Dünya bizi aldatmasın!
Hani bir hikâye anlatılır:
Bir kadın, bir gün kucağındaki çocuğu ile birlikte bir mağaranın önünden geçerken içeriden gelen bir ses duyar: "İçeri gir ve ne istersen al, ama en mühim olanı unutma!
Ayrıca: "Sen çıktıktan sonra kapının bir daha asla açılmayacağını da dikkate al. Ancak bu fırsatı kaçırma, ama yine de en mühim şeyi unutma..." bu ikaz böyle devam eder durur.
Kadın mağaraya girer ve büyük bir servetle karşılaşır. Yığınla altın ve mücevherleri görünce şaşkına döner ve çocuğunu yere bırakarak hemen büyük bir hırsla mücevherleri toplamaya başlar.
Bu sırada o esrarengiz ses yine duyulur:
"Yalnız çok kısa bir zamanın kaldı ha!"
Kalan bu zaman çabuk geçer. Kadın toplamış olduğu kıymetli taşlar ve altınlarla birlikte mağaranın dışına koşar ve kapı kendiliğinden kapanır. Bu sırada çocuğunu içerde unutmuş olduğunun farkına varır, ama iş işten çoktan geçmiştir. Ağlamak, sızlamak, dizini dövmek, saçını-başını yolmak fayda vermez. Zenginlik uzun sürmez, o zenginliğin hayrını görmez, asıl varlığını unutmanın ızdırabını hep yaşar.
Dünya ziyneti ve hayatı da aynen bunun gibi...
Bu nedenle merhameti sonsuz olan Allah, birçok ayetiyle dünyaya karşı bizi uyarıyor: Öleceksin unutma! Ölüm haktır gaflete dalma! Dünya fani ahret baki, ahretini üç kuruşa satma! Yolcusun, azığını al, tedarikini gör. Seni yaratan hesap soracak, hesabını iyice yap. Bak kapı kapanmak üzere ölüm gelecek; her nefis ölümü tadacak…
Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyuruyor:
“İşte bunlar, ahreti verip dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azapları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez.” ( Bakara, 86.)
Denmiştir ki: dünya hayatı alımlımı alımlı, güzel mi güzel bir geline benzer. İnsanı baştan çıkarır. Herkese evleneceğine dair söz verir ancak kimse ile evlendiği vaki olmamıştır.
Yüce Allah’ın dünyayı oyun ve eğlenceye benzetmesi ne kadar hikmetle doludur. Buyuruyor ki: “Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahrette ise çetin bir azab; Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir. (Hadit,20)
Hani çocukluk işte, bilirsiniz. Çocukken oyun oynardık arkadaşlarla. Roller biçerdik herkese. Kumdan tepeler, çamurdan tabaklar yapar; yapraktan, ottan kökten yemekler dizerdik yalancı sofraya. Kara lastiklerimiz arabamızdı. Anne, baba, çocuk olurduk. Öğretmen, doktor, mühendis rolünü kapmak için nice mücadelelere girişirdik. Ciddiyetle oynar, gerçekmiş gibi konuşurduk birbirimizle. Akşam olunca uyun biter, roller son bulurdu. Karanlık çökünce çağrılırdık evden. Kapı kapanacak gerçek hayata dönülecektir çünkü. O kadar özenerek yaptığımız çamurdan evleri bir tekmeyle yıkıp eve koşardık. Belki yarın başka bir oyun için randevulaşırdık. Tez sabah olsun diye erkenden uyuduğumuz zamanlar olur, hayallere dalardık…
Aynen bunun gibidir dünya; kimisi ağa rolünde kimisi paşa, kimisi zengin kimisi fakir, kimisi itibarlı kimisi garip, kimisi işçi kimisi patron… Çok inandırıcı olsun diye herkes rolünü ciddiye alsa da kapı kapanıp güneş batınca gerçek hayatla yüz yüze kalacağız. Kırdığımız kalpten hesap sorulacak, bir kardeşimize lütfettiğimiz bir tebessümün dahi faydasını göreceğiz. Yıktıklarımızdan, kırdıklarımızdan hakkına girdiklerimizden, yapmadığımız ibadetlerden teker teker hesaba çekileceğiz.
Öyleyse misafir olduğumuz şu dünyada mal ve mülkle evlat-ı iyalle, makam ve mevkiiyle para ve pulla övünmek hayallerin üzerine mutluluk inşa etmekten başka işe yaramayacağını; Yemyeşil yapraklar solunca, dizde derman, gözde fer kalmayınca, para pulun fayda vermeyeceğini bilmeliyiz.
Göz kapakları kapanmadan önce neyi bırakıp neye talip olduğumuzu düşünmeliyiz!
Evet, o kapı kapanmak üzere… Dün geçti, yarın belli değil; dem bu dem an bu an.
Ölüm var ölüm!
Selam ve dua ile…