Abdullatif Acar

Abdullatif Acar

Ölümden niye korkuyoruz?

Ölümden niye korkuyoruz?

Hep sorgulamışımdır “ölünün yüzü soğuktur” niye derler. Ölüden mi ölümden mi korkar insan… Aslında hem ölmekten hem ölüden korkar…  Mezarlığın sessizliği tedirgin ederken insanı; sessizce ölüm var diye fısıldar kulaklara o soğuk mermer taşları.  Ölüm hakikatini en güzel mezarlık anlattığından, ölmemek için direnen insan o mezarlığın yanından tek başına bile geçmek istemez. İnsan aslında sessizliği değil, ölümü bastıran gürültü nedeniyle, yaşayanlar arasında kendini güvende hisseder.  Halbuki ne ölüm ne de ölü kimseye zulmetmiştir hayattakiler kadar.  Haksızlık eden, kul hakkına giren, insanı insan yerine koymayan ölü değil, hayatta olanlardır. Yani ölümden değil yaşamdan, ölüden değil yaşayandan korkmalı.

Ölümü öldüremeyenlere, ölümü kabullenmek istemeyenlere ölümden bahsetmek bile ağır gelir elbette ki.   Çünkü dünyada ebedi olarak kalmak ister böyleleri... Fanilik hamuruyla karıştırılmış, mukadderat kalemiyle çizilmiş bir hayatın ölümle anılmasıdır ağır olan. Yoksa ölümü sağlıklı bir şekilde yorumlama, ölüme hakikat penceresinden bakıp inanç ölçeğiyle ölçmek, akıl ve mantık ayarlarıyla değerlendirmek ölümü anlamlı ve kıymetli bir hale getireceği gibi o faniliğin arkasındaki ebedi bir hayatın olduğunu da insana kabul ettirecektir muhakkak. Bugün insanların ölüme bakışlarındaki sertlik bunun eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Düşünün evinize misafir geleceğini bilseniz ona göre hazırlığı yapar, heyecanla beklersiniz değil mi? misafir geldiğinde şaşırmadığınız gibi, sevinirsiniz.  Ölümün geleceğine inanan bir müminde aynı şekilde teyakkuz halinde olmalı, hazırlığını yapıp tedarikini gördükten sonra kapı önünde, kendisini alıp ebedi yurduna götürecek olan ölümü heyecanla beklemeli. Misafire hazırlıksız yakalanan insanın yüzündeki kızarıklıktan daha kötüdür günahları işlerken ölüme ansızın yakalanmak.

Hiç gelmeyecekmiş gibi davranıyor, hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz maalesef. Avcıdan kendini korumak için kafasını kuma gömüp, vücudunu hedefe oturttuğundan habersiz olan deve kuşu misali, karanlıkta korkmamak için ıslık çalan insan gibi ölümden gafil olarak ölümsüz bir dünya hayatı süreceğini zanneder insanoğlu.  “Şimdi ölümden söz etme, zamansız ölüm geldi” gibi itirazlar başlar ve devam eder... İsyanlar ayyuka çıkar.  Her şeyin zamanıdır lakin o zamana göre ayarlanmamış bir insan müsveddesi söz konusudur. Böyle bir inanç sahibi için ölüm, korkuyla dolu ve hüzünle geçen bir bir fasıldır; ne ölümü şerbet gibi yudumlamayı becerir ne yaşamı ölüm var diye huzurla geçirebilir ölümü öldürememiş böyleleri.

Ölüm en büyük vaizdir, anlayana. Her şeyin geçici olduğunu anlayan insan kendine daha bir çeki düzen verir.   Ölüm varlığın hakikatidir. O değerli olarak göründükçe insanda uslanma, dünyadan usanma peyda olur, en büyük kalp tasfiyesi ve nefis tezkiyesi ölümle olur... Bu sonsuz bir yaşama isteğinin ahrete everilmesini sağlar. Ahreti değeri gören insan dünyayı ahret için yaşar. Geçici alemi ahret için feda eder. Bu boş bir hayal olarak değil, varoluşun nüvesini duygularınıza, kalbinize hayat tarzınıza yerleştirerek hayatı daha bir anlamlı hale getirmek demektir.  Bu nedenle ölüm rahmettir rahmet… İnsan ölümsüzlük düşüncesine ve inancına ölümün varlığıyla ulaşır. Çünkü hayat ölümle anlamlıdır. Hayat güzeldir; hayat olmasa ahrette mükafat söz konusu değildir... insanın fıtratında var olan ebediyet duygusu ve iştahı ölümle ve ölüm ötesi hayatla mümkün hale gelmektedir. Bu dünyada gölgesi olan hakiki hayatın aslı, elbette ki başka bir alemde olacaktır. O da ahrettir.

Ölüm inanç sahibi insan için aşığın maşukuna, sevenin sevdiğine kavuşmasıdır. Lakin aşıkların maşuku dünya, sevgilerin yerini makam mevkii alınca aşığın maşukundan, sevenin sevdiğinden ayrılışı olarak görülür ölüm. Allah’ı seven ona kavuşacağı günü ölüm olarak değil diriliş olarak, sıkıntı olarak değil kurtuluş olarak bilir.

Bu nedenle Mevlâna ölümü hakka vuslat” yani düğün günü olarak görmüş ve şöyle demiştir:

“Bir yandan ölümdür ama o yanda doğumdur. Ölüm batma gibi görünür, ama aslında doğmaya hazırlıktır, ölüm yaratana kavuşmaktır”

Ölümü hakka vuslat olarak bilenlerden olma ümit ve duasıyla…        

     

Önceki ve Sonraki Yazılar
Abdullatif Acar Arşivi