Kan kardeşi mi? Kanka mı?
Ömer Seyfettin, “ANT” adlı öyküsünde “KAN KARDEŞLİĞİ”nden söz eder. Komşularının oğlu Mıstık’la beraber gittikleri okulda, kan kardeşliği olaylarına tanık olurlar. Neredeyse sınıfın tamamı birbiri ile kan kardeşidirler. Mıstık, hem okul hem de oyun arkadaşıdır. Bir gün söğüt dalı keserken bıçak kayıp parmağını yaralar. Yaradan kan akmaktadır. Sınıftaki kan kardeşliği olaylarını anımsayıp; kan kardeşi olmaya karar verirler. Mıstık da kolunu kanatır! Kanayan yerleri birbirine sürterler, karşılıklı emerler! Hayatta oldukları sürece birbirini koruyup kollayacaklarına dair, yemin ederek (ANT İÇMEK) kan kardeşi olurlar…
Günlerden bir gün okul dönüşü, büyük bir köpeğin saldırısına uğrarlar! Mıstık, daha güçlü daha iri yarıdır. Arkadaşını, bir tarafa iter, köpekle alt alta üst üste boğuşmaya başlar. Köpeğin peşinden gelen ve çocuklara; “Kaçın kaçın köpek tehlikeli!” diye bağırarak gelen eli sopalı adamlar köpeği kovalayıp Mıstık’ı kurtarırlar.
Olaydan sonra Mıstık ortalıkta görünmez; ne okula gelir, ne de oyun oynamaya… Mıstık hastalanmış, önce Balıkesir’e hastaneye, daha sonra da İstanbul’a daha büyük bir hastaneye gönderilmiştir…
Bir süre sonra Mıstık’ın boğuştuğu köpeğin kuduz olduğu, Mıstık’ın da kuduz mikrobu kaparak öldüğü haberi duyulur…
Ömer Seyfettin, bu güzel öyküsünde; kan kardeşliğini, arkadaşlığı, ölümüne fedakârlığı, zayıfların, çaresizlerin korunup kollanması gerektiğini anlatır…
Ömer Seyfettin’in bu öyküsü sınıfta okunduğunda hepimiz bu öykünün, bu kahramanlığın bu fedakârlığın etkisinde kalır, teneffüste kan kardeşi olacak arkadaş arar bulurduk. Bulduğumuz arkadaşla kollarımızı çizer kan çıkartır, çıkarttığımız bu kanları karşılıklı emdikten sonra “kan kardeşliği ant’ını” da içip, töreni tamamlar, kan kardeşi olurduk…
Anılarımın sis dağlarının epeyce gerisinde kalan Ortaokul kan kardeşim kimdi, anımsamıyorum. Lisedeki kan kardeşim, Ayşe adında bir kızdı. Yine okunan öykünün etkisine kalmış, kendimize uygun kan kardeşi arayışında bulunmuştuk. Benim kısmetime de (İngilizce Öğretmeni olduğunu duydum) Ayşe adında bir kız düşmüş olmalı ki, biz Ayşe’yle formaliteyi tamamlayıp kan kardeşi olduk…
ANT: Tanrı’yı veya kutsal bilinen bir objeyi tanık göstererek bir olayı doğrulama yemin etme, söz verme “AHİT” içmektir. Tarihte, bilhassa İslamiyet öncesi Türk tarihinde Türklerde Moğollarda kan kardeşliği olaylarına tanık olmaktayız. Buradaki “kan kardeşliği” karşılıklı güçleri birleştirmek, Orta Asya coğrafyasının çetin koşulları altında yalnız kalmamak düşmana birlikte karşı koymak amacına yöneliktir…
Tarih, kan birliğine bağlı olarak oluşan Türk kabilelerinde ataerkil soy birlikteliği olduğunu yazar.
Ataerkil soy birlikteliğinde “dış evlilik” yoktur. Dış evliliğin olmadığı kabileler olaylar karşısında yalnız kaldıklarından, güçlenmek için kabile dışı evliliklere yönelirler. Bir kimse veya kabile önderlerinden birisi ait olduğu toplumsal grup dışından birisi ile evlenerek, kendilerini üçüncü gruplara karşı korumayı, yaşamlarını garanti altına almayı genişleyerek büyümeyi amaçlar. Bu şekilde evlilik ittifakları yapılmış olur, doğa olayları, saldırılar, salgınlar karşısında birlikte hareket edilir, birlikte daha büyük bir güç oluşturulur…
Boylar arasında ittifakın bir diğeri de kan kardeşliğine dayanır, kan antlaşmasıdır. Kan antlaşmasında erkekler, vücutlarını bilhassa kollarını keserek akıttıkları kanları bir kaba boşaltırlar bunu kımızla karıştırarak yemin ederek içerler, böylece aralarında gerçek akrabalıklardan daha güçlü dostluklar oluşturmuşlardır… Bu arada karşılıklı kız kardeşler alınır verilir. Değnek kertilir veya değnekten atlanır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da “KİRVELİK” olayı da bu antlaşmanın aynı amaca yönelik başka bir örneğidir…
On beş gündür damarlarımda kendime ait olmayan, benim kanlarımla karışıp bana yaşam suyu olan kanlar akışmakta…Önceleri yadırgamama bana itici gelmesine, zaman zaman vücudumda ürpertilere neden olmasına rağmen sanki alışıyormuş gibiyim. Zaman geçtikçe daha az anımsıyor, daha az ürperiyor, daha az rahatsızlık duyuyorum… Organ değişikliği de böyle bir şey olmalı! Başkasına ait olduğunu bildiğiniz ve nasıl kullanıldığını bilmediğiniz bir mendilin bir gömleğin, bir pantolonun sizin üstünüzde olması gibi bir şey olmalı duyulup hissedilen…
Laboratuvar sonrası 4 Kasım günü, eve geldiğimde, kardiyoloğum tarafından arandım. Kardiolog bana; “Kan değerlerimin çok kötü olduğunu, acilen en yakın bir hastanenin acil servisine gitmemi durumu anlatmamı, orada görevli doktorun da benim kardiyoloğuma telefon edip bilgi alması gerektiğini söylememi” söyledi. Hemen evin on dakika uzağında bulunan; “Klinik Donaustadt” hastanesine giderek durumu anlattım, doktorumla konuşmalarına rağmen yeniden kan aldılar, kan değeri sonuçlarını gördükten sonra beni hastaneye yatırdılar, kan vereceklerini söylediler.
“Vereceğiniz kan temiz mi?” diye çaresizlik içinde, korkuyla soruyorum doktor:
“Ja, Sicher!” (Evet, kesinlikle) diye kestirip atıyor.
Kan eksiğim, demir vitamini eksiğim olduğunu belirttiler, hastanede dört gün yatırıp kan ve demir vitamini takviyesi yaptılar. Çeşitli tahlillerden Röntgenden, Ultra Schall’den, Sonografie, Gastroskopie, Kapselendoskopie den geçirdiler. Benim yaşımda birinin sağlık durumu nasıl olması gerekiyorsa o hale getirip eve gönderdiler. Şu anda daha da gençleşmiş gibiyim. Sağlık sorunlarım kalmadı. Yarın hastaneye gidip son kontrolümü yaptıracağım.
Kanını taşıdıklarımla kan kardeşi olduk. Ancak ben bu kan kardeşimi ya da kan kardeşlerimi tanımıyorum. Damarlarımda kan kardeşlerimin kanları akışıyor… Kimdir kan kardeşlerim, görmedim. Tanımıyorum bilmiyorum! Kan kardeşimin ya da kan kardeşlerimin cinsiyetleri nedir, erkek midir kadın mıdır? Bilmiyorum… Güzeller mi, çirkinler mi, hırlı mı hırsız mı? Bilmiyorum! Hangi ulustan, şişman mı, zayıf mı? Onu da bilmiyorum…
Hastaneden çıkıp eve geldiğimde, hareketlerimde davranışlarımda acaba benim hissedip göremediğim bir değişiklik mi var düşüncesiyle her konuşmamda çaktırmadan hanımın, çocukların gözlerine bakıp hareketlerini izliyorum! Acaba diyorum, bana acıyıp normalmişim gibi davranırlarken başka odada benim hakkımda mı konuşuyorlar?
Kan kardeşini, kan kardeşteki samimiyeti, fedakârlığı, oradaki korumayı, korumacılığı ANT’laşmayı, yeminleşmeyi bir tarafa bırakıp işin kolayına kaçtık yine önce; sözcüğü kısaltıp TDK’u sözlüğüne göre anlamsız olan, Türkçe’de olmayan KANKA dedik.
KANKA sözcüğünü; İyi anlaşılan, can ciğer arkadaş, çok yakın dost, gizdeş sırdaş olarak açıklayabiliriz. Kanka’da ant içme, yemin etme, kan akıtma yoktur.
Bizler kanını damarlarımda taşıdığım kişilerle ne herhangi bir ağaca çentik attık ne değnek atladık, ne kanımızı akıttığımız taslara KIMIZ koyup, karşılıklı içtik ne de kız kardeşlerimizi bir birimize vererek kan kardeş, akraba olduk!
Yani, “Sağ elin verdiğini sol el görmedi” Karşılıksız bağışlanan kanları aldık kabul ettik, akrabadan da ileri olduk!
Doktorlar başta olmak üzere tüm; “KLİNİK DONAUSTADT” hastanesi personeli ile kendilerini tanımamış olsam bile, kan vererek kan ihtiyacı olanlara yardımcı olan kanını taşıdığım, “kan kardeşi” olduğum insanlar kim olursa olsunlar onlara, gönülden teşekkür ediyorum...
Kan ve organ bağışının ne kadar önemli olduğunu yaşayan biri olarak;
Lütfen, kan ve organ bağışında bulunalım. Gün gelir bizler de “kana” ya da “organa” ihtiyaç duyabiliriz!
Saygılarımla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.