Öğretmenlik kendi tercihimdi
Eğitimci ve yazar Asım Atabey diyor ki “Öğretmenlik mesleği kendi tercihimdi. Beni çok seven ve benim de kendisini çok sevdiğim öğretmenim...
Eğitimci ve yazar Asım Atabey diyor ki “Öğretmenlik mesleği kendi tercihimdi. Beni çok seven ve benim de kendisini çok sevdiğim öğretmenim Ahmet Kamacı’dır. Onun yakın ilgisi ve alakası benim öğretmenlik mesleğini sevmeme ve öğretmen olmama vesiledir. Altı yıl yatılı okudum. Öğretmen diplomasını aldım” diyerek mesleğini çok sevdiğini söylüyor. Geleneksel hale getirdiğim Kültürümüzün 40 Pınarları röportajlarına bu kez Asım Atabey’i konuk ettim. Bir gönül dostu, eğitimci, öğretmen, araştırmacı, en önemlisi kelâmı kalemle yansıtan güçlü bir yazar. Bu röportajı baştan sona okuyunca konuğumun bilinmeyenlerini daha iyi anlayacaksınız. *Kimdir Asım Atabey, tanıyalım? Kısa bir öz geçmiş olsun, lütfen! 1943 doğumluyum. Kırşehir-Özbağ-Örcün’de doğdum. Eşim ev hanımıdır. Emekli Öğretmenim. Pazarören İlköğretmen okulunda okudum. Sarılar köyü ilkokulu (iki yıl), Bornova Okuma Yazma Okulu (bir yıl), Büyük Abdi Uşağı İlkokulu (dört yıl), Uzunpınar İlkokulu (dört yıl), Çağırkan İlkokulu ( bir yıl), Yurtbeyli İlkokulu (üç ay), Çalılıöz İlkokulu (on beş yıl) çalıştım. 1988 yılında emekli oldum. Bir oğlum öğretmen. Eşi hemşire. Üç torunum var. Bir oğlum inşaat mühendisi. Eşi öğretmen. İki torunum var. Kızım özel lisede öğretmen. Eşi veteriner. Bir torunum var. Kızım sosyoloji mezunu. Felsefe gurubu öğretmen, rehber öğretmen, aile danışmanı, belgeleri var. İngilizce öğretmenliğinde katsayı, felsefe öğretmenliğinde paralel yapı kurbanı, dershane öğretmenleri atamasında anayasa kurbanıdır. Öğretmenlik mesleği kendi tercihimdir. Beni çok seven ve benim de kendisini çok sevdiğim Öğretmenim Ahmet Kamacı’dır. Sevgili Osman Bölükbaşı’nın eniştesidir. Köylü çocuklarını parasız okutan, yatılı okutan öğretmen okulları vardı. Bu durumda benim öğretmen olmama neden oldu. Altı yıl yatılı okudum. Öğretmen diplomasını aldım. Lise diplomasını, fark derslerini vererek aldım. On bir yıllık öğretmenken başladığım, Başkent İktisadi Ticari İlimler diplomasını, on yedi yıllık öğretmen iken aldım. Yedi yıl geceleri, Kırıkkale’den Ankara gide gele aldım. Ticaret Lisesi öğretmenliğine geçmedim. Muhasebecilik yapmayı göze alamadım. Devlet memurluğundan emekli olmayı bekledim. Bu arada imalat işiyle uğraştım. İnşaat işleriyle uğraştım. Dükkân çalıştırdım. Öğretmenler Sendikası, öğretmenler derneği, emekli öğretmenler derneği, yeniden kurulan öğretmenler sendikası üyesi oldum. Sendikanın denetim kurulu, yönetim kurulu ve bir dönem sendikanın ilçe başkanı oldum. Bir dönem İlçe İzci Kurulu başkanı, bir dönem bir partinin il sekreteri, bir dönem bu partinin İl Başkanı oldum. Beş altı kere genel seçimlerde, partinin seçim komitesi başkanlığını yaptım. Bir dönem Kırıkkale’de Tüketim Kooperatif kurduk. Kooperatifin denetim kurulu üyeliğinde bulundum. Kırıkkale’de Yapı Kooperatif kurduk. Kooperatif Başkanlığında bulundum. Bir dönem tatil köyü kooperatifi üyesi oldum. Altı yıl bu kooperatife maaşımın üçte birini verdim. Sonuç gelmedi. Birikmiş paramı aldım. Bu parayla İkinci bir tatil köyü kooperatifine girdim. Buraya da altı yıl maaşımın üçte birini verdim. Birikmiş paramı da almadan da buradan ayrıldım. On üç yıl hayalini kurduğum bir tatil evim olmadı. Kırıkkale’de yetmiş sekiz yılında iki bin on üç yılına kadar eşimin adına önce billuriye işleri, sonra kesekâğıdı imalatı ve sonra kâğıt ve ambalaj malları ticareti ile uğraştım. Bu işime bir kişiyi sözlü ortağım olarak çalıştık. Sermayem onda kaldı. Hayatta bir tek iş yapmışım. Hanımı Bağ-Kurdan emekli etmişim. Didim’de bir akrabamın tatil yerleri vardı. Ortağına işletmesini üstlendim. İki sene orada çalıştım. Bu işim de orada kaldı. Çok zararım oldu. Bana vergi borçları, sigorta borçlarını ödemek kaldı. Kırşehir Organize Sanayinde bir fabrikanın dokuz yakınım ile ortağı olduk. Sonunda MÜDÜRÜ, fabrikayı satmış. Bize de sigorta borçlarını ödemek kaldı. *“Mucurluysan geç yukarı!” deyimi kültürümüzü çağrıştırır. Duydunuz mu? Mucur halkı da Orta Anadolu halkı da misafir severler. Anadolu’nun toprağı, havası ve suyu ve iletişim olanakları, misafirlik duygusunu, insanlarına kazandırmıştır. Halkı, ilkbahar ve yaz dönemi tarlada, bahçede, hayvanlarının peşinde çalışmakla geçer. Sonbahar ve kış aylarında ise düğün dernek işleri ve köy odalarında sohbetler ve orta oyunları oynayarak geçer. Köy odaları kış gecelerinin vazgeçilmezidir. Aynı zamanda ulaşım zorluğu da olduğu ve kış ayları, Anadolu’da çok sert geçer. Köye gelen yabancıların kalacakları yer olmaz. Zorunlu olarak köy odaları bu yabancılara konaklama hizmeti verir. Akşam olduğunda ise köylüler bu odalara toplanırlar. Misafir başköşeye oturtulmuştur. Sonra insanlar odaya geldikçe, sonradan gelene yer gösterilir. Derken misafir odanın çıkış kapısına kadar gelmiştir. Bu arada bir avcı da avdan gelmiş. Yanında tazısı vardır. Misafir, avcıyı tazısıyla görünce, sen de yukarı geç der. Mucurluysan geç yukarı sözü, halk arasında söylenir durur. *“Pekmez akıllı sözü” ulusal veciz deyim olmuş. Elbette diyecekleriniz olmalı? KIRIKKALE’DE çok söylenir bu söz. Özellikle Kırşehirliler için söylenir. Nerelisin diye soran kişi, “Kırşehirliyim” cevabını aldığında, hemen “pekmez akıllı mısın” diye cevap verir. Pekmez Akıllı tanımlaması için çok yakıştırma vardır. En yaygın olanı şudur. Bir zamanlar Kırıkkale bir sanayi şehridir. Fabrikalarda çalışmak üzere Kırıkkale’ye gelen insanlar bir sınavdan geçirilir. Genellikle insanlar, fabrikada çalışmaya başlar. Bizim insanımız vefalıdır. Kendisini işe alan müdür için, hediye vermek ister. Bir keresinde köyünden dönerken, evinden bir orta boy çömlek içinde müdürüne vermek üzere pekmez getirir. Müdürüne pekmezini vermek üzere iken, elinden pekmez çömleğini düşürür. Pekmezleri yere dökülür. Bu olay sonraları Kırşehirliler için PEKMEZ AKILLI sözü gelenek olarak söylenir durur. Hem övgü, hem de yergi anlamında kullanılır bu söz. *Toplum adamısınız. Türkü söyler misiniz? Toplum içinde hiç Türkü söylemedim. Ancak pek çok türkünün melodisini bilirim. Türk Halk Müziğini her zaman dinlerim. Neşet Ertaş’ı, ne zaman nerede söylüyor olursa olsun mut laka dinlerim. Zara’nın türkülerini ve Yıldız Tilbe’nin türkülerini dinlerim. Kırşehir Abdallarının saz ve sözlerine bayılırım. *Doğal mısınız? Ben hiçbir zaman kendimi kimseden büyük görmedim. Hiç kimseyi de kendimden küçük görmedim. Ezilmiş, yoksul kalmış, yetim kalmış, öksüz kalmış insanlar benim için çok önemlidir. Onların derdini hep kendi derdim saydım. Onlara hiç kıyamam. İnsanlara hep insan gözüyle baktım. Allah’ın kullu olarak baktım. Yetim hakkı yiyenlerden, kul hakkı yiyenlerden olmamaya çalıştım. Allah’ın çalış, hep çalış emrine uymaya çalıştım. Böbürlenme, gururlanma bilmem. Kendime emir verilmesi sevmem. Başkalarını ayıp sayacağı bir işi yapmam. *Aynaya bakınca ne düşünürsünüz? Aynada kendime bakma hastalığım yoktur. Saç tarama, el yüz temizliği, kılık kıyafet düzgünlüğü gibi nedenlerle aynaya bakarım. Kendimi hep yakışıklı bulurum. Hiç kimseye de yakışıklı mı? Değil mi? açısından hiç bakmadım. İnsanları insan olarak gördüm. *Yaşadığınız yöre biraz da kırsala benziyor. Hayvan ve tabiat sevginiz? Kediyi sevmem. Çok küçüktüm. Bir gün rüyamda kendi yatağımda yavru yapmış. Ben de yavruların üzerine yatıyormuşum. Uyandım. Bu nedenle kediyi sevmem. Güvercinlere bakmaya doyamam. Köpeği severim. Ama köpekten çok korkarım. Yavrusunun bile ayak dibimde gezinmesinden korkarım. Kurt, domuz, çakal, tilki, yılan, sevmediğim hayvanlardır. Her çeşit kuşu çok severim. Keklik, leylek, bıldırcın, Koyun, kuzu, koç, dana, inek, oğlak, keçi, ceylan, tosun sevdiğim hayvanlardır. Doğaya bayılırım. Ormanlık alanlarda, yaylalık alanlarda, dağlarda, ovalarda, zaman geçirmek vazgeçilmez duygularımdır. Bağ ve bahçe işleriyle uğraşmak sınırsız hoşuma gider. Yıl içinde en az yüz gün bahçe işleriyle uğraşırım. Çocukluğum babamın bağ bahçe işlerinde onlara yardım etmekle, 1995 yılından beri de kendi adıma bu işlerde çalışırım. Gelir getirici hiçbir bahçe işim yoktur. Ancak budama, ilaçlama, aşılama, sulama gibi işlerini hep kendim yaparım. Kırıkkale’de boş bir alana, çekirdek badem, zerdeli, cevizler diktim. Dört sene baktım. Diplerini açtım. Bine yakın fidanım olmuştu. *Adı üstünde: Özbağ beldesini mekân tutmuşsunuz. Toprak-ağaç- çiçek sevginiz? Çocukluğumdan beri toprak işlerinde çalışırım. Bahçemiz, üzüm bağlarımız vardı. Bel, kürek, kazma, çapa işlerini çok yaptım. Sebzeleri, ağaçları suladım. Ağaçların meyvelerini topladım. Bizim bahçede, elmalar, armutlar, erikler, kirazlar, vişneler, ayvalar, bademler, zerdaliler, kayısılar, cevizler, ıhlamur, hatta fındık bile vardır. Hiç yokluk çekmedik. Yerdik. Satardık. Misafirlere ikram ederdik. Akrabalarımızdan verirdik. Çiçeklere karşı ayrı bir sevgim vardır. Leylak, zambak, gül, lale, sümbül, menekşe severim. Baharın müjdecisi çiğdem en çok sevdiğim çeşittir. Dahası ağaçların çiçek açtığı dönemi çok severim. Her bir ağaç, ayrı renk çiçek açar. *Mûsiki zevkiniz? Müziği severim. Öğretmen olduğumda ilk işim bir çanta radyo almak olmuştu. Ağa Marka radyom vardı. Okulda mandolin çalmayı öğrenmiştik. Uzun yıllar okulda müzik derslerimi hep mandolinle yapardım. Çocuklarım öğrensin diye saz almıştım. Biri pek ilgi duymadı. Biri kendine yetecek kadar öğrendi. *Bir yazara sormak doğrumu bilmem. Şiir-edebiyat- güzel sanatlara ilginiz? Şiir okumayı severim. Öğretmen okulunda, sınıf gecelerinde hep şiirleri ben okurdum. İzmir’de bulunduğum yıllarda bir gün tesadüfen bir salona yolum düştü. Behçet Kemal Çağlar program yapıyordu. Saatlerce ezbere şiirler okuyordu. İnsanlar dinliyordu. Şiiri sevmeme neden oldu. Özellikle Şebnem Kısaparmak’ın okuduğu şiirleri zevkle dinlerim. Edebiyatta ilgim çok fazla vardır. Kendime yetecek kadar kitabım vardır. Çocuklarım ve torunlarım kitaplığımdan yararlanırlar. Binden fazla kitabım var. Birde okumak için benden kitap aldılar. Geri vermediler. Torunlarıma tembih ediyorum. Ödünç verdiğiniz kitabınızı mutlaka isteyin diyorum. 1997 den beri Kırıkkale İl Gazetesinde köşe yazıları yazarım. Bu güne kadar beş bine yakın yazılarım yayınlandı. İçlerinde iki kitap olacak kadar güzel yazılarım var. Arada Kırşehir Çiğdem Gazetesinde de yazılarım yayınlanır. Bir yazım Yeniden İmece Dergisinde, bir yazım da Kırıkkale İl Yıllığı kitabında yayınlandı. Fotoğraf çekmeyi severim. Okulda fotoğrafçılık kolu başkanlığı yaptım. Fotoğraf makinem hiç eksik olmadı. Kendimce suluboya resim yapmayı severim. İlimizde açılan resim sergilerini gezerim. Şairlerden Nazım Hikmet’i, Atilla İlhan’ı, Mehmet Akif’i, şimdilerde Derviş Ekim’i okurum. Yazarlardan, Uğur Mumcu’yu, Sabahattin Ali’yi, Aziz Nesin’i, Fakir Baykurt’u, Emre Kongar’ı, Necati Cumalı’yı, Mehmet Başaran’ı, Oktay Sinanoğlu, severim. Her görüşten yazarların eserlerini ve köşe yazılarını okurum. *Bir fıkra anlatır mısınız? Fıkra dinlemeyi severim. Anlatanları dinlerim. Ancak dinlediğim fıkralar olsun, okuduğum fıkra kitapları olsun fazlaca aklımda kalmaz. Fıkra anlatıldığında çok gülerim. Sonra da fıkralar aklımda kalmaz. *Özel zevkleriniz, tutkularınız, hobileriniz, prensipleriniz, kurallarınız var mı? Her yıl, eşim ve çocuklarımla deniz kenarında tatile gideriz. Torunlarım oldu. Onlarla tatile gideriz. Bir keresinde torunları dördüyle birlikte, Gazlıgöl’de kaplıcaya gittik. Tadına doyum olmuyor. Denizde onlarla birlikte olmanın tadına doyulmuyor. Piknik yapmayı hiç ihmal etmeyiz. Özellikle ormanlık alanlara gideriz. Saç kavurma, güveç yapma, tavuk mangal zevklerimiz arsındadır. İyi giyinmeyi severim. Kravatsız ve tıraşsız toplum içine çıkmam. Torunlarımla banyomuzda, banyo yapmayı, onlar uyurken yanlarına uyumayı, onlara masal anlatmayı, okudukları kitapları dinlemeyi severim. Bir zamanlar karnıyarık yemeğini, biber patlıcan patlatmasını, haşlama et yemeğini, kadayıfı, baklavayı, lokma tatlısını, severim. Sporu severim. Takım tutma hastalığım yoktur. Bitkisel tedavi yollarını anlatan uzmanların anlattıklarını dinlerim. Bölgelerden İç Anadolu, Ege ve Akdeniz Bölgesini severim. Doğu Anadolu dışında tüm bölgelere gittim. Her biri birbirinden güzel. *“En-sonlu sorular geliyor dersem? En sonunda mı? Benim hayatım tamamlandı. Yaşım yetmiş üç. Yapacağım çok şey kalmadı. Artık sağlığımı korumak ve kimseye sıkıntı olmadan ölmek gayretindeyim. Okuyamaya – yazmaya devam ediyorum. Beş binden fazla makalem var. En sonunda bu yazılarımdan iki kitap halinde yayınlamak isterim. *En son okuduğunuz kitap? MUSTAFA KEMAL’İN UÇAKLARI, YARIM KALMIŞ DEVRİM ARABALARI, BEYİN YIKAMA OPERASYONLARI. *İçki-sigara-alkol, kumar ve sair bağımlılıklar hakkındaki düşünceleriniz? Düğünlerde, özel arkadaş toplantılarında içki içtim. Alışkanlığım yoktur. Zaten içki bende baş ağrısı yapar. Ağrım üç gün sürer. Sigara içmedim. Kumar oynamadım. Beş on kere konken oynadım. Para kaybım olmadı. Briç oynayan arkadaşlarım var. Oynarız. Çoğu zaman oynayanları seyrederim. *İnternet, televizyon, akıllı telefon sizce nedir? Her ikisi de hatta cep telefonları, bilgisayarlar ve atariler hepsi de çok kıymetli çağımızın buluşlarıdır. Ancak bunların yararları, zararları vardır. Özellikle çizgi filmleri, dizi, eğlence programları, bilgisayar oyunları, evlenme,, reklam, benim tarzım gibi programları, korkunç programlardır. İnsanların kafasına bir kelepçe takan, insanları robotlaştıran, düşünme gücünü, üretme gücünü, yorumlama yeteneğini ve öğrenme heyecanın körelten, insanlık ilişkilerini yok eden, bencilliğe çanak tutan araçlardır. Ben televizyonda haberler izlerim. Belgesel programlara bakarım. Açık oturumları izlerim. Konulu filimler izlerim. İnternete bilgi amaçlı bakarım. Her gün facebook sayfalarına girerim. Bir saatten fazla facebookla ilgilenmem. Beğendiğim bilgileri arkadaşlarımla paylaşırım. *Sporla aranız nasıl? Sporu severim. Okul çağlarında futbol, voleybol, basketbol oynamaya hiç doymazdım. Fenerbahçe takımını tutarım. Ancak oyuncuları kimdir? Başkanı kimdir? Şampiyon olacak mı? Pek ilgilenmem. Millî Takımımızın bütün maçlarını izlerim. Denk geldikçe basketbol ve voleybol maçları izlerim. Güreş izlemeyi severim. *Samimiyet ve öfke denilince ne anlarsınız? Samimi olmak - olabilmek her kişinin yapacağı davranışlar değildir. Çocukluktan, askerlikten, meslekten, mahalleden, derneklerden, sendikalardan samimi arkadaşlarım vardı. Yalan konuşmayız. İyi ve kötü günlerimizde biri birimizin yanında oluruz. Öfke, bir davranış şeklidir. Kimse öfke krizine kapılmasın. Sonuçları çok acıdır. Ağızdan çıkan söz geri dönmez. Kırdığın kalp yeniden yapılmaz. Aileler yıkılır. Hapislerde çürür insan. Öfkelenme. Çünkü öfkenin nereye varacağı ve nerede duracağı belli olmaz. *Şu yönümü, şu yanımı, şu davranışlarımı çok beğeniyorum derseniz? Ben hiç kalp kırmadım. Hiç kavga yapmadım. Yerlere hiç tükürmedim. Kullandığım tuvaletlerde, tuvaleti kullandıktan sonra su dökmeden hiç çıkmadım. Para isteyen hiçbir kimseye yok diyemedim. Hiç kimseden para isteyemedim. İstediklerimden de paramı ver demeden, geri ödememi yaptım. Her zaman temiz giyindim. Tanıdığım insanların cenaze törenlerine mutlaka katılırım. Cenazesinde bulunamamışsam. Mutlaka taziye ziyaretine giderim. Davetiye veren tüm dostların düğünlerine, özel toplantılarına katılırım. Sevdiğim dostların düğünlerinin davetiyesi olmasa bile haberin olduğu zaman düğününe giderim. Bu toplantıların tümüne yanımda eşimle birlikte giderim. Dini Bayramlarda komşu ziyaretlerini hiç aksatmam. Akraba ziyaretlerimi hiç aksatmam. Hiç boş durmam. Okurum. Yazarım. Torunlarımla oynarım. Piknik yerlerine hiç çöplerimizi atmadık. *“KEŞKE” dediğiniz, var mı yok mu? NEDİR? Ben keşke diyecek iş yapmadım. Ne yaptımsa isteyerek yaptım. Hiç bir işten yılmam. Olmadıysa tekrar tekrar yapmaya çalışırım. Bende pes etme diye bir kavram yoktur. Ama çoğunlukla yaptığım işlerin sonucu iyi olmadı. Hep iyi yapmaya çalıştım. İşlerimde hep zorluklarla karşılaştım. Her yaptığım işi sonuçlandırdım. Ama zoru başardım. Arkadaşım var. Arkadaşlarımın kiralık daireleri vardı. Yüz elliye yakın kiracı ile muhatap oldum. Her kiracı bana zarar verdi. Ahmet Metin adında bir Başkomiser arkadaşım hariç. *Zengin misiniz? Ben para zengini değilim. Ama gönlüm zengin. Hiç kimsenin parasına imrenmedim. Zengin diye hiç kimseyi kıskanmadım. Önce adi ortaklık şeklinde inşaat işleri yaptım. Resmi kooperatif inşaatı yaptık. Dükkân çalıştırdık. Hiçbir inşaata başlarken paramız olmadı. Ama istediğimiz esnaftan ihtiyaçlarımızı aldık. İstetmeden de borçlu olduğumuz esnaflara borçlarımızı ödedik. Dükkân işimiz de öyle oldu. Hiç peşin paraya mal alamadık. Senet çek de kullanmadık. Ama Ankara esnaflarından ihtiyacımız mallarımızı aldık. Borçlarımızı da zamanında ödemeyi ihmal etmedik. *Neden korkarsınız? Hapishaneye düşmekten, Eşimin benden önce ölmesinden Torunlarımın öksüz kalmasından, annesiz ya da babasız kalmasından korkarım. Ekonomik sıkıntıya düşmekten, Ödeyemeceğim borçtan, Sağlığımın bozulmasından, hastaneye düşmekten, doktorların eline düşmekten polisin ve hakimlerin eline düşmekten korkarım. İcradan ve mahkemeden korkarım. Şerefimi ve namusumu kaybetmekten korkarım. Çocuklarımın ve torunlarımın kötü çocuklar ve kötü torunlar olmalarından korkarım. Ölememekten korkarım. Felç olmaktan korkarım. Allah’ın huzuruna kul hakkıyla çıkmaktan korkarım. Ülkemin savaşa girmesinden Bölünmesinden, İç barışımızın sağlanamamasından, ülkemin işgal edilmesinden korkarım. Trafik kazası yapmaktan korkarım. *Mutlu ve mükemmel yaşantının formülü var mı dersem? Bu konunun net bir formülü yoktur. Ancak sevgi ve saygının olduğu yerde mutluluk vardır. Başkalarının yaşantısına özen göstermezsen, onlara imrenmezsen, aile içi iletişimde, birlikte düşünür birlikte yaparsan, ayağını yorganına göre uzatırsan iyi olur. Ben kimsenin arabasına, oturduğu dairesine, içinin eşyalarına hiç imrenmedim. Çocuklarımı da hiç parasız koymadım. Onlarda hiç boşuna harcamada bulunmadılar. Annemi hep memnun etmeye çalıştım. Onun bana ettiği duaların kelimelerini yan yana dizsem, Türkiye sınır uzunluğunu ikiye katlar. *“Kaza ve kader”e inanır mısınız? Her ikisi de insanın elinde olan bir şey değildir. Olay olur. Sonuç kazadır. Olay olur. Sonuç Kaderdir. Kaza da, kader de, hayır ve şer de Allah’tandır. İnanırız. Sonuçlarına katlanırız. Kim ister. Kaza sonucu arabasını kaybetmeyi. Kolunun, bacağının kırılmasını. Gözünü kaybetmeyi. Kafasının kırılmasını, elinin ayağının kesilmesini. Tabancayla vurulmayı. Bıçakla yaralanmayı. Evlenirken eş seçmeyi, çocuklarına gelin seçmeyi, kızına damat seçmeyi, çocuklarından torun sahibi olmayı, mal mülk sahibi olmayı, kötü komşu sahibi olmayı, gibi durumlar kaderimizle bağlantılıdır. Allah ne verirse hayırlısını versin. Aslında tercihler kendimize aittir. Ama sonucu kaderimizdir. *Sizden “Ölüm ve Ölümsüzlük” tarifi istiyorum? Ölüm, insanın yaşam fonksiyonlarını kaybetmesi ve cesedinin mezara konmasıdır. İnsan yaşamında gözle görülür bir olaydır. Ölüm de insanın elinde olan bir olay değildir. Kolay ölüm her insanın arzusudur. İyi insandı dedirtmek her kişinin hedefi olmalıdır. İnancımıza göre insan yaşamı iki çeşittir. Yaşamın ikincisi öbür alemindedir. Ruhlar dünyası dediğimiz alemden bizim bir haberimiz yoktur. Dünya batacak. İnsanların Allah tarafından sorgusu yapılacak. Ebedi alemde cennet ve cehennemde yerlerini alacaktır. Yaşamımızı hem bu dünya için, hem de öbür dünya için yapmalıyız. Ben hiç kimseye hakkını helal et demem. Hakkını helal et diyene de uymam. Yalnız şehitler için hakkınızı helal ediniz dendiğinde, hakkım helal ederim. Cenazelerde hocalarım mevtaya hakkınızı helal edin sözüne uymam. Ancak Allah günahlarını affetsin dediğinde, ben de bu isteğe katılırım. Allah rahmet etsin derim Allah günahlarını affetsin derim. Kimde hakkım varsa Allah huzurunda almayı isterim. Kimin bende hakkı varsa, Allah huzurunda vermeye hazırım. *Muhtar ve Belediye Başkanı, dersem ne dersiniz? Bu iki kurum demokrasinin ilk iki ayağıdır. Yerinden yönetimin basamaklarıdır. Sorumlulukları çoktur. Halka hizmet etmekle yükümlüdürler. “Kim ki görevini kötüye kullanırsa öte dünyada yeri cehennemdir”. Ancak günümüzün tüm yöneticilerinin, öte dünya için Allah’tan korkusu yoktur. Adam kayırmacılık, onun hakkını alıp öbürüne vermek, haksız görevlendirmeler yapmak, kul hakkı yemek, rüşvet almak, komisyon almadan bir iş yapmamak hastalığı önlenemez olmuştur. *Hedefleriniz vardır mutlaka? Benim yaşım tamamlandı. Yapacağım pek bir şey kalmadı. Artık umudum torunlarım. Onların başarılı okul hayatı geçirmeleridir. İyi birer meslek hayatına kavuşmalarıdır. Onların mutlu birer yuva kurmalarını görmektir. Çocuklarım için ve torunlarım için, işte bunlar Asım Atabey ile Bedriye Atabey’in denilmesidir. *“Yetkili birisi olsaydım!” şunları mutlaka yapardım dediğiniz çoktur sanırım? Kırşehir halkından bir tek kişinin bile okumasız yazmasız olmasına izin vermezdim. Hiçbir okul inşaatını müzik salonu, resim salonu, iş salonu, spor salon olmadan yapılmasına izin vermezdim. Felsefe, mantık ve sosyoloji dersi okumadan hiçbir öğrencinin lise diploması almasına izin vermezdim. Taşımalı eğitime, köylerin boşaltılmasına, ikili üçlü eğitim-öğretime izin vermezdim. Köylerin Türk Bayrağından mahzun kalmasına izin vermezdim. Bir tek kişisinin işsiz olmasına da izin vermezdim. İmarsız yapılaşmaya izin vermezdim. Arabalarını koyacak bir yerin olmamasına izin vermezdim. Bilinçsiz tarım ve hayvancılık yapılmasına izin vermezdim. Çiftçiye gübreyi, tohumu, ilacı parasız verirdim. Çeşitli bitkilerde kota uygulamasına izin vermezdim. Tarla parası gibi garip uygulamaya izin vermezdim. Yabancılara toprak satışına izin vermezdim. Toplum yararına olan ve aynı zamanda kâr getiren kurumların özelleştirilmesine izin vermezdim. Kimi gelenek ve göreneklerimizin kaybolmasına, unutulup gitmesine izin vermezdim. Yer altı zenginliklerimizin kamu yararına işlenmesine ortam hazırladım. Geleceğin zenginlik kaynağı olan yüzde yetmiş beşi Ülkemizde olan, iki yüz çeşit ürünün yapımında kullanılan BORAKS madenin işletim ve kullanım hakkını kimseye vermezdim. Sanayi alanında üretim çeşitlerini, İlimize getirmeye özen gösterirdi. *Kırşehir sürekli göç veriyor ve küçülüyor. Bu göç nasıl durdurulur? Göç verme olayı, burjuvazinin ve emperyalizmin bir oyunudur. Halkın üzerinden bunların baskısını kaldırdığınız zaman göç kediliğinden ortadan kalkar. İnsanların kendi işini kendileri yapma duygusunu kazandırdığın zaman göç durur. Kazancını kendi köyünde, kendi ilinde sağlamayı hedeflediğin zaman göç durur. Hiç kimse büyükşehirlerde çöpçü olmaya, köle gibi gittikleri yerde çalışmaya arzulu değildir. Yurt dışı işçi olmayı kimse istemez. Köylü bu milletin efendisidir ( Mustafa Kemal) sözüne uyduğumuz zaman göç durur. İnsanları üretim kooperatiflerinde, tüketim kooperatiflerde örgütlediğin zaman, adam gibi işletilmesini sağladığın zaman, göç diye bir olay kalmaz. Şirket ortaklıklarını adam gibi işlettiğin zaman, göç diye bir olay kalmaz. Kırşehir olsun, tüm ülke yönetimi olsun evet efendimci olmadığı, çalışmayı ve çalıştırmayı hedef alan yöneticilerimiz olduğu zaman ülke sorunlarımız çözülür. Göçler durur. *GDO’lu ürünlerle bir hayli ilgilendiniz. GDO’lu ürünler nelerdir. Beslenme bozukluğuna etkileri? Önce her vatandaşın, Oktay Sinanoğlu’nun eşinin “ölüm tohumları” kitabını okumalarını isterim. Son yılların savaş taktiği, insanların GDO lu ürünlerle beslenmesidir. GDO’lu ürünlerle beslenen çocukların,- boyları kısa ya da çok uzun, kiloları çok fazla, kalçaları büyük, arkaya çıkıktır. Dişleri çürümeyen hiç çocuk yoktur. Gözlük kullanan çocuk yüzde elliden fazladır. Kızlar erken buluğa, erkekler geç buluğa giriyorlar. Çocukların bağışıklık sistemi tümden bozuk. Çocuk doğduğu andan itibaren hastanede soluğu alıyor. Pek çok çocuk hastaneden kurtulamıyor. Kireçlenme, aşırı kilo, kanser, böbrek, akciğer ve daha pek çok hastalık insanımızın korkusudur. Çünkü mısır, soya fasulyesi, buğday, arpa, mercimek, şeker, kabak ve tam yirmi sekiz ürünün genleri değiştirilmiştir. Bunları anlatan kitap bundan on yıl kadar önce yazılmış. Şimdilerde bu sayı kim bilir kaça çıkmıştır. Çernobil kazasının sonuçları hiç konuşulmaz. Ama bakın 1980 sonra doğan çocukların neredeyse yarıya yakını tüp bebek peşinde. Konuyu anlamaya ve anlatmaya çalışan var mı? *Mesleğinizle ilgili bir kaç hatıra paylaşmanızı istiyorum? İlk öğretmen olarak çalıştığım köyde bir öğrencim vardı. Matematikten çok başarılı idi. Üç bilinmeyenli soruları bile çözer. Adı Hüseyin. Senenin sonuna doğru müfettiş geldi. Dersimiz matematikti. Hüseyin’i tahtaya kaldırdı. İki bilinmeyenli bir problem sordu. Çocuk uğraştı. Soruyu çözemedi. Müfettiş teneffüse çıktı. Hüseyin’e okkalı bir tokat vurdum. Aradan kırk yıl geçti. Telefonum çaldı. Ben Hüseyin Eren. Hocam tanıdınız mı? Beni dedi. Ben de bahçede çalışıyordum. Dedim evet seni tanıyorum. Matematik sorusunu müfettiş varken çözemeyip, sana bir tokat vurduğun öğrencimsin dedim. Sonra hal hatır sorduk. Anlattı. Beni bilinmeyen numaralardan aramış. Sonra okuttuğun öğrencilerden birkaçına telefonumu vermiş. Onlarla da hasret giderdik. Okul başladı. Üçüncü sınıf okutuyorum. Bir ay sonra Zehra okula gelmiyor. Öğrendim ki kız sanatoryuma tedaviye gitmiş. Okulun kapanmasına bir ay kaldı. Çocuk geldi. Kız arkadaşlarının içinde bedenen gelişmişti. Devamsızlıktan sınıfta bıraksam, belki okula devam etmez. Çünkü arkadan gelen üçüncü sınıf öğrencileri içinde daha da büyümüş olacak. Tedbirini almıştım. Yoklamalarda yerini boş bırakıyor. Hafta sonu geldi diye işaretliyordum. Kızı dördüncü sınıfa geçirdi. Zehra öğrencim, matematik bölümünü bitirdi. Başarılı öğretmen olarak çalışıyor. Millî Bayramlarda ben öğrencilerimin hepsine görevler yaptırırım. Folklor, koro gibi etkinliklere katarım. Şiir okuyanlar, ikili, üçlü, beşli gösteri yapanlarım olur. Bir gün bir ikinci sınıf öğrencimin annesi ölmüş. Taziye ziyaretine gittim. Ablasını da ben okutmuştum. O gece anlattılar. Öğrenciler folklor kıyafetlerini kendilerine buldururdum. Bir gün önce kıyafetleri kontrol ederim. Rukiye kendine uygun altlık bulamamış. Annesi de iki parça saten varmış. Bir bacağı bir renk, öteki bacağı da ayrı bir renk.don dikmiş. Bu sefer çocuk telaşa kapılmış. Ya öğretmen bu olmamış derse, beni oyundan çıkarırsa diye sabaha kadar uyuyamamış. Sabah olmuş. Okula gelmiş. Gösteriye katılacak. Ben de donuna bakmışım. Senin ki de güzel olmuş demişim. İşte Rukiye. İkinci sınıf öğrencisi. O gün de sevincinden uyuyamamış. Olayı iki kardeş anlattılar. Ben de onlar anlattıkça gözyaşlarımı tutamadım. Bir gün yolda gidiyorum. Hocam diye arkamdan bir ses. Döndüm. Baktım. Bir delikanlı. Öğretmenim siz beni tanımazsınız. Ama ben sizi bilirim. Anlattı. Birinci sınıf okutacağım. Sınıflarımız atmış, yetmiş kişi. Öğrenci karınca gibi. Daha yerleşimi tamamlayamamışız. Okul açıldığından üç dört gün sonra, kendisi okula gelmiş. Kardeşi benim sınıfta öğrencimmiş. O karışıklık içinde, öğretmenim ben kardeşimin durumunu sormaya geldim demiş. Ben de tamam anlatırım sana demişim. Almışım kendisini, Kardeşinin yanına oturtmuşum. O gün hep okulda oturmuş. Kızmamışım. Azarlamamışım. Hatta arada kendisiyle de ilgilenmişim. Neyse o çocuk daha sonra lise öğretmeni olmuş. Sizin gibi öğretmen olmak istedim dedi. Şimdi bu okulda öğretmen olarak çalışıyorum. Doğrusu insan böyle güzel sözler duyunca kendini bir başka hissediyor. Demek öyle yapmışım dedim. Kendimle övündüm desem yalan olmaz. *Çevremizdeki ülkeler ateş çemberi içinde. Bir yazar olarak kısa bir değerlendirme yapar mısınız? Son sözüm. Atatürk gibi bir öndere ihtiyacımız var. Politika canbazlarından ve din bezirganlarından kurtulmamız lâzım. Kimse bu ülkenin sahibi bizim olmasına izin vermez. Süper güçler kendi aralarında Türkiye’yi paylaşamıyor. Bir paylaşmayı becerebilseler. O zaman bakın siz. Anadolu’ da Türk ve Müslüman kalır mı? *Unuttuklarım, soramadıklarım olabilir. Son masajınızı almak istiyorum? Yirmi milyon insanını devlet yardımlarıyla, sekiz milyon insanın belediyelerden aldığı yardımlarla yaşıyor olması kabul edilemez. Yüzde on ikilere varan işsizlik kabul edilemez. Nüfusunun yüzde ona yakınını özürlü olduğu, son yıllarda evlenmelerin yüzde elliye yakınının geri boşandığı, sakat doğumların her geçen gün arttığı, huzur evlerinin yaşlı insanlardan geçilmediği, kimsesiz çocukların, yetiştirme yurtlarının dolup taştığı, Hapishanelerin suçlularla, hastanelerin hastalarla dolup taştığı, kadın cinayetlerinin her geçen gün arttığı, neredeyse gözlük kullanmayan çocuğun kalmadığı, dişi çürümeyen çocuğun kalmadığı, hastanelerin hasta insanlarla dolduğu, en büyük harcama kaleminin ilaçlara ve silahlara harcandığı ülke, bu ülke, benim Türkiye Cumhuriyetim Devletim olmaz. Olamaz. En kötüsü de beş yüz bin üniversitelinin işsiz olduğu ülke benim ülkem olamaz. Yüz yirmi bin öğretmen açığı olduğu halde, eğitim öğretimin vekil öğretmenlik, sözleşmeli öğretmenlik ve okul öğretmenlerini ek ders adı altında öğretmen açığını kapatmaya çalışmak doğru değildir. Diploma aldırdığın üç yüz bin öğretmen açıkta iken bu yapılanlar doğru değildir. Bir tarafta Kepaze sınavı (KPSS) ile gençliğini çaldığın insanlar işsiz ve umutsuz iken, atmış bin bir dönem, yüz atmış bin bir başka dönem, şimdi de taşeron işçi diye kamuya alınacak sekiz yüz bin kişi. İyi de kamuda işe gireceğim diye on beş yıldır sınav peşinde koşan gençlik? Özel ders alarak, Dershane kapıları aşındırarak sınavlara hazırlanan gençliğin vebali kimin omzundadır. Hani dershane öğretmenlerinden, başvuru hakkını kazananların öğretmen olarak atanması ne oldu? Anayasa mahkemesi kararını arkasına sığınmak var mı? *Üstadım sevgili Asım Atabey Hocam! Çok özel, çok güzel ve bol mesajlı bir röportaj gerçekleştirdim. Yazımı kesmeden kullanmanızı isterim. Bana kendimi ifade etme şansını verdiğiniz için asıl size çok teşekkür ederim. Sonsuz sevgilerimi ve selamlarımı sunarım. Daha güzel olaylarda ve günlerde buluşmak dileklerimle diyeceklerimi sonlandırıyorum. *Bana vakit ayırdınız. Asıl ben zaat-ı âlinize çok teşekkür ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.