Kimi taklit ediyoruz?!
Babalar Günü, Anneler Günü, Sevgililer Günü, doğum günü gibi birçok günle muhatap oluyor, ister istemez etkileniyoruz bu günlerden. Böyle tahsis edilen günler adeta bizim bir parçamız haline gelmiş ve kültürümüze yerleşmiş. Peki, bu günlerle yitirdiğimiz değerleri yeniden hatırlamamız mümkün mü? Veya yeterli mi? Ya da bugünlerin asıl membaı neresi; nereden gelmiş, hayat anlayışımıza yerleşmiş, diye hiç düşündük mü? Her şeyden önce bu gibi günlerin farklı kültür ve inançlardan geldiğini bilmemiz gerekir. Bu bile, Müslüman olarak bu günlere değer vermememiz gerektiği hususunda yeterlidir. Çünkü bizim dinimiz İslam, bir hayat nizamıdır. Hayatımızın her anını kuşatmış ve güzel davranışlarımızın devamlı olması gerektiğini öğütlemiştir. Baba ve anne haklarının kolay kolay ödenmeyeceğini emreden İslam, onlara “öf” bile dememiz gerektiğini vurgulayarak onlara karşı her daim saygı ve hizmet üzere olmaması istemektedir.
Sevgiyi bugün ki anlayışından farklı yorumlayan yüce dinimiz “yaratılanı yaratandan ötürü sevme” prensibini getirmiş, her şeyi Allah için sevmemiz gerektiğini öğütlemiş, doğduğumuz günün şakşakçılığını yapmak gerine geçmiş günlerimizin hesabını yapmamızı istemiştir.
Kutlanılan bu günler günümüzde kapitalist düzenin, bazı ilavelerle beraber, sömürü aracı haline getirilmiştir.
Kapitalist sistem, gücün egemen olduğu, her şeyi para ile ölçen, bunun dışında kimseye hak tanımayan bir sistemdir. Bu sistem de zengin daha zengin olurken fakir daha da fakirleştiriliyor. Tüketim, haz ve hız çarkları üzerinde hayatiyetini devam ettiren bu sistemin karşısında halkın yanında olması gereken devlet otoritelerinin bile yeterince tedbir aldığı söylenemez.
Özellikle dünya sermayesini elinde bulunduran bu batı menşeli Yahudi ve Hıristiyan para ve sermaye baronları için önemli olan tek şey daha çok kazanmaktır ne pahasına olursa olsun. Adeta bizleri kendi çıkarlarını korumak için tüketime mahkûm hale getirmişler. Yılın tahsis edilen her gününü şöyle bir düşünün! Yakında kutlanan mesela babalar günü… Hediye alacaksınız. Sevgililer gününde en pahalı hediyeyi almanız sevginizi ispat etmek için bir kriter haline getirilmiş. Öğretmenler gününde, öğretmenine verilmek üzere çocuğunuzun eline hediye alıp vermemeyi bir mahcubiyet sebebi biliyor, en zaruri ihtiyaçlarınıza onu tercih ediyorsunuz. Yani kapitalist sistemin acımasızlığını duygularınızın üzerinde bile hissediyorsunuz.
Hele moda denilen safsata var ki; bunu ileri sürenler “ilerici” “daha medeni” ifadelerini kullanarak insanların en hassas damarlarına dokunuyorlar. İhtiyacınız olan bir eşya, elbise vs. en fazla bir yıl sonra sağlam olsa bile modası geçtiği gerekçesiyle ihtiyaç olmaktan çıkıyor. Bu sistem insanları daha fazla harcamaya teşvik ediyor. Fakir halk harcadıkça onlar kazanıyor. Yani halkın üzerine basa basa belirli kesimler yükseliyor. Yükseldikçe daha acımasız planlarını piyasaya sürüyorlar.
İslam kültürü ve inancı güce dayanan bir sistemi değil, hakkaniyete dayanan yaşam tarzını öneriyor ve bu hususta bizi defaatle uyarıyor. Kimseye taşıyamayacağı yükü yüklemiyor. Adaletli olmak, bizzat herkese gücünün oranında görev ve sorumluluk yüklemektir. Her eşitlik de adaletin gereği değildir. İnsanların doğuştan farlı özellik ve kabiliyetleri söz konusu olduğu gibi maddi imkân ve fırsatları da bir değildir. Dolayısı ile herkesi bir kulvarda yarıştıramazsınız. Kapitalist sistemde “haddini ve konumunu” bil anlayışı hâkimdir. Bu sistem parası kadar değer biçer insana. Ezilmeyi, sömürülmeyi diğer insanın kaderi olarak görür. Adeta köle ve hizmetçi anlayışıyla bakar.
İslam ise fakir ve zengin arsında ki uçurumu kapatan önlemler alarak toplumun huzurunu teşvik etmiş, zenginin malı üzerinde fakire hak tanımıştır. İnfakı emrederek toplumu ayakta tutan dinamikleri sağlam bir zemine oturtmuştur. Alın terine önem vermiş, haksız kazancı yasaklamıştır. Faiz, karaborsacılık, haksız kazancı; rüşvet, adam kayırma gibi hakkaniyeti yaralayan davranışları şiddetle karşı çıkmıştır.
Başlı başına bir medeniyet inşa eden İslam dini yaşam anlayışıyla ilgili her ne olur, nasıl bir menfaate mucip bir yenilik ileri sürülürse sürülsün bunun kaynağının yine İslam olması gerektiğini emrederek farklı art niyetlere tamamen kapısını kapatmıştır. Kutladığımız bu günler ile ne kazandığımızdan çok bununla batılıların ne amaçladığını hesap etmeliyiz. Müslüman’ın batılıları fende, ilimde, teknolojide taklit etmelerinin bir mahsuru yok elbet de! Ancak bu gibi durumlarda da muhtaç duruma düşmemek gerektiğini de aklımızdan çıkarmamamız gerekir.
Müslüman’ın şahsiyeti ve kişiliği sadece kendine münhasır olmalı. Başkalarını taklit eden, onların sunduğu beşeri hayat sistemini benimseyenler, başkalarının kuklası durumuna geleceği gibi zamanla inanç ve kültürlerini hatta kendi öz benliklerini bile kayıp ederler. Bunu sadece ameli bir mesele değil inanç meselesi olarak algılamalıdır.
Bu hususta peygamberimiz buyuruyor ki:
“Kim bir kavmin (topluluğun) karartısını (sayısını) çoğaltırsa, o da onlardandır. Kim bir kavmin amelinden râzı olursa, onların amellerinde ortaktır.” (İbni Kesîr)
“Kendisini bir kavme benzetmeye çalışan kimse, o kavimdendir.” (Ebû Dâvûd,)
Yüce Allah’ta bizi şöyle uyarıyor:
Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Mâide, 51)
Selam ve dua ile…