TTK Bsmv., Ankara 1988.

OKYAR, Fethi; Üç Devir’de Bir Adam, (Yayına Hazırlayan: Cemal Kutay), Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul 1980.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Paksoy Arşivi