Ekonomi ile gelen ekonomi ile gider
2008’de teğet geçen kriz şimdi neden delip geçiyor? Türkiye adeta gizli bir ambargo ile karşı karşıya. ABD ile AB ülkeleri akıl almaz dostluğa ters düşecek tutumlarıyla yenidünyanın canavarını yarattılar. Ve 2011 itibarıyla artık o canavarın kendileri açısından kontrol edilemez ve bölgesel olarak öngörülemez olduğu kabul edilir oldu. ABD-AB öngörülemeyen ve totaliterleşen güvenilmez bulduğu güç odağını meşru olmayan yollarla ve seçim yoluyla devirme şansını elde edemeyince bu kez daha baskıcı yollara başvurmaya başladı.
Zira 600 yıllık mutlak monarşi geleneğinden gelen Türkiye’de, siyasetin karizmatik güçlü bir lider profili odaklı yapıldığını unutmuşlardı. Şimdi yapılması gereken “Ekonomi ile gelenlerin yine ekonomi ile gitmesiydi” iyi gitmeyen ve kredi bulmada zorlanan ekonominin getirdikleri bunlardı. 2008 krizi Türkiye’yi teğet geçmişti. ABD ekonomisinin de krizden etkilenmesi sonucu, garanti altına alınmak istenen iki ana unsur vardı. Silah ve petrol İşte bu iki temel ayağın sorunsuz işlemesi içinde BOB (Büyük Ortadoğu Projesi) üretildi. Bunun sorunsuz işlemesi ise Türkiye’nin iyi gitmeyen devamlı açık veren ekonomisine yön vermekti. Bunun içinde ABD fonlarında biriken Körfez sermayesi devreye sokuldu. Böylece körfez sermayesi Türkiye’de yer bularak adeta silahsız işgale uğratıldı. Türkiye Ekonomisi ele geçirilmiş reel ekonomimiz adeta felç olmuştu. Böylece siyasi iktidarda tam bağımlılık işler hale getirildi.
İlk iş olarak Türkiye’nin kredi ve yatırım yapılabilirlik notu düşürüldü. Bu notun düşürülmesi ile her sene daha fazla cari açık veren ve dolayısıyla her sene borçlarını çevirebilmek için daha fazla borç bulması gereken Türkiye’yi borçlanamaz hale getirdi. Türkiye özellikle son iki yılda Uluslararası piyasalardan normal faizin üzerinde aldığı faizlerle, ağır anlaşma bedelleri ödeyerek borç bulabilmektedir. Borçlanmanın yolu da Katar’dır. Kilit kuruluş durumunda olan da OPEC (Petrol İhraç eden ülkeler Birliği) bunu oluşturan ülkeler de şunlardır. Venezuella-Suudi Arabistan-İran-Irak-Kuveyt-Katar-Libya-Endonezya-Birleşik Arap Emirlikleri Cezayir-Nijerya-Ekvator-Gabon. Bu ülkeler dünya petrol kaynaklarının %79 una yani üçte ikisine sahiptirler. Dünya petrol fiyatlarını bu ülkelerin ortak alacağı kararlar belirlemektedir.
Geçmiş yıllar da yaşadığımız1973-1974 Petrol krizini OPEC çıkarmıştır. Petrolün yokluğu ile yaşanan krizde bütün dünya ile beraber Türkiye’de bu krizi yaşadı. Petrol karne ile satılır oldu. Türkiye’de tek-çift uygulaması ile araçlar işledi. Avrupa da araçları at arabaları çeker oldu. 1981 sonu itibarıyla OPEC bu keyfiyetini kaybetti. Petrol anlaşmaları Uluslararası antlaşmalara göre yeniden düzenlendi. Petrol ihracatı yapanların bunu bir silah olarak kullanması engellendi. Her etkinin bir tepkisi olduğu sonucu petrol alımı yapan ülkeler başkaca enerji kaynaklarına yöneldiler. Güneş enerjisi gibi HİDRO KARBON vs. gibi.
Peki, bizim petrol üreten ülkeler ile ilişkilerimiz ne durumda ona bir bakalım.
İRAN: Her daim çekişme halindeyiz. Şii ekolü bölgeye hâkim olmak isteyen İran ile bir ortak noktada buluşmamızı zor kılıyor. HAŞDİ ŞABİ güçleri ile Kerkük-Musul da etkinliği İran alınca ortak arayış daha da zorlaşmış durumda.
IRAK: Yıllarca adam yerine koyulmadıklarından ötürü burukluk var. Barzani ile kaçak petrol satışına girilmiş ve Türkiye üzerinden satışı yapılmış. Ancak Barzani Irak’ta saf dışı bırakılınca da bizde kaybetmişiz.
KUVEYT: Hiç ilgilenilmemiş.
LİBYA: KADDAFİ devrilsin diye savaş gemisini gönderdik. Bavullara doldurulan 500 milyon Dolar nakit parayı muhaliflere dağıtmışız. Masada yerimiz olacak derken salona bile alınmamışız. Parsayı Fransa toplamış.
SUUDİ ARABİSTAN: AK Parti içerisinde Suudi Arabistan yanlıları olarak bilinen Abdullah Gül ve ekibi tasfiye edilirken bu ekip destekleniyor diye Suudilerle mesafeli kalınmış. Bunu fırsat bilen ABD orada ki yerini almış.
CEZAYİR: Sadece müteahhitlerimiz oradan iş almış. Doğru dürüst bir anlaşmamız yok.
NİJERYA: Uğranmamış aranmamış sormamışız.15 Temmuz sonrası “Gülen okullarını kapatın” diye üst perdeden konuşunca da vetoyu yemişiz. Basın önünde “Karizma”mız çizilince de geriye kalan Katar olmuş. Bizde Katara yönelip pozisyon almışız.
2013 itibarıyla Türkiye’nin ana kreditörü konumunda olan batı kaynakları kesilince de, fonlar teker-teker iptal edilmeye başlandı. Dünya Bankası’ndan gelen fonlar gelmez oldu. Kredibilitemiz düşürüldü. Borçlanma imkânımız kısıtlandı. Bu da beraberinde kamu borç stokunu doğurdu. Yani ekonomimiz önüne hiçbir bariyer konulmayan bir araç gibi hızla uçuruma doğru gitmeye başladı. Büyüme oranları 7,4 gibi şişirilip takla attırılarak gösterilmeye, işsizlik bir yılda 124.000 artış gösterdiği halde, düşüş gösterdi denmeye varacak kadar doping yapıcı demeçlere kadar vardı.
Yukarıda adı geçen OPEC ülkelerinin farklı strateji siyasi ve ekonomik parametreleri var. Örneğin Katar petrol ihracatının %85’nin bir bölümünü OPEC ülkelerine veriyor. Bunun sonuçtaki alıcıları ise ABD-AB ve İngiltere üçlüsü. Bizim ise bu ülkelerle ilişkilerimiz ise malum. Her gün birisine Eyyy çekiyoruz. Bunlarda Türkiye’ye karşı Katar’ı hedef alarak OPEC için satış yapan Katara “Türkiye’ye artık para vermeyeceksin” yoksa günlük üretimini 11 milyon varile çıkaran Rusya’dan petrol alırız. Ya da HİDRO KARBON yöntemini geliştiririz diyorlar. Yılda 25 trilyon metreküp rezervin var. LNG için 1 Numaralı satıcısın sözümüzü dinlemez isen ABD ve Rusya’ya yöneliriz LNG’yi de onlardan alırız.
Ve Katar teslimiyet bayrağını çekerek geri çekiliyor. İşte teğet geçen değil de Türkiye’yi delip geçen ekonomik krizin nedeni budur. Bu nedenledir ki Türkiye sata-sata hiçbir varlığı kalmamış ülke olarak “Varlık Fonunu” kurmuştur. Tüm Cumhuriyet’nin kazandığı varlıkların teker-teker satılmasının arkasında yatan gerçek budur. Bu gün artık vatandır dediğimiz şeker fabrikalarının satışı da bu nedenledir. Bu da kendi milli ekonomisini kuramayan-korumayan hatta zarara uğratılmasına bile göz yummanın sonucudur. Ekonomisini geliştirip üretime yönelemeyen hazır yiyicilerin acizliği iş bilmezliğidir. Üretimin yönetimine yetenek sahiplerinin değil partizan atanmasının sonucudur. Bu popülist ve iktidarsız sonuç arkada satacağı değer kalmayınca da azınlıkta kalan milli varlıklarımızın ipoteğini de getirebilecektir. Kaçınılmaz olan sonuç ekonomi ile gelenlerin yine ekonomi ile gitmesini doğuracaktır.